27 Ekim 2013 Pazar

MARSİLYA



Marseille yani Marsilya, Fransa’nın Paris’ten sonra 2. büyük şehri ve aynı zamanda en önemli liman kentiymiş.  Marsilya’nın biz Türklerle başka bir bağlantısı daha var. Buradaki zeytin ağaçları 2500 yıl kadar önce ilk olarak Fenikeliler tarafından Foça’dan getirilmiş.

Kuşbakışı Marsilya..

Kuşbakışı Marsilya...

Biz de  dönüş rotamızda Aix-En-Provence’dan sonra tekrar Marsilya’ya uğradık ve burayı gezmek için de bir günümüzü ayırdık. İki şehir arasındaki mesafe  30 km. Otobanı kullanarak 20 dakikalık kısa bir yolculukla Marsilya’ya ulaştık. 

Marsilya'da bir bina
 
Eski Liman'dan bir görüntü
Eski Liman (Vieux Port)

Marsilya, bölgedeki diğer şehirlerle ya da kasabalarla kıyaslandığında gerçek bir ‘büyükşehir’ havasında. Ciddi miktarda göç aldığı için de hırsızlık konusunda dikkat etmemiz konusunda uyarıldık. Şehirde ilk olarak belki İstanbul’daki trafikten bile daha yoğun bir trafik kaosu ile karşılaştık. Bir ara arabayı bir yerde bırakıp yürümenin zaman anlamında daha hızlı bir yol olacağını bile düşündük.

İlk durağımız, şehre tepeden bakan Notre Dame de la Garde (Notre Dame Katedrali), şehrin biraz dışında. Tepede olduğundan buraya arabayla gitmenin daha iyi bir yol olacağını düşündüğümüzden haritadan buraya yakın bir otoparkın koordinatlarını “Navigatörümüz Naciye”ye yükledik. Ancak otoparka vardığımızda, kapının duvar olduğunu görünce başka bir otopark aramaya koyulduk. Zar zor bulduğumuz ikinci bir otoparkta arabamızı park edip Notre Dame’a doğru gitmek isterken yol sormak için yanaştığımız Sinop’lu:) bir vatandaşın yardımıyla da aslında gitmek istediğimiz yere hayli uzakta olduğumuzu ve katedralin içinde de bir otopark olduğunu öğrendik. Bize, arabayla oraya kadar gidebileceğimizi hem de bize eşlik edebileceğini söyleyince de hiç naza çekmeden hemen bu güzel teklifi kabul ettik. 10 dakika içinde arabamızı park etmiş şehre yukarıdan bakıyorduk. Ona, Marsilya’nın ortasında bize yaşattığı Türk misafirperverliği için çok teşekkür ediyoruz. Notre Dame de la Garde,  hem Marsilya’yı kuşbakışı görmek hem de içindeki kilisenin ihtişamından dolayı görülmesi gereken yerlerden...

Notre Dame de la Gare

Notre Dame de la Gare

Burayı ziyaret ettikten sonra arabamızla şehir merkezine inip  arabayı park ettikten sonra artık turumuza yaya olarak devam etmeye hazırdık. Hemen istasyonun içinden geçerek önce Boulevard d’Anthene Caddesi’nden inip Canabiere Caddesi’nden limana doğru ilerliyoruz. Burası, üzerinde dükkanlar ve bazı kafelerin olduğu geniş bir cadde. 

Boulevard d’Anthene

Canabiere Caddesi

Liman bölgesi cıvıl cıvıl, hareketli ve kalabalık bir bölge. Artık iyice acıktığımızdan liman manzaralı bir yerde yemeğimizi yiyoruz. Sonra da limanın etrafındaki sokaklarda dolaşmaya başlıyoruz.  Rue Paradis’den geçerek  buraya çok yakın Opera Binası’nı  görüyoruz. Bu bölgede alışveriş için de birçok alternatif var ve Paris’te bir klasik olan Galerie La Fayette’in de burada iki şubesi mevcut. Biz, alışverişi boş verip biraz daha sokaklarda dolaşıyor, sonra da tekrar liman tarafında, bir gün önce Aix-en-Provence’da gördüğümüz dondurmacının buradaki şubesinden dondurmalarımızı almayı ihmal etmiyoruz. 

Opera

Liman civarındaki sokaklar

Vieux Port (Eski Liman)
Limanda tepetaklak olmak:)
Dordurmanın sunumu da tadı da güzel:)

Kısa bir liman turunun ardından bu kez limanın batı tarafında yer alan Hotel de Ville (Belediye Binası)’nın yer aldığı eski şehre doğru gidiyoruz. Burada Sergi Salonu’nu takip eden meydandan yokuş yukarı çıkıyoruz. Karşımıza çıkan Intercontinental Otel’inin manzarası ve ışıklandırması harika. Önce Place de Lenche ve sonra da Place des Moulins Meydan’larını görüyoruz. Her iki meydan da çok etkileyici meydanlar değil. Özellikle Place de Lenche hayli kalabalık bir meydan, insanlar daha çok meydanda oturup bir şeyler içiyor.

Eski Şehir'den limana bakış

Hotel de Ville

Intercontinental Hotel
 
Place de Lenche

Zaman hayli ilerleyip artık akşam olduğundan dönüşe geçiyoruz. Limandan geçerek Vieux Port (Eski Liman) durağından otelimize doğru metroya binmeden önce hemen yakındaki Galerie La Fayette’e uğrayarak marketinden yanımızda götürmek üzere peynir & şarap alışverişimizi yapıyoruz . Metroya bindikten 10 dakika sonra ise otelimizdeyiz.

Ertesi sabah havalimanına gitmeden önce, daha önce görmeye fırsat bulamadığımız Palais de Longchamp (Longchamp Sarayı) ve Amerikan Başkanı Kennedy’den ismini alan bizim sahil yoluna benzeyen Corniche President Kennedy’e gidiyoruz. 

Palais Longchamp
Palais Longchamp

Palais de Longchamp gerçekten çok görkemli bir saray ve zaman olmadığı için göremediğimiz bahçesi de çok büyük  ve içinde bir de hayvanat bahçesi barındırıyor. Corniche President Kennedy ise Pazar sabahı olduğundan koşarak ve yürüyerek sabah sporu yapanlarla dolu çok güzel manzaralı bir cadde.  Bu caddede Porte de L’Orient ve Helice De Cesar anıtlarını da görüyoruz. Hemen Helice De Cesar Anıtı’ndan devam ettiğinizde plajlar başlıyor. Marsilya’nın en önemli plajlarından biri olan Prado  Plajı da burada ama mevsimden dolayı bomboş...

Porte de L’Orient

Artık Marsilya’nın kuzeybatısında yer alan Marignane Havalimanına doğru yola çıkmaya hazırız:)

25 Ekim 2013 Cuma

AIX-EN-PROVENCE



Avignon’dan sonraki durağımız Aix-en-Provence. Burası bence, bu bölgenin en güzel ve görmeye değer şehri. Avignon’dan 90 km. mesafede olan Aix-en-Provence, aynı zamanda adını da bu bölgeden almış ya da bu bölgeye adını vermiş...

Aix-en-Provence
  

Sabah saatlerinde Avignon’dan yola çıktığımızdan, daha öğle olmadan Aix-en-Provence’a varıyoruz. Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra hemen navigatörümüz “Naciye”ye şehir merkezine en yakın otoparkın bilgilerini giriyor ve bizi Gare SNCF otoparkına götürmesini istiyoruz. O da öyle yapıyor, 10 dakika içinde merkezdeyiz. 

Place De Gaulle

Arabayı park edip her zamanki gibi yaya olarak şehir keşif turumuza başlıyoruz.  Öncelikle Place De Gaulle (De Gaulle Meydanı)’na çıkan iki büyük caddeden biri olan Victor Hugo Caddesinden ilerliyor ve meydana varıyoruz. Meydandaki büyük havuz ve fıskiye görülmeye değer. Yalnız meydanda inşaat çalışması sürdüğünden bir bölümü yaya ve araç trafiğine kapatılmış. Biz de alt geçitten geçip biraz sağa doğru ilerlediğimizde şehrin en önemli caddelerinden biri olan ve neredeyse Paris’teki Champ Elysee kadar geniş, 17. yüzyıl yapımı Cours Mirabeau’ya ulaşıyoruz. Burası, geniş kaldırımlı, üzerinde birçok kafe & restoran ve hediyelik eşya satan dükkan olan, çok fazla araç geçmeyen bir cadde. Bu güzel caddede arka arkaya dört büyük çeşme ve heykel var ve hepsi de görülmeye değer. Bu  caddedeki kafelerden birine oturup kahvelerimizi yudumluyor ve Fransa’da moda olduğu üzere, gelen geçene bakıyor, şehri ve insanlarını tanımaya çalışıyoruz.

Avenue Victor Hugo

Cours Mirabeau
Grillon Cafe-Cours Mirabeau

Cours Mirabeau’nun hemen sonundaki Chapelle des Oblats’dan sağa doğru döndüğümüzde en şirin sokaklardan birine; Rue d’Italie’ye (İtalyan Sokağı) ulaşıyoruz. Burası da birbirinden renkli hediyelik eşya dükkanlarının, restoranların ve kafelerin bolca olduğu bir yol. Bu yolun sonunda da Eglise Saint-Jean-de-Malte (St. Jean de Malte Kilisesi) var. Burayı gezdikten sonra geri dönüyor ve bu kez Cours Mirabeau’nun kuzey tarafına doğru ilerlemek için Rue Fabros üzerindeki Passage Agard denilen güzel bir geçitten geçip Adalet Saray’ının yer aldığı Place de Verdun’a ulaşıyoruz. Passage Agard da görülesi bir yer.


Passage Agard


Passage Agard
 
Place de Verdun

Bu meydandan devam ederek bu kez Rue Espariat’ta buluyoruz kendimizi.  Burada ‘Amorino’ adında harika bir dondurmacı keşfediyoruz. Sunumları da çok değişik, kornete dondurma toplarını koyarken ince ince uğraşıp gül şekli veriyorlar. Elimizde dondurmalar, Place et Fontaine D’Albertas (Albertas Meydanı)’ da buluyoruz kendimizi. Burası, meydanı çevreleyen binaların basamaklarına oturan öğrencilerin resmini yaptığı, etrafı rokoko tarzı binalarla çevrili çok güzel ve alışageldiğimiz meydanlardan çok farklı bir meydan. 

Dondurmacı:)
Place et Fontaine D’Albertas
Place et Fontaine D’Albertas
 

Buradan sonraki durağımız, aynı zamanda Postane Meydanı olan Place Richelme oluyor. Burada da birbirinden zevkli hediyelik eşya ve tabi şekerleme satan dükkanlar var. İlginçtir, hediyelik eşya satan her dükkanda birbirinden farklı bir şeyler bulmanız mümkün. Rotamızı Rue G de Saporta’ya çeviriyor ve en kuzeyde Boulevard Aristide Briand’a (Aristide Briand Bulvarı) ulaşıyoruz. Hemen sağa kıvrılıp Rue Pierre et Marie Curie (Pierre ve Marie Curie Sokağı)’nı izleyerek Rue Mignet üzerinden Eglise de la Madeleine (Madeleine Kilisesi)’ne geliyoruz.

Bu kilisenin yanıbaşındaki Place et Fontaine des 3 Ormeaux Meydan’ındaki  L’epicerie’  adlı çaycıda çaylarımızı içip biraz soluklanıyoruz. Burada çok farklı çeşitte çay var ve enteresan bir şekilde sunuluyor, demlikte gelen çayın fiyatı 4€.

Artık dönüş vakti deyip, akşam yemeğine kadar biraz dinlenmek üzere otelimize dönüyoruz. Akşam yemeği içinse birçok seçenek var ama önceden rezervasyon yapmadığımızdan ve Cuma akşamı olduğundan nispeten daha kolay yer bulacağımızı düşündüğümüz ‘Chez Charlotte’ adında daha çok bizim esnaf lokantalarına benzeyen, her gün değişen menüsünden 2’li ya da 3’lü seçim yapabileceğiniz yerel bir restoranda karar kılıyoruz. Ve şansımız yaver gidiyor çünkü restoranda son kalan boş masaya biz oturuyoruz. Burada hem fiyatlar çok uygun hem de yemekler çok lezzetli ancak servis sabrınızın sınırlarını zorlayacak derecede yavaş. Bu arada servis hızı konusunda uyarımızı da pek hoş karşılamıyorlar, eğer servis konusunda acele ederseniz azarlanmanız pek muhtemel...

Aix-en-Provemce Pazarı - Place de Verdun
 
Pazarda domatesler:)


Ertesi gün Marsilya’ya doğru yola çıkmadan önce bir kez daha Cours Mirabeau’da kahvelerimizi yudumlayıp, günlerden Cumartesi olduğu için sadece Perşembe ve Cumartesi günleri Place de Verdun’da kurulan pazarı ziyaret ediyoruz. Bununla da kalmayıp Fransız ressam ve gezgini Cezanne’ın adımlarının bir bölümünü takip ediyor ve kendimizi bir kez daha Saint Jean-de-Malte Kilisesi’nde buluyoruz. Şehirde Cezanne’ın geçtiği yollar “C” harfi ile işaretlenmiş. Biz de sonunda bu işaretlerden bir bölümünü gördüğümüz için define bulmuş gibi hissediyoruz. Sonuç olarak, Aix-en Provence’taki tek günlük  maceramız çok dolu ve bir o kadar da zevkli geçiyor bizim için.

Cezanne'ın adımları...
Cezanne'ın adımlarını takip ediyoruz...
Saint Jean-de-Malte Kilisesi'ne doğru...



23 Ekim 2013 Çarşamba

AVIGNON


Arles ile Avignon arası yaklaşık 40km. Sabah saatlerinde kahvaltımızı yapıp yola koyuluyoruz. İlk durağımız, yol üzerinde, “Canavar”ı ile meşhur Tarascon oluyor.  Burası, bir kasabadan çok büyükçe bir köy. Tarascon Canavar’ı bizdeki Van Gölü Canavar’ına  benzeyen, bu kasaba (ya da köyle) özdeşleşmiş bir yaratık. Hemen şehrin girişinde büyük bir şato var (Chateau de Tarascon), biz de bu şatoyu ve hemen yanında Paris’teki Notre Dame Kilisesi’ne benzeyen Collegiate Royale Ste-Marthe Kilise’sini geziyoruz. Ayrıca Şato’nun hemen yanı başında, bir de Tarascon Canavarı’nın heykelini yapmışlar:) Bu kısa turun ardından aracımızı turist ofisinin karşısındaki açık otoparka park edip haritalarımızı almak üzere turist ofisine uğruyoruz. Burada otopark da ücretsiz ve çok rahat bir şekilde yer buluyoruz.
Chateau de Tarascon
Collegiate Royale Ste-Marthe
Tarascon Canavarı:)

Turist ofisinde bize bilgi veren kadıncağız kıt İngilizce’sine rağmen o kadar yardımsever ki, Fransa da bu kadar içten yardım etmeye çalışan birini gördüğüm için hayrete düşüyorum. Bize hem köyün hem de tüm yörenin değişik harita ve bilgilerini veriyor. Biz de aldığımız bilgiler ışığında köyü yarım saat içinde dolaşıyoruz. Turist ofisinin hemen önündeki Avenue de la Republique’den ilerleyip Rue des Halles’e ulaştığınızda merkeze gelmiş oluyorsunuz. Bu caddenin üzerinde kemerli bir pasaj olan L’Antre de la Tarasque- Arcade  ve yine bu yolun sonundaki Hotel de Ville (City Hall)’i gördüğümüzde turumuz neredeyse bitiyor. Sokaklar ortaçağdan kalma yapılarla dolu. Burası da terk edilmiş bir köy kıvamında, yollarda pek fazla insan yok.  Biz de bu kısa turun ardından fazla zaman kaybetmeden aracımıza dönüyor ve Avignon’a doğru yolumuza devam ediyoruz.

Tarascon Sokakları...

Arcade

Tarascon

25 dakika sonra Avignon’dayız. Avignon’a vardığımızda öğlen saatleri olduğundan eşyalarımızı otele bırakıp hemen şehir merkezine gidiyoruz. Burası surlarla çevrili bir şehir. Surlardan açılmış birkaç kapı ile de şehrin merkezine ulaşıyorsunuz. Biz de, şehre araçla girmek problem olduğundan hemen St. Michel Kapı’sına yakın bir yerden girip Cours Jean Jaures Caddesi girişindeki yeraltı otoparkına aracımızı park edip şehir turumuza başlıyoruz. Rue de la Republique’i takip ederek (ki bu cadde üzerinde birçok zincir mağazalar, kafeler var) yolun sonundaki Place De L’Horloge (Saat Meydanı)’na ulaşıyoruz. Burası şehrin en önemli meydanı ve cıvıl cıvıl. Uzun süreden sonra ilk defa pek çok turiste rastlıyoruz.

Hotel de Ville

Avignon

Avignon

Buradan devam ederek Rhone Nehri üzerindeki eski bir köprü olan Pont D’Avignon’a gidiyoruz. Tekrar şehir surlarındaki kapıların birinden girerek bu kez Palais des Papes (Papalar Sarayı) ve hemen yanındaki Müze’yi görüyoruz. Avignon, aynı zamanda Papalar Şehri olarak biliniyor. Bu meydandan her yarım saatte bir Petit Train denen ve şehrin sokaklarını gezen bir tren kalkıyor. Buna binmenin bedeli ise 7€. Biz de önce yemeğimizi yiyip sonra tren turunu almaya karar veriyoruz.

Pont D’Avignon
Rhone Nehri
Kayalara gizli sokak sanatçılarını bulabildiniz mi??
Şekerlemeler!!

Yemek için bu meydanda ve çevresinde pek çok alternatif var. Tercihimiz hemen yakındaki "Hotel de Palais de Papes" otelinin restoranı olan “Le Lutrin” oluyor. Servisi bir Fransız klasiği olarak yavaş olsa da yemekleri fena sayılmaz. Yemek sonrasnda 45 dakikalık tren turumuzu yapıyor ve sonrasında şehri yaya olarak keşfetmeye devam ediyoruz. Araçların giremediği yaya yolundan geçerek Les Halles (Meyve-Sebze hali)’ne gidiyoruz. Halin bulunduğu meydan da, güzel bir meydan ve şansımıza buradaki pazara rastlıyoruz. Amacımız, üzerinde kafeler ve hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğunu duyduğumuz Rue des Teinturiers’e (Teinturiers Caddesi) gitmek. Burayı bulmasına buluyoruz ama ne yazık ki caddede ne olduğunu anlayamadığımız bir inşaat var, bütün dükkanlar kapalı, hatta yollar kazılmış, toprak yol kıvamında... Biz de Place Des Halles Meydanı’na geri dönüp bir yorgunluk kahvesi içmeye karar veriyoruz.


Petit Train
Place De L’Horloge
Rue de la Republique
Avignon

Günün geri kalanında otelimize dönüp biraz dinlendikten sonra akşam yemeğimizi yemek için tekrar şehir merkezine geliyoruz. Bu kez, adını seyahat sitelerinden duyduğumuz merkezdeki restoranlardan birini seçiyoruz. Restoranımızın adı “La Cuisine du Dimanche”, sahibi Marie her gün halden aldığı taze sebzelere göre menüsünü belirliyormuş. Fiyatlar pek ucuz sayılmaz ama Fransa koşullarında pahalı da sayılmaz (ana yemekler 25-35€ aralığında). Lezzetli ve çok doyurucu bir yemek yiyip çay ve kahvelerimizi içtikten sonra artık Avignon maceramızın da sonuna geliyoruz.

La Cuisine du Dimanche

Günlük Menü