23 Temmuz 2017 Pazar

OSLO



Norveç’in başkenti Oslo’ya THY’nin tarifeli seferi ile yaklaşık 3.5 saatte ulaşıyoruz. Havalimanı, şehir merkezinden 35 km. uzaklıkta ve merkeze gitmek için taksi dışında shuttle otobüs, lokal tren ve “Flytoget” adındaki özel bir tren kullanabilirsiniz. Bunlardan en pratik olanı lokal tren. Hem lokal tren hem de Flytoget 25 dakikada şehir merkezine ulaşıyor. Tek farkları ”Flytoget”in fiyatının lokal trene göre pahalı olması ama hem daha az talep gördüğü hem de sadece havalimanı ve şehir merkezi arasında çalıştığı için daha tenha olması.  Biz de hemen havalimanı binası içinden erişilebilen tren istasyonuna gidiyor ve girişindeki makinelerden bilet alarak lokal trenle şehir merkezine gidiyoruz. Bilet ücreti kişi başı 93 Norveç Kronu (yaklaşık 40 TL).

Oslo S


Trenimize bindikten yarım saat sonra merkez tren istasyonunda (yani Oslo S durağında) ve dolayısıyla şehir merkezine çok yakın olan otelimizdeyiz. Eşyalarımızı bırakıp hemen dışarı çıkıyor ve Oslo’yu tanımaya başlıyoruz. İlk durağımız, Aker Brygge denilen liman bölgesi oluyor.  Otelden çıkıp Oslo’nun merkezi sayabileceğimiz Karl Johans Caddesi’nden ilerleyerek, önce sağda Katedrali sonra biraz daha ilerleyerek Parlamento Binası’nı görüyoruz. Bu yolun en sonunda ise parkın içinde Kraliyet Sarayı yer alıyor. Aker Brygge’ye ulaşmak için ise Parlamento Binası’nı geçer geçmez sola dönerek City Hall (Belediye Binası)nın yanından geçip deniz tarafına ilerlemek gerekiyor.  Karl Johans Caddesinde Parlamento Binası’nın hemen karşısında Oslo’nun en meşhur ve belki de binası en göze çarpan oteli Grand Hotel yer alıyor. Yine bu meydanda parkın hemen yanında National Theater (Ulusal Tiyatro)nun güzel binası da karşımıza çıkıyor. Parlamento Binası, Grand Hotel ve hemen bu meydandaki parkı fotoğraflayıp City Hall (Belediye Binası)na doğru ilerliyoruz. City Hall, aynı zamanda Nobel Barış ödüllerinin verildiği binaymış. Hemen yanında Nobel Peace Center (Nobel Barış Merkezi) yer alıyor.  Nobel ödülü verildikten sonra, ödülü alan kişi, bir gelenek olarak Grand Hotel’in balkonundan halkı selamlarmış. 

Katedral

Parlemento Meydanı ve Grand Hotel

Parlemento Binası

City Hall




Nobel Barış Merkezi
 

Belediye Binası’nın bulunduğu geniş meydanda pek çok hediyelik eşya dükkanı ve restoran, kafe var. Ancak biraz daha sabredip liman bölgesindeki kafe ve restoranlarda mola vermenizi tavsiye ederim. Limanı karşımıza aldığımızda sol tarafta Akershus Kalesi sağ tarafımızda ise yeni yapılan modern yapılı liman bölgesi Aker Brygge yer alıyor. Bu ikisinin arasında ise adalara giden feribotlar ve deniz otobüsleri ile fiyort turu yapan turistik teknelerin kalktığı iskeleler yer alıyor. Aker Brygge’nin denizle buluştuğu en uç noktada ise Modern Sanat Müzesi, Astrup Fearnley Museum of Modern Art var.


Aker Brygge

Aker Brygge

Astrup Fearnley

Aker Brygge'den Kale
 

Oslo denilince benim ilk aklıma gelen yer Aker Brygge. Burada mutlaka zaman geçirin. Buradan körfezin ve görülebilen adaların manzarasını ve yakalayabilirseniz güneş batımını mutlaka seyredin. Güneş batımı demişken, yaz aylarında öyle alıştığımız gibi erken saatlerde batmıyor güneş buralarda. Saat 23:00’e gelirken batmaya başlıyor ve ben gökyüzünün tamamen simsiyah olduğuna tanık olamadım. Tabi kış aylarında da tam aksine güneş bir türlü doğmuyormuş...

Lekter'n

Aker Brygge

Lekter'n
 

Ertesi gün ilk durağımız Kale oluyor. Kaleyi gezdikten sonra liman bölgesine inerek 3 No’lu rıhtımdan kalkan Viking Gemisi görünümlü yelkenli tekne ile Adalar’ın yakınından geçen ve böylece fiyordun değişik bölgelerini görme şansı tanıyan 2 saatlik fiyort turu yapıyoruz. Tur ücreti 299 Kron (yaklaşık 140 TL). Adalar arasında dolaşmak bölgeyi tanımak açısından zevkli ama adaların çoğu doğal koruma alanı olduğundan pek fazla ev yok, üzerinde yaşanılan birkaç adadaki evin de arsaları hazineye aitmiş ve bu yüzden de evler pek el değiştiremiyormuş.

Kale

Kale

Kale

Fiyort Gezi Gemisi

Adalar

Fiyort turu


Öğleden sonra bu kez rotamızı şehrin biraz daha kuzeyinde yer alan daha bohem bir bölge olan Grünerlokka’ya çeviriyoruz. Buraya giderken geçtiğimiz Damstredet, çok şirin eski evlerin olduğu yokuşlu küçük bir sokak. 

Damstredet

Damstredet
 

Grünerlokka , Katedralin kuzeyinde kalan Youngstorget Meydanı’nın daha kuzeyinde Akerselva Nehri’nin kuzeydoğusunda yer alan bir bölge. Buradaki Olaf Ryess Plass (Olaf Ryess Meydanı) ile buraya açılan caddeler, kafeler ve restoranlarla dolu. Ayrıca nehir kenarında yer alan Bla adındaki mekan ile hemen yanındaki Bortenfor mola vermek isteyeceğiniz yerler. Grünerlokka’ya ulaşmadan önce nehrin diğer yakasında yer alan grafitilerle dolu Ingens Gate geçidi ve civarındaki sokaklar görülmeye değer.

Youngstorget

Grünerlokka

Grünerlokka - Ingens Gate

Grünerlokka

Bortenfor
 

Oslo’nun olmazsa olmazlarından biri de National Gallery (Ulusal Galeri). Buraya giriş Perşembe günleri ücretsiz, onun dışındaki günlerde 100 Kron (yaklaşık 40 TL). Sergilenen eserlerden en bilineni ve önemlisi de Munch’un “Scream” (Çığlık) adlı tablosu. Sanatçının şehirde ayrı bir müzesi daha var. Ulusal Galeri’yi ziyaret ettikten sonra 12 No’lu tramvaya binerek Vigeland Parkı’na gidiyoruz. Vigeland Park, ismini burada granitten yapılmış harika eserleri sergilenen Vigeland’dan alıyor ve hemen yanında yer alan Frogner Park ile bir gölle ayrılıyor. Parktaki harika sanat eserleri ve tabi gölün manzarası Oslo’ya gelmişken mutlaka görülmesi gereken yerler.

Scream - Çığlık Tablosu

Vigeland Park

Vigeland Park

Vigeland Park

Vigeland Park

Frogner Park
 

Biz de parkı ziyaret ettikten sonra satın aldığımız günlük bilet ile bu kez Adalar’ın birini ziyaret etmek için tekrar 12 No’lu tramvay ile liman bölgesine gidiyoruz. Günlük biletle 24 saat içinde tüm toplu taşıma araçlarına binilebiliyor ve bu biletin ücreti 90 Kron (yaklaşık 40 TL). Biletler ya istasyonlarda ve duraklarda yer alan makinelerden ya da şehirdeki herhangi bir “7 Eleven” mağazasından satın alınabiliyor. Ancak ilk kullanıldığında otobüs, feribot ya da tramvay girişlerinde yer alan makinelerden aktive edilmesi gerekiyor. 

Hovedoya
 

Biz de limandan bu kez deniz otobüsüne binerek en yakındaki ve en büyüğü olduğunu duyduğumuz Hovedoya Adası’na gidiyoruz. 10 dakikada adadayız ancak hem bindiğimiz deniz otobüsü hem de adanın plajı hayli kalabalık. Adada plaj ve yat limanı dışında bir de ormanlık alan var ve insanlar buralarda piknik yapıyorlar. Fazla bir yerleşim olmadığından ve denizi de bizler gibi Akdeniz ve Ege’nin harika sularına alışık insanlar için pek cazip gelmediği için bir sonraki deniz otobüs ile anakaraya Oslo merkeze dönüyoruz. 

Bu kez hedefimiz, lisedeyken kitabını okuduğum Kon-Tiki adlı sal ile ekibiyle Güney Amerika’dan Paskalya Adası’na yolculuk eden Thor Heyardahl’ın yaşamı boyunca yaptığı değişik deniz keşiflerinin sergilendiği Kon-Tiki Müzesi. Müzeye gitmek için 30 No’lu otobüsle Bygdoy Bölgesi’ne gidiyoruz. Burası Viking Gemi Müzesi, Norveç Deniz Müzesi, Norsk Folkemuseum denilen ve açık havada eski ahşap Norveç evlerinin sergilendiği müzenin de yer aldığı bir yarımada. Ayrıca bahçe içinde güzel evlerin yer aldığı oldukça yeşil bir yerleşim bölgesi.

Kon-Tiki


Oslo’da tam anlamıyla gezip müzeleri de görmek isterseniz 3-5 güne ihtiyaç var. Biz zaman bulup gidemedik ama zamanınız kalırsa trenle gidilebilecek yerlerden biri de 45 dakika uzaklıktaki Fredrikstad. Buranın da eski şehir bölümü görülecek yerler arasında sayılıyor. Ve de Holmenkollen Bölgesi’nde 1923’de kurulmuş Kayak Merkezi, Ski Museum (Kayak Müzesi) ve içinde yer alan Ski JumpTower denilen atlama kulesine ev sahipliği yapıyor. Yüksekliğinden dolayı şehrin harika manzarasının görüldüğü söylenen nokta da görülecekler listesinde ama biz zamansızlıktan burayı göremiyoruz. 

Gelelim Oslo’da ne yenilir konusuna... Norveç’te bütün İskandinav ülkelerinde olduğu gibi balık ve özellikle de somon ağırlıklı yemekler mevcut. Youngstorget Meydanı’ndaki “Fiskeriet” lokal balık yemeklerinden tatmak ve kremalı balık çorbasından içmek için çok doğru bir seçenek. Yeri, hemen İşçi Partisi Binası ve Halk Tiyatrosu’nun olduğu devasa binanın alt katında. Fiyatları da Norveç’teki diğer yerlere göre hayli uygun sayılır. Ana yemekler 160-260 Kron aralığında (yaklaşık 75-120 TL aralığı). Hemen Radhusgata’da Kale’nin yanında yer alan Cafe Skansen de somon balığı denemek için güzel bir seçenek. Ana yemekler 250-300 Kron (110-140 TL civarı) aralığında. Youngstorget Bölgesi’ndeki şubesinde tattığımız hamburgerini çok beğendiğimiz Illegal adlı hamburgerci de canınız hamburger çekerse tavsiye edebileceğim bir yer. Bir şubesi de Grünerlokka’da var. Kahvaltı için ise kaldığımız otelin alt katında yer alan RentMel’i ve harika hamur ürünleriyle United Bakeries önerebileceğim mekanlar. United Bakeries, Parlamento Binası’nı biraz geçtikten sonra Karl Johans Caddesi’nin üzerinde parkın karşısında sağda yer alıyor. Kafeden çıkıp sağa ilk sokağa döndüğünüzde ise Ulusal Galeri’desiniz. Ayrıca Aker Brygge’de Jamie’s, TGIF gibi pek çok zincir restoranın şubesi var. Aker Brygge’nin hemen girişindeki Lekter’n bir şeyler içmek ve müzik dinlemek isterseniz uğrayabileceğiniz bir bar. Manzarası da denizin hemen yanında olduğu için görülmeye değer. Ancak Oslo gerçekten pahalı bir şehir, yemek içmek için ödenen parayı TL’ye çevirdiğinizde dudak uçuklatıyor. O yüzden TL hesaplamaya hiç geçmeden Kron olarak düşünmekte fayda var:)


Illegal Burger

Fiskeriet
 

Oslo, beklediğimden daha büyük bir şehir olarak karşıladı beni. Çok fazla görülecek yeri, müzesi var. Gezerken zevk alacağınız pek çok noktası var ve Güney Avrupa şehirleriyle kıyaslandığında çok daha güvenli. Buraya yolunuz düşerse en az 4-5 gün ayırmakta fayda var ki etrafındaki yerler de görülebilsin. Biz de dolu dolu geçen dört güzel günün ardından güzel anılar biriktirerek ayrılıyoruz bu İskandinav şehrinden.

14 Temmuz 2017 Cuma

MANCHESTER


Manchester, Birmingham’a yaklaşık 1.5 saatlik tren yolculuğu uzaklığında kuzeyde yer alan tipik bir İngiliz şehri.  İngilizler arasında “Mençesta” şeklinde ilginç bir telaffuz şekli var:)  10:00’da Birmingham New Street istasyonundan bindiğim tren, 11.30’da Manchester’a ulaştığında kondüktörün yaptığı uzatmalı “Mançestaaa” anonsuyla vardığımızı anlıyorum.


Manchester Piccadilly İstasyonu


Şehirde pek çok istasyon var, ben biraz daha güneydeki Piccadilly istasyonunda iniyorum. 
Şehir merkezine doğru ilerlerken Rochdale kanalına paralel uzandığından Canal Street adını almış “Gay Village” olarak bilinen bölgeden geçiyorum. China Town da buraya yakın bir konumda, şehir merkezine doğru Princess Street üzerinden ilerlerken sağ tarafımızda kalıyor. Aynı şekilde Manchester Sanat Galerisi de hemen Chinatown’un yanı başında.

Canal Street

Chinatown
 

Princess Street üzerinden biraz daha ilerleyince karşıma Town Hall (Belediye Binası ) ve Albert Memorial’ın bulunduğu Albert Square (Albert Meydanı) çıkıyor. Ben gittiğimde Festival dönemi olduğundan bu meydana çadırlar ve yemek alanları kurulmuştu. Ayrıca sadece Albert Square’de değil, şehrin pek çok değişik noktasında da konserler ve gösteriler vardı. 

Belediye Binası

Albert Meydanı
 

Albert Square’den biraz daha kuzeye Cross Street üzerinden ilerleyerek daha küçük ve sakin bir meydan olan St. Ann Square’e ulaşıyorum. Yola devam ederek Market Street, Exchange Street, New Cathedral Street gibi çoğunluğu yaya yolu olan alışveriş bölgesinde buluyorum kendimi. Burada irili ufaklı pek çok marka mağazanın yanı sıra restoran ve kafeler de var. 



St.Ann Kilisesi & Meydanı




Market Street
 

Manchester Katedrali’ne açılan bölge ve meydan bu şehirde en beğendiğim noktalardan biri oluyor. Burayı gördükten sonra adını önceden duyduğum ve gördüğümde Bilbao’daki Zubizuri Köprüsü’ne benzettiğim İspanyol yapımı Trinity Bridge’e gitmek için tekrar Royal Exchange Theater’dan geçip nehre doğru ilerliyor ve Parsonage Gardens’in (Parsonage Parkı) önünden geçiyorum. Trinity Köprüsü, Irwell nehri üzerine İspanyol Mimar Calatrava tarafından tasarlanmış.

Katedrale giderken eski şehir bölümü...

Katedral

Katedral

Trinity Köprüsü
 

Sonraki durağım ise hemen köprünün yanında yer alan daha çok lüks ofislerin ve restoranların bulunduğu Spinningfields Bölgesi oluyor. Burada ziyaret etmeniz gereken yerlerin başında John Rylands Kütüphanesi geliyor.  Burası kuru kuruya bir kütüphane olmanın ötesinde hem içinde bulunduğu binanın mimarisi hem de içindeki eski eserlerle girdiğiniz andan itibaren insanı etkiliyor. İçimden “burada insanın okudukça okuyası gelir” diyorum... Bu kütüphane günümüzde Manchester Üniversitesi tarafından işletiliyor ve ücretsiz gezilebiliyor.  Şehirde ayrıca Manchester Central Library (Manchester Merkez Kütüphanesi) adında Albert Meydanı’na çok yakın ikinci bir kütüphane daha var. Bu kütüphanenin de binasının mimarisi görülmeye değer. Boyutları bizim şehirlerimize göre devasa olmayan bir şehirde bile bu kadar fazla sayıda kütüphane görmek, hem de şehrin en güzel binalarının kütüphanelere ayrılmış olduğunu görmek insanı derinden etkiliyor.


Spinningfields

John Rylands Kütüphanesi

John Rylands Kütüphanesi

John Rylands Kütüphanesi

Manchester Merkez Kütüphane Binası
 

Museum of Science & Industry (Bilim ve Endüstri Müzesi) ise biraz daha güneyde yer alıyor ve binası da dünyanın ilk tren garı olma özelliğini taşıyormuş. Müze 2 katlı geniş bir hangar şeklinde düzenlenmiş ve bulunduğu sokağın hemen karşısında ikinci bir binada uçakların sergilendiği ayrı bir bölüm var. Müzeyi gezmek ücretsiz. 



Bilim ve Endüstri Müzesi

Bilim ve Endüstri Müzesi
 

Müzenin de içinde bulunduğu ve biraz daha güneye doğru inen bölge Castlefield olarak biliniyor. Burası, Manchester kanal ağının merkeziymiş. Buradan geçen Rochdale ve Bridgewater Kanalları İngiltere’de yapılmış ilk kanallarmış. Yine bu bölgede yer alan Bridgewater Hall (Bridgewater Gösteri Merkezi) 1996’da açılmış şehrin en önemli konser salonu olma özelliğini taşıyor. 

Castlefield


Bridgewater Hall

Manchester’da yemek için en iyi bölgeler Spinningfield Bölgesi ile Katedralin etrafındaki restoranlar ve Market Street ile Royal Exchange Theater arasında uzanan alışveriş caddeleri. 

Kırmızı tuğlalar şehri olarak da bilinen bu güzel şehri tam anlamıyla keşfedilmek için bir günden fazlası gerek. Ama ana hatlarıyla bir günde yapılabilecekleri yaptıktan sonra yazın ortasında başlayan yağmurda daha fazla ıslanmamak için bu güzel turun ardından Birmingham’a dönmek üzere Piccadilly İstasyonu’na doğru yol alıyorum.