6 Mart 2014 Perşembe

TRABZON demek...



Yarı Akdeniz yarı Karadeniz’li olsam da kendimi hep Karadenizli  hissettim. Belki de fazla sıcağı ve sıcakla gelen o uyuşukşuğu sevmediğimden ya da belki Karedeniz insanının çalışkanlığını sevdiğimden... Baba ocağım Trabzon, ama benim orayı ilk ziyaretim, yıllar önce çocukken gittiğim seferi saymazsak, 2006'da oldu.


Trabzon denildiğinde benim aklıma, bir şehirden çok yeşilin tonlarıyla harmanlanmış yaylaları geliyor.  Gerçi bu yaylaları ayrı bir yazımda kısmen anlatmıştım ama hem Trabzon’da hem de Rize gibi komşu illerdeki Karadeniz yaylalarının kelimenin tam anlamıyla çok ayrı bir atmosferi olduğunu düşünüyorum.

Maçka'ya doğru...

Bu küçük girizgahtan sonra gelelim şehir olarak Trabzon denildiğinde benim aklıma gelenlere... İlk adını duyduğumda pek şaşırdığım Taksim’den başlayayım anlatmaya... Şehrin merkezi sayılabilecek bir noktada beş yolun kesiştiği bir yer burası. Taksim’e açılan sokaklardan biri olan Uzun Sokak en eski sokaklardan biri. Bu sokak aynı zamanda Mimar Sinan Caddesi olarak da biliniyor. Cadde üzerindeki sokaklardan birinde eskiden Kostaki Konağı olarak bilinen Trabzon Müzesi  var ve adı gibi uzun olan bu sokağın diğer ucunda da Kanuni Evi yer alıyor.  Muhteşem Süleyman olarak bilinen Kanuni Sultan Süleyman, 1495’de şimdilerde Kanuni Evi olarak bilinen evin de yer aldığı Ortahisar’da doğmuş ve 15 yaşına kadar Trabzon’da yaşamış.  

Trabzon Müzesi


Kanuni Evi
Bu sebeple Osmanlı tarihinde Trabzon’un ayrı bir önemi var, Manisa ve Amasya ile birlikte Şehzadeler Şehri olarak bilinen bir yer burası... Şehri boylu boyunca bölen Tanjant Caddesi’nin diğer adı da Yavuz Sultan Selim Caddesi. İsmini de buradaki son sancak beyi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın babası olan Yavuz Sultan Selim’den alıyor.


1200lü yıllarda bir manastır kilisesi olarak yaptırılan Ayasofya Müzesi  1461’de şehrin Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden sonra da kilise olarak kullanılmaya devam etmiş.  1584 yılında camiye dönüştürülen yapı, hemen sahil yolunun üst tarafında ve şehrin doğusunda harika manzaralı bir yer.  1964’de müze haline getirilen yapı benim gittiğim dönemde hala müzeyken, Haziran 2013’de tekrar cami olarak ibadete açılmış.

Ayasofya Müzesi
Karadeniz’deki birçok şehirde şehrin en tepelik noktasında Boztepe denilen bir bölge yer alıyor. Giresun, Samsun, Ordu ve Rize de olduğu gibi Trabzon’da da şehrin en yüksek noktasında  Boztepe var ve buradan şehri ve Karadeniz’i seyredip kahve ya da çayınızı yudumlamak ayrı bir zevk.

Boztepe'den manzara
Söz tepelerden açılmışken, Soğuksu semtinde hayli tırmanılarak çıkılan bir noktada çam ağaçları içinde yer alan Atatürk Evi de mutlaka görülmesi gereken yerlerden. 30lu yıllarda Atatürk’ün şehri ziyareti sırasında konuk edildiği köşk, onun ölümünden sonra o dönem kullanılan eşyalarla dekore edilerek müze haline getirilmiş. Müze dıştan ve müze olarak çok güzel bir bina, ancak zaman zaman çok kalabalık oluyor ve fotoğraf çektirmek isteyen gelin ve damatlarla dolup taşıyor. Köşkün bahçesindeki kafede çay içmek çok zevkli olsa da hizmet kalitesi ne yazık ki bir o kadar kötü.

Atatürk Evi
 

Trabzon demişken, mutfağına değinmeden olmuyor haliyle. Tüm Karadeniz'de olduğu gibi balığın özellikle de hamsinin sıkça kullanıldığı bir mutfak Trabzon mutfağı. Herkesin bildiği, tatmamış olsa bile adını duyduğu hamsi kuşu, içli tava hamsiyle yapılan yemeklerden sadece birkaçı. Ama balık dışında da özellikle yaylalarda peynir, tereyağı ve sebze ile yapılan yöreye özgü pek çok yemek var. Bunlardan bazıları trabzon peyniri, tereyağı ve mısır unu ile yapılan kuymak (ki bazıları bunu muhlama olarak da biliyor), etli pazı sarması, bir çeşit taze fasulyeli pilav olan dible, muhallebili börek diyebileceğimiz laz böreği ve trabzon pidesi...


Hazır söz yemekten açılmışken, Trabzon’da özellikle sahilde Akçaabat’taki köftecilerden köfte yemenizi önermeden geçemeyeceğim. Trabzon’dan Akçaabat yönüne giderken sahil tarafında birçok köfteci  var. Bunlardan en ünlüsü ve en eskisi bildiğim kadarıyla Nihat Usta. Bir de Cemil Usta varmış. Ben iki sefer de Nihat Usta’nın yerinde yedim ve memnun kaldım. Nihat Usta 1970li yıllarda 40 kişilik küçük bir lokantayken şimdi 600 kişilik büyük bir restoran olmuş, Cemil Usta da yine 1970li yıllarda açılmış ve şimdilerde Trabzon da 4, Samsun’da 1 ve İstanbul’da da bir şubesi varmış. Akçaabat köftesi nasıl yapılır derseniz, dana ve öküz etlerinin kıyma haline getirilip ekmek ve sarımsak eklemesiyle yapılırmış..


Trabzon’da Kalkanoğlu Pilavı’ndan bahsetmeden geçmek olmaz sanırım. Sahil Yolu’na açılan sokaklardan biri olan Sandıkçılar Sokak ile Kalkanoğu Caddesi’nin kesiştiği noktaya çok yakın bir yerde yer alan Kalkanoğlu’nda kavurmalı et ve pilavla hoşafını yemeden Trabzon’dan ayrılmayın derim. Köfteciler kadar büyük bir restoran olmadığından daha az tursitik ama yine de zaman zaman yer bulmak sorun olabiliyor.


Son olarak Uzun Sokak üzerindeki Çardak Pide’de Trabzon pidesinin tadına bakmadan Trabzon turunuzu tamamlamış sayılmazsınız. Peynirli, kıymalı ve yaprak kıymalı çeşitlerinden ağız tadınıza uygun bir çeşidini denemeniz tavsiye olunur.  Diyeceğim o ki, benim de çocukluğumdan beri hamsisinden diblesine kadar çokça aşina olduğum bir mutfak Trabzon mutfağı. Ancak insan aşina olsa da bu tatları yerinde yemenin zevki ayrı:)


Trabzon sadece merkezini gezeceğiniz bir şehir değil, aynı zamanda Maçka, Çaykara, Akçabat, Araklı gibi ilçelerinde  yer alan yaylaları ve yine Maçka’daki  Sümela Manastırı ile meşhur bir yer. Ama tabi buralarda anlatılacaklar ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun. Oraları da bir başka yazıya bırakıyor ve Karadeniz’in Samsun’dan sonraki ikinci büyük şehrinin bana hatırlattıklarını burada sonlandırıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder