21 Nisan 2013 Pazar

MADRID

Birçok ilk’ler yaşattığı için Madrid, benim için çok anlamlıdır. İş hayatımın dönüm noktası olan ilk iş günüm Madrid’teydi. Yıllar sonra da, önceki yazımda bahsettiğim Almanya serüvenimin son bölümünde, kuzey Avrupa’lı iş arkadaşlarım, (güney Avrupa’lı ) İspanyol iş arkadaşlarımla anlaşmakta zorlanınca beni arabulucu olarak yolladılar bu şehre. Almanya’dan sonra, altı ay seyahat ederek de olsa yaşadığım bu şehir,  Bochum sonrası miladım oldu:)
 

Birçok arkadaşımla İspanya konusunda anlaşamam, nedense onlar İspanyollar konusunda benim gibi olumlu düşünmezler. Bense, zannederim soğuk bir kuzey Avrupa tecrübesi sonrası bu şehre düştüğümden, kaybolduğunu düşündüğüm “ şehir ruhunu” burada bulduğuma inandım.


Madrid’i Ankara’ya, Barcelona’yı ise İstanbul’a benzetirler. Bana göre de Madrid, denizi olmayan bir İstanbul’a, Barcelona’da İzmir’e benziyor daha çok...İstanbul’dan farkı ise daha planlı bir şehir olması. 

Gran Via

Banco de Espana (Merkez Bankası)

Puerto del Sol


Buraya gitmişken ne görülmeli derseniz; Plaza Mayor, Puerto del Sol, Retiro Park, Kraliyet Sarayı ve tabi Prado Müzesi ilk aklıma gelenler. Bir de size, taa 1700lerden kalma bir restoran olan “Botin”i tavsiye etmeden geçemeyeceğim. Burası turistik bir yer ama İspanyol halkının da sıkça ziyaret ettiği bir mekan ve rezervasyon yapmadan yer bulmanız pek mümkün olmuyor.

Etler

Madrid'de bir bina


Plaza Mayor

Plaza Mayor

Madrid'de akşam oluyor...


Madrid’de ulaşım da çok rahat ve ucuz. Metro sistemiyle neredeyse şehrin her noktasına gidebilirsiniz. Eğer daha turistik olarak gezmek isterseniz, çoğu şehirde olan üstü açık turist otobüsleri burada da var ve iki günlük paket alarak şehri karış karış gezebiliyorsunuz. 

Paella

Palacio Real - Kraliyet Sarayı Bahçesi

Mercado de San Michel

Mercado de San Michel

Paseo del Prado

Bir Akdeniz klasiği - leziz zeytinler

Susamaya birebir:)

Büyük Tren Garı - Atoche

Retiro Park

Şehri gezmenin en pratik yolu - "hop on/off" tur otobüsü

Bu arada önemli bir detayı unutuyordum. Madrid’e çok yakın Toledo şehrine de günübirlik giderek Endülüs havasını biraz da olsa solumanız mümkün. Biz Madrid’den Toledo’ya araba kiralayarak gitmiştik. Ancak merkez tren garı Atoche'den kalkan trenlerle de Toledo'ya rahatça ulaşmak mümkün.

Toledo Meydanda bir bina

Kuşbakışı Toledo

Toledo Sokakları

Madrid'de Türk nazar boncukları:)
Madrid’e gelmişken  mutlaka “paella”nın tadına bakmanızı, bir tapas bar’a uğrayıp birkaç çeşit “tapas” tatmanızı ve “sangria” içmenizi tavsiye ederim. Bu şehirde, hatta tüm İspanya’da öğle yemekleri geç yeniyor ve neredeyse 15:00’e kadar sürüyor, haliyle akşam yemekleri de 23:00’ten önce yenmiyor. Ama şehir o kadar hareketli ki  zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile:)


Eminim çoğunuz zaten görmüşsünüzdür Madrid’i ama hala görmediyseniz mutlaka görülecek şehirler listenize ekleyin derim...

20 Nisan 2013 Cumartesi

Almanya Serüvenine Devam - BOCHUM...



Düsseldorf yazımda da bahsettiğim gibi 1.5 yıl nerdeyse her hafta içi burdaydım. Ofis Bochum'da, ev Istanbul’da durumu... Aslında uçaktan çok korkardım ben, ama bu sayede uçak korkusu falan kalmadı. Bu seyahat serüvenine ilk başladığımda inişte ve kalkışta ellerimi öyle sıkardım ki açtığımda tırnaklarımın izi çıkardı ama sonrasında insan alışıyormuş, zorun üstüne gitmek gerek galiba:)


Bochum, küçücük, derli toplu, üçyüzbin nüfuslu bir şehirdi benim orada olduğum dönemde. Şimdi nüfusu ne kadar oldu bilemiyorum tabi... Kalınabilecek birkaç büyükçe otel zinciri dışında daha farklı ve lüks bir yerde kalmak isterseniz buraya en yakın büyük şehirler, Köln ve Düsseldorf... Ben de, başlangıçta herkesin kaldığı bir otel zincirinde kalıyordum ama Alman bir iş arkadaşımın tavsiyesi ile “Art Hotel Tucholsky” adında, altında Tucholsky isminde bir kafe ve restoranı olan butik bir otelde kalmaya başladım. İyi ki de tavsiye etmiş... Odaları geniş ve ferah olduğundan ve her odası değişik şekilde döşendiğinden, her hafta değişik bir yere gelmişim izlenimi bırakıyordu bende, o yüzden sevmiştim burayı...Otelde kahvaltı da bu kafede verildiğinden, kendinizi nispeten renkli bir hayatın içinde buluyordunuz güne başlarken:)


Bochum’da hayat genelde saat 19:00da bitiyor, ne bir açık dükkan kalıyor ne de sokakta insanlar. Sadece barlarda bira içenler var, o da genelde yaz akşamları. O yüzden akşamları sosyalleşmek isterseniz işiniz bayağı zor. Yapılabilecek pek fazla alternatif yok. Akşam yemek yemek için ya otellerin birinin restoranını ya da Art Hotel’in de bulunduğu cadde üzerindeki kafelerden birini denemek en iyi seçenek...


Bunun dışında bu küçük şehirde yine her Avrupa şehrinde olduğu gibi büyük bir park var. Yeşil alanı gayet fazla anlayacağınız ve yaşaması çok kolay bir şehir. Zannederim hayatımızı sorun çözmeye adamış BİZler için, yaşamın bu kadar kolay ve planlı olması sorun yaratıyor ve birşeyler eksikmiş gibi geliyor. Önceki yazımda anlatmaya çalıştığım şehrin ruhunun olmaması böyle bir şey olsa gerek...

19 Nisan 2013 Cuma

4 Mevsim DÜSSELDORF



Geçenlerde hesapladım da, 1.5 yıl her hafta gitmişim Düsseldorf’a iş için. Genelde TK 1523 seferi ile gidiş, TK 1528 seferi ile dönüş şeklinde oldu seyahatlerim. Belki de uçağın hosteslerinden daha çok kullandım bu hattaki uçakları zira onlar devamlı farklı seferlerde görev alıyorlar:) Buradan da Düsseldorf’a yaklaşık 1 saat mesafedeki Bochum şehrine gidiyordum her geldiğimde. Çünkü ofisimiz Bochum’daydı. Bochum bana o kadar küçük ve ruhsuz bir şehir gibi geldi ki orada kaldığım 1 yıldan sonra artık her sabah o yolu trenle gitmeyi göze alıp Düsseldorf’ta kalmaya başladım...1.5 yıl, yaklaşık 78 hafta ediyor, arada tatilleri ve Almanya’da kaldığım hafta sonlarını falan çıkarırsak da 70 hafta gibi bir hesap çıkıyor ortaya ki ardından bakınca dile kolay dedim kendim bile:) Tabi insanın bir şehre iş için gitmesiyle, turistik amaçlı gitmesi aynı şey değil ama bunca zaman geçirince de, iş için bile gitseniz, gittiğiniz yer hakkında ciddi bir bilgi birikiminiz oluyor.


Königsallee'den Altstadt'a doğru giderken...


Düsseldorf, Ren kenarında küçük ama bir o kadar da güzel bir şehir. Bence gitmişken görmeniz gereken yerleri Altstadt (yani eski şehir), Königsallee (ki burada genelde pahalı dükkanlar, iş merkezleri var) ve Rheinturm (burası da üzerinde çok güzel bir restoranı olan Ren kenarındaki TV kulesi ve buradan manzara bir harika!)... Şehirde iki bölge var; biri daha çok Türklerin de yaşadığı, büyük tren istasyonunun ve Altstadt’ın da bulunduğu bölge, diğeri de Oberkassel denilen daha zengin ve güzel evlerin bulunduğu Ren’in diğer kıyısındaki bölge... Oberkassel bölümüne Ren üzerinden köprülerle bağlanıyorsunuz ve bu kesim gerçekten insana huzur veriyor.

Karda Königsallee

Schlossturm (Fener)
 
Ren Nehri'nin doğusunda kalan Altstadt'da yer alan Rathaus (Belediye Binası),  Burgplatz (Kale meydanı), Marktplatz (Pazar Meydanı), Schlossturm (Kule) ilk etapta uğranılacak yerler. Schlossturm aynı zamanda "Gemicilik Müzesi"ne ev sahipliği de yapıyor. Hazır Eski Şehir'den bahsediyorken, Altstadt'ın biraz daha güneyindeki Carlstadt ve buradaki Carlsplatz (Meydanı) da şehrin hareketli noktalarından biri.

Rheinturm
Altstadt
Ayrıca, Ren'in doğu yakasında biraz daha güneye inerek ulaşacağınız Medienhafen  Liman Bölgesi, modern binaları, yeni açılan restoranları ile son zamanlarda şehrin gözde semtlerinden biri haline gelmiş. 

Medienhafen

Medienhafen & Rheinturm

Medienhafen

Medienhafen



Aslına bakarsanız Düsseldorf şehrinde ve genelde Almanlar’ın yaşam tarzında huzur hakim bence. Her yer, çok yeşil ve düzenli, yaşam çok kolay, trenler, otobüsler hep zamanında kalkıyor, tabi Düsseldorf ve civarı çok kalabalık olmadığı için öyle bizim bildiğimiz aşırı trafik problemi de yok. Şehrin tam ortasındaki tren istasyonu sayesinde ister lokal trenle, ister daha pahalı ama daha hızlı olan bir trenle neredeyse Avrupa’nın her yerine günübirlik bile gitmeniz mümkün. Mesela Amsterdam’a sadece 1.5 saatte ulaşabiliyorsunuz buradan, ya da Belçika’nın çoğu şehirlerine günübirlik gidebiliyorsunuz. Ben şehrin en çok bu tarafını sevmiştim. Ve bazı haftalar, hafta sonları da Düsseldorf’ta kaldığımda bu programı uygulamıştım... Şehrin içinden, diğer şehrin içine gittiğiniz için de kesinlikle çok daha pratik ve zevkli bir yol tren ile seyahat etmek Kuzey Avrupa’da:)

Königsallee

Königsallee

Burada ne yenir derseniz, dünya mutfaklarından her şeyi bulmanız mümkün.. Benim için Düsseldorf, kuşkonmazla tanıştığım yer oldu, birçok menüsünde rastladığım için sıkça diyetime eklediğim bir yiyecek oldu kuşkonmaz. Tabi sabah kahvaltılarındaki leziz mozerella ve domatesi ve rahatça bulduğum "camembert" peynirini de unutmamak gerek:)

Yukarıda bahsettiğim gibi, Ren Nehri'nin kıyısında yer alan Rheinturm'un en üst katındaki restorandan Düsseldorf manzarasına bakarak yemek yemek denenmesi gereken bir tecrübe. Bir de lokal halk arasında KÖ diye anılan Königsalle'nin kuzey ucundaki Tritonnenbrunen (Çeşmesi)'nin hemen yanındaki Blumenstrasse (Blumen Caddesi) üzerindeki Heinemann mutlaka uğranılması gereken tarihi bir kafe. Buranın pastaları pek meşhur.

Heinemann



Oberkassel

Altstadt'ı Oberkassel'a bağlayan köprülerden biri

Oberkassel

Oberkassel
Düsseldorf aslında yaşaması rahat, insanları medeni, güzellikler içinde bir şehir ve iş yapması da çok rahat. Yani birinden iş için bir şey  istediğinizde mutlaka olumlu ya da olumsuz bir cevap alıyorsunuz ve eğer yanıt olumluysa dediği gün ve saatte o iş mutlaka hazır oluyor. Bizim pek alışık olmadığımız bir durum, değil mi? Ancak, bütün bu artılarına  rağmen şehrin ruhu yokmuş gibi geldi bana...Bu nasıl anlatılır pek bilemiyorum, belki de gidip görüp yaşayarak anlamak mümkün sadece:)


18 Nisan 2013 Perşembe

SAFRANBOLU



Safranbolu’ya bir kez yıllarca önce gitmiştim. Ama o zamandan aklımda sadece büyük bir arkadaş grubuyla gittiğimiz için kaldığımız konağın bizim tarafımızdan kapatılması, koca tepsi ev baklavasının mideye indirilmesi, taş sokaklar ve nefis lokum tadımları kalmış... İyi ki kuzenim vesile oldu da bir kez daha gittim Safranbolu’ya. Onun doğum gününü kutladık orada bu kez. 

Yemeniler...

Leziz Lokumlar...

Safranbolu sokakları


Sabah erkenden yola çıktık ve yolda Anıl’ın bizler için hazırladığı harika sandiviçleri güzel bir çay eşliğinde mideye indirdik. Tatları da en az görüntüleri kadar güzeldi:) Öğlene doğru vardık Safranbolu’ya. Yol, eskiden gittiğime göre çok daha rahat geldi bana. Hele Bolu tüneliyle epey de kısalmış gibi göründü.

Leziz Sandiviçlerimiz
 
Safranbolu denilince akla hemen safran ve lokum geliyor. Biz de kalacağımız Kahveciler Konağı’na yerleşir yerleşmez kendimizi Safranbolu sokaklarına attık. Önce çarşısını gördük, sonra güzel bir öğle yemeği yedik. Yediğimiz kebap ve bükmenin tadını pek beğendik. Bu arada çarşıda hediyelik eşyaların yanısıra adım başı karşımıza çıkan lokum tadımları da neşemize neşe kattı. Ama benim derdim bu çeşit çeşit lokumları sade değil de güzel bir kahveyle birlikte yiyebilmekti. Benim en hoşuma giden özel fıstıkla yapılmış olanıyla bir Safranbolu klasiği olan safranlı lokum oldu. Bu arada ertesi gün bir akıllılık edip bu tadımlıklardan birkaç tane alıp, kahve içmeye “Boncuk Kahve”de oturduğumuzda, lokumları  güzel bir kahve eşliğinde yemeyi başardım:) Safranbolu’da ne görülür derseniz, sokaklarında ve çarşısında gezerek değişik konakları görmenin dışında Hıdırlık Tepesi’ne çıkmak da güzel bir seçenek olabilir. Buradan Safranbolu manzarasını seyretmek de  çok keyifli...

Kazım Usta hayatı özetlemiş....

Hıdırlık'tan Safranbolu

Kahve Keyfi
Kahveciler Konağı
  
Kaldığımız Kahveciler Konağı da mekan ve işletme olarak hoşumuza gitti. Gerçekten otantik döşenmiş, ahşap kokusunu içinize çekebileceğiniz, tertemiz çarşafları olan bir mekan. Ancak, odalardaki tuvaletler o kadar garip planlanmış ki, benim gibi uzun boylu olmayan biri bile tuvaleti kullanmakta bir hayli zorlanıyor. Laz aklı diyeceğim ama olduğumuz yer doğu karadeniz değil, bir de kardenizli olduğum için ucu bana dokunacak:) Sonuç olarak sadece kötü planlama demeyi tercih ediyorum... Bir de Safranbolu’nun hamamı meşhurmuş diye duymuştuk, ben gitmedim ama gidenler bayağı mutlu döndüler hamam sefasından. 

Yenice

Yenice
Safranbolu gezimizin son gününde biraz civarı gezelim dedik ve Yenice’ye uğradık. Buradaki bir köy ziyaretinin ardından açık havada yediğimiz alabalık, ziyafet gibi geldi bize. Sonrasında da artık dönüş yolculuğumuz için geri sayıma hazırdık.