7 Aralık 2017 Perşembe

CHOBE Milli Parkı - BOTSWANA


Zimbabwe’nin güney batı sınırında yer alan Chobe Milli Parkı, beş büyük diye nitelenen aslan, leopar, fil, gergedan ve bizona ev sahipliği yapıyor. Burası, vizesiz girilebilen Botswana sınırları içinde. Ancak buraya Zimbabwe’den geçmeyi düşünüyorsanız ve bizim yaptığımız gibi Zimbabwe’ye geri dönmeyi planlıyorsanız Zimbabwe’ye ilk girişinizde 45 Dolar karşılığında çift girişli vize almak gerekiyor.

Zimbabwe-Botswana Sınırı


Biz de sabah çok erken bir saatte Victoria Falls’tan yola çıkıp 1.5 saat içinde Botswana sınırına ulaşıyoruz. Aracımızla Zimbabwe sınırını geçer geçmez Botswana girişinde safari yapacağımız cipler bizi karşılıyor. Ciplerimize binerek Chobe Milli Parkı’na doğru ilerleyip yarım saat içinde parkın Sedudu Kapısı’na ulaşıyoruz. 

Chobe Milli Parkı'na Doğru...

Chobe Milli Parkı'na Doğru...

Chobe Milli Parkı'na Doğru...

Chobe Milli Parkı'na Doğru...
 

Safari esnasında en fazla gördüğümüz hayvanlar fil ve antilop oluyor. Tam çıkarken karşımıza çıkan zürafa da bizi oldukça heyecanlandırıyor. Chobe’de 120.000 filin yaşadığını öğreniyoruz. Zebraların çizgilerinin beyaz üstüne siyah mı, siyah üstüne beyaz mı olduğu sorgulamaları arasında dünyada 750.000 zebra yaşadığını da öğreniyoruz. Ayrıca, bütün bu vahşi hayvanlar arasında popülasyonu en az olanının 97.000 adetle zürafa olduğu bilgisini alıyoruz.

Chobe

Chobe

Chobe

Chobe

Chobe

Chobe

Chobe

Milli Park’ın içinden geçen ve Zambezi Nehri’nin bir kolu olan Chobe Nehri üzerinde Sedudu Adası denilen bir ada var. Milli Park içinde veya çok yakınında kalınacak “lodge” şeklinde düzenlenmiş otel alternatifleri de mevcut. Biz burada kalmasak da Chobe Nehri’nin kenarında milli parkın hemen dışında yer alan Chobe Safari Lodge da güzel bir öğle yemeği yiyoruz. Öğleden sonra da bu otelin iskelesinden bindiğimiz nehir gemisiyle bu kez nehir üzerinden safarimize devam ediyoruz.


Chobe Safari Lodge

Chobe Nehri

Sedudu Adası

Chobe Nehri

Chobe Nehri

Chobe Nehri'nde Su Aygırları

Chobe Nehri'nde Timsahlar

Güzel bir günün ardından tekneden inerek aracımızla tekrar önce sınıra, oradan da Zimbabwe sınırında bıraktığımız aracımıza binerek tekrar Victoria Falls’a dönüyoruz.

6 Aralık 2017 Çarşamba

ZIMBABWE'nin Güney Batısındaki Şelale Şehri: VICTORIA FALLS


Victoria Falls, Güney Afrika’nın kuzeydoğu komşusu Zimbabwe’nin güneyinde yer alan  ve Zambia ile sınır oluşturan Victoria Şelalesi’ne ev sahipliği yapan şehir. Bu şelale, değişik büyüklük kategorilerine göre sıralanan şelaleler arasında 1.7km.lik genişliği ile en uzun olanı. Hazır büyüklüklerden söz açılmışken, Amerika ve Kanada arasında yer alan Niagara Şelalesi debisi en fazla olan, Arjantin ve Uruguay arasında yer alan Iguazu Şelalesi ise en yüksekten akan şelale kategorilerinde birincilikleri elde tutuyorlar.

Victoria Falls

Victoria Falls


Victoria Falls’a, Johannesburg’dan 1.5 saatlik bir uçak yolculuğu ile ulaşıyoruz.  Büyük bir şehirden çok şelaleden dolayı oldukça turistik bir kasaba burası. Büyük otellerden ziyade “lodge” denilen tatil köyleri mevcut. Kasabada yerel halk oldukça fakir. Ancak turistik bölgedeki oteller hayli gelişmiş. Biz de bu tatil köylerinden biri olan Kingdom’da konaklıyoruz. 

Victoria Falls Havalimanı

Odamızdan manzara , Kingdom


Havalimanından otele giderken kasabanın iki ana caddesinden de geçerken yerel halkın yaşadığı kulübeleri görüyoruz. Ancak turistler ve yerel halk birbirinden oldukça kopuklar. Alışveriş yapmak niyetindeyseniz mutlaka pazarlık yapmak gerekiyor. Özellikle yerel satıcıların toplandığı sabit pazarda pek çok hediyelik eşya var. Özellikle bir şeyler satmak isteyen yerel halk yer yer çok yıpratıcı olabiliyor. 100 Dolar istenen bir mal pazarlıkla 20 Dolara kadar inebiliyor. Ancak bu pazarlık ritüeli bir süre sonra çok yorucu olmaya başlıyor. Kısacası burada alışveriş zor zanaat :)


Pazar

Pazar


Victoria Falls’taki ilk akşamımızda şelaleyi de oluşturan Zambezi Nehri üzerinde tekne ile yemekli bir tur yapıyoruz. Bu turlar belirli bir noktadan kalkıyor ve 2 saat sürüyor. Turları yapan birkaç firma var ama en bilinenlerden biri Zambezi Explorer. Tekneden gün batımını seyretmek ayrı bir zevk ve buraya gelmişken mutlaka yapılması gerekenlerden.

Zambezi

Zambezi

Zambezi


Ertesi gün İskoç kaşif Livingston’un dünyaya tanıttığı Victoria Şelalesi’ni ziyaret ederek güne başlıyoruz. Suyunun en yoğun olduğu döneme denk gelemediğimizden bazı yerlerde akan su azalmış olsa da şelale pek görkemli akıyor. Şelale bir milli park içinde ve girişi 30 Dolar. Bu arada Zimbabwe’de yaşanan %500.000’lik enflasyon sonrası para birimi USD’ye değişmiş. Ancak piyasada dolar sıkıntısı çekildiği söyleniyor. Yerel rehberimiz George’un anlattığına göre halk, uzun yıllar sonra görevinden ayrılan Mugabe’nin yerine geçen başkandan çok umutlu görünüyor.


Victoria Şelalesi

Victoria Şelalesi

Victoria Şelalesi



Şelalenin bitiş noktasında, 1905 yılında yapılan 192 metrelik Victoria Falls Arch Bridge (Victoria Falls Köprüsü) yer alıyor. Biz rastlayamadık ama buradan bungee jumping yapanları izlemek mümkünmüş. 

Köprü


Şelale ziyaretimizin ardından Ko Mpisi köyünü ziyaret ediyor ve köy yaşamı ile ilgili bilgi alıyoruz.  Köy ziyaretinden sonra Victoria Falls merkeze geri dönüyoruz. Buraya yolunuz düşerse “Look Out Cafe” adında Zambezi Nehri manzaralı kafeye de uğramanızı tavsiye ederim.

Mpisi Köyü

Mpisi Köyü

Mpisi Köyü



Son olarak, Boma adındaki yerel av etleri sunan ve dans ve davul gösterilerinin de olduğu restorana uğramadan Victoria Falls ziyareti eksik kalmış olur. Biz de ikinci gecemizde yemeğimizi burada yiyor ve güzel bir akşam geçiriyoruz. 

Victoria Falls, aynı zamanda batıdan Chobe Milli Parkı’nın yer aldığı Botswana ile kara sınırını paylaşıyor. Doğal güzellikleriyle de tüm ilkelliğine rağmen bana göre bu bölgede gerçekten görülmesi gereken noktalardan biri.

5 Aralık 2017 Salı

JOHANNESBURG


Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti olmasa da en büyük şehirlerinden biri olan Johannesburg, aynı zamanda ülkenin Anayasa Mahkemesi’ne de ev sahipliği yapıyormuş. Buraya Zimbabwe’nin Victoria Falls şehrinden 1.5 saatlik ama 2 saat rötarlı bir uçuşla ulaştığımızda vakit akşam olmuştu bile...

Kısaca Joburg veya Jozi olarak anılan Johannesburg’a daha gitmeden önce aldığımız güvenlikle ilgili uyarılar, şehre vardığımızda da artarak devam etti. Hal böyle olunca da, bırakın akşam saatlerini, gündüz saatlerinde bile şehir merkezinde elini kolunu sallaya sallaya gezemeyeceğimiz bir ziyaret yapacağımızı anladım. 

Johannesburg
 

Ertesi gün ilk durağımız, otelimizin de bulunduğu kuzeyde yer alan Sandton kesimindeki Nelson Mandela Meydanı ve hemen bu meydanın yanındaki alışveriş merkezi oluyor. Daha sonra Nelson Mandela’nın son yıllarını geçirdiği ve merkeze yakın Houghton semtinde yer alan evini de dışarıdan görüp Johannesburg şehir merkezi turumuzu mecburen aracımızla yapmak üzere yolumuza devam ediyoruz.

 
Nelson Mandela Meydanı

Nelson Mandela'nın son yıllarını geçirdiği ev


Şehir merkezinin cadde ve sokaklarını araçla gezerken tren istasyonu, Afrika Müzesi, Market Theater, Gandhi Meydanı’ndan geçiyoruz. Caddelerde yer yer uzun kuyruklar gözümüze çarpıyor. Şehrin biraz batısında yer alan ve Soweto (South West Township’in kısaltması) kesiminde şehrin çoğunluğunu oluşturan siyahların oturduğu evler var. Bu evlerin bazıları teneke evler, bazıları ise son dönemde elden geçirilerek yenilenmiş evler. Ancak biraz yenilenmiş evler bile güvenlik amacıyla elektrik tel ve demir kapılarla çevrelenmiş. Şehrin bazı kesimlerinde güvenliği sağlamada polis ve asker yetersiz kaldığı için özel birimlerin görev yaptığını öğreniyoruz.  

Afrika Müzesi

Johannesburg Caddeleri

Johannesburg Caddeleri

Soweto
 

Soweto ile şehir merkezi arasında yer alan Orlando semtinde Nelson Mandela’nın tutuklanana kadar ailesiyle yaşadığı evi de ziyaret ediyoruz. Buraya giriş 60 Rant (yaklaşık 20 TL). 

Johannesburg’da 24 saatten daha az bir süre kalıyoruz. Ancak şehirde ne yazık ki  bir yerleri güvenli olarak  gezip görmek mümkün olmadığından daha uzun kalınsa da yapılabilecek pek fazla alternatif yok.Yolunuz bu şehre düşerse, normalden farklı olarak şehir merkezi yerine, nispeten daha güvenli olduğu söylenen Sandton gibi sonradan gelişen ve daha zengin nüfusun yaşadığı semtlerde konaklamakta fayda var.

4 Aralık 2017 Pazartesi

CAPE TOWN


Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en önemli şehirlerinden ve Pretoria, Bloemfontein ile birlikte başkentlerinden biri olan Cape Town İstanbul’dan uçak hızıyla 11.5 saat uzaklıkta. THY’nin tarifeli seferiyle sabaha karşı kalkan uçakla saat farkı da sadece 1 saat olduğundan (yaz saati uygulandığı aylarında saat farkı yok) öğle saatlerinde Cape Town’a ulaşılıyor.

Cape Town denilince ilk akla gelen yerlerden biri Masa Dağı. Ancak ne yazık ki buraya çıkmak hava durumundan dolayı her zaman mümkün olmuyor. Ancak bulutların hızla kapamadığı açık, güneşli ve az rüzgarlı günlerde çalışan teleferik ile 1085 metrelik Masa Dağı’na çıkmak mümkün oluyor. Biz de uçaktan iner inmez ayağımızın tozuyla güzel havadan faydalanarak ilk iş olarak Masa Dağı’na gittik. Buraya çıkan teleferiğin döner tabanı sayesinde çıkarken bile 360 derece seyirli bir şekilde 1067 metreye çıkılıyor. Bundan sonrası da artık güzel fotoğraf almak için size kalmış. Teleferiğin hemen yanında bir kaç merdivenle çıkılan kafede manzaranın seyrine dalarak kendinize küçük bir mola verebilirsiniz. 

Masa Dağı'na çıkarken Cape Town

Teleferik

Masa Dağı'ndan Cape Town

Kafe ve Atlas Okyanusu

Masa Dağı'ndan Atlas Okyanusu
 

Cape Town, modern bir şehir olmasına rağmen Güney Afrika’nın çoğunda olduğu gibi zenginler ve fakirler arasındaki çok büyük gelir farkından dolayı pek güvenli bir şehir sayılmaz. Zenginlerin yaşadığı bölgeler ve evleri elektrikli teller, parmaklıklar gibi pek çok mekanizmayla korunuyor. Genelde gündüzleri sokaklar daha güvenli ama geceleri zengin bölgelerde bile sokağa çıkarken dikkat etmek gerek. 

Cape Town denilince görülmesi gereken başka bir nokta da Waterfront denilen sahil kesimi. Burada pek çok restoran, mağaza ve büyük bir alışveriş merkezi var. Ayrıca en uç noktasında fokları gözlemleyebileceğiniz bir iskele de mevcut. Biz de ilk günümüzü otele yerleşip biraz dinlendikten sonra Waterfront’ta Quay4 isimli daha önceden methini duyduğum bir restoranda tamamlıyoruz. Yemekleri hayli güzel ama belki de kalabalıktan olsa gerek servisleri çok yavaş. Önceden kararlaştırılan yemeğimizi tamamlamamızın 3 saati bulduğunu söylersem sanırım yavaşlık hakkında bir fikir vermiş olurum.

Waterfront

Waterfront

Waterfront
 

Western Cape denilen ve Cape Town’dan başlayıp en uç noktası Ümit Burnu olan bölge de ayrıca gezilip görülmesi gereken bir yer. Cape Town merkezinden başladığımız rotada sırasıyla Clifton Bay, Camps Bay’i takip ederek Hout Bay’e ulaşıyoruz. Buradan tekneye binerek oldukça dalgalı bir suda Duiker Adası’nda meşhur “kürklü fok”ları görüyoruz. Geri dönüp yola devam ediyoruz. Buradan güneye inen normal yolun dışında ikinci ve daha güzel olan diğer bir alternatif de Chapman’s Peak Drive. Bu yol, pek çok seyahat kitabında yer alan manzarasıyla ünlü tarihi bir yol. Ancak girişi paralı olduğundan dolayı genellikle turlar bu yolu kullanmayı tercih etmiyorlar. Biz rehberimiz Veysel Bey’in sayesinde buradan da geçme fırsatı bulduk. Bu yolu takip ederek  Noordhoek üzerinden Western Cape yarımadasının doğu tarafına ulaşarak penguenleri izleyeceğimiz Simons Town’da yer alan Boulders’ Beach (Boulders Plajı)’na ulaştık. Buraya giriş ücreti 75 Rant (yaklaşık 25 TL). Ancak buraya girmek istemezseniz hemen yanındaki halk plajından da penguenleri gözlemlemek mümkün. Biz gittiğimizde (Kasım sonu) penguenlerin yaklaşık 1 ay süren tüy dökme dönemine denk geliyoruz. Penguen ziyaretimizden sonra hemen halk plajının yanındaki Seaforth adlı restoranda deniz ürünlerinden oluşan yemeğimizi yiyoruz ve bu yemekten memnun ayrılıyoruz. 

Hout Bay

Duiker Adası

Chapman's Peak Derive

Boulders' Beach
 

Yemek sonrası hedefimiz Afrika’nın en güney batı ucu olan Ümit Burnu (Cape of Good Hope) ve hemen buranın yukarısında yer alan ve şimdilerde kullanılmayan deniz fenerinin yer aldığı Cape Point. Ümit Burnu’nun alamet-i farikası tabelanın önünde foto çekimlerimizi yapar yapmaz aracımızla Cape Point’a doğru gidiyoruz. Ancak araçla belli bir noktaya kadar çıkılıyor buradan ister teleferikle ister yürüyerek fenerin olduğu tepeye çıkmak mümkün. Hem Ümit Burnu hem de Cape Point, Table Mountain National Park (Masa Dağı Ulusal Parkı) içinde yer alıyor ve girişi 145 Rant (yaklaşık 40 TL). Ancak Cape Point’e çıkan teleferik için ayrıca 65 Rant (yaklaşık 23 TL) ödeniyor. 

Ümit Burnu

Ümit Burnu'nda Ben:)

Cape Point'den Ümit Burnu

Bu ziyaretlerle tamamladığımız günümüzden sonunda  tekrar Cape Town merkeze dönüyor ve akşam yemeği için yine Waterfront Bölgesi’nde alıyoruz soluğu. Cape Town’daki son günümüzde ise ilk olarak Signal Hill’e gidiyoruz. Adını siyahların köleliğinin sona erdirildiğini belirten topların atıldığı tepe olmasından alan tepeden, yamaç paraşütü yapanları izlemek ve Nelson Mandela’nın uzun yıllar hapis tutulduğu Robben Adası ‘nı kuş bakışı görmek mümkün. Ve tabi şehrin pek çok yerinde yer alan büyük fotoğraf çerçevelerinden burada da var. Bir Cape Town klasiği olarak, bu çerçevenin arkasına geçip arkamıza Masa Dağı manzarasıyla kendimizi fotoğraflamayı da ihmal etmiyoruz. 

Signal Hill’den sonra aslında Malezyalıların çoğunlukla yaşadığı bir bölge olan ve renkli evleriyle meşhur Bo Kaap Bölgesi’ne uğruyor ve buradaki renkli evleri fotoğrafladıktan sonra “İyi Dilekler Şatosu” (Castle of Good Hope)’na  gidiyor ve burayı fotoğraflıyoruz. Sonra da Cape Town’un benim gördüğüm tek parkı olan “The Company’s Garden” adındaki parkından geçerek otelimizin de çok yakınında yer alan Long Street ve Green Market’a uğruyoruz. Parkın bir ucunda siyahi hareketin önemli isimlerinden biri olan Desmond Tutu’nun da bir dönem görev yaptığı St. George Katedrali, diğer ucunda ise Afrikan Müzesi yer alıyor.  Long Street pek çok mağaza ve kolonyal yapıların olduğu adı gibi “uzun” bir cadde. Burada yer alan ve caddenin bir binaya resmedilmiş Güney Afrika bayrağı olan ucuna ulaşmadan hemen önce yer alan Long Street Cafe de burada meşhurmuş. Biz de burada bir şeyler atıştırıp caddede yürüyüşümüze devam ediyor, bu uzun caddeyi kesen ve kilisenin de bulunduğu sokağın içinde yer alan Green Market’a uğruyoruz. Burası pek çok yerel hediyelik eşya ürününü bulabileceğiniz açık bir Pazar. Ancak Güney Afrika’da özellikle bu çeşit pazarlarda alışveriş yapmak biraz sancılı. Zira pazarlıksız hiçbir şey almak mümkün olmadığı gibi satıcılardan yakanızı sıyırmak da hayli zor. Bu tarz alışveriş son dönemlerde pek tercih ettiğim bir yöntem olmadığından pek alışveriş yerine fotoğraf çekmekle yetiniyorum:)

Bo Kaap

Bo Kaap

Bo Kaap

Bo Kaap

İyi Dilekler Şatosu

Long Street

Long Street

Long Street Cafe

Green Market
 

Cape Town’daki son gecemizde de aynı zamanda yerel dans gösterilerinin de yapıldığı ve Waterfront Bölgesi’ne yakın bir noktadaki “Gold Opulent Africa” adlı restorana gidiyoruz. Burada Afrika’nın özelliklerini yansıtan dans ve müzik gösterileri eşliğinde yerel tatlardan oluşan bir menü sunuluyor.

Gold Opulent Africa

Gold Opulent Africa
 

Diyebilirim ki, Cape Town belki de Güney Afrika’nın hatta Afrika’nın en modern şehirlerinden biri. Zenginler harika evler ve mekanlar arasında, ancak teller arkasında harika bir hayat yaşarken fakirler de gerçekten fakir. Belki de bu uçurumdan olsa gerek şehirde istediğiniz sokakta rahatça yürüyerek dolaşmak pek mümkün değil.  Bir yerden bir yere giderken ya otellerin tahsis ettiği araçları ya bildiğiniz taksileri ya da özel aracınızı kullanmak zorunda kalıyor insan. Bu da açıkçası turist olarak gezmek istediğiniz bir yerde insanı yoran bir durum yaratıyor. Yine de özellikle penguenleri, fokları, harika manzaraları ile Cape Town,anılarımda oldukça farklı bir noktaya oturuyor.