11 Aralık 2019 Çarşamba

LONDRA'yı Yürüyerek Gezmek...


Londra hem iş hem de turistik amaçlarla defalarca gittiğim bir şehir. Tıpkı New York gibi buraya da her gidişimde ya şehrin ayrı bir noktasını keşfetme ya da değişik şekillerde keşfetme şansı yaratırım kendime. Bu da ayrı bir zevk verir bana.

Oxford Street - Londra

Oxford Street - Londra


Son gidişimde (ki sanırım toplamda 10’dan fazla olmuştur) uzun zaman sonra ilk defa şehir merkezinde Paddington İstasyonuna yakın bir noktada konakladım. Şehrin merkezinde olunca da tam bir turist gibi gezme imkanı buldum.

Paddington Metro İstasyonu

Otelimin çok yakınındaki meşhur St.Mary Hastanesi, penisilinin mucidi Sir Alexandar Fleming’in de görev yaptığı bir hastaneymiş. Hemen hastanenin arkasından başlayan Little Venice ise adı gibi küçücük olmasına rağmen şehrin içinde bir huzur merkezi adeta.

Little Venice

Little Venice

Little Venice

Little Venice

Şehri yürüyerek keşfetmek isterseniz ilk rota olarak South Kensington’dan Piccadilly’e kadar uzanan parkuru tavsiye edebilirim. Bu rota üzerinde South Kensington metro istasyonunda inip önce Brompton Road üzerindeki Victoria & Albert Müzesini ziyaret ediyorum. Buraya giriş ücretsiz. Saat 10:00’da açılıyor. Müzenin sadece içindekiler değil binası da görülmeye değer. Güzel kafesinde de kendinize bir mola verebilirsiniz. Buradan sonra yoluma aynı cadde üzerinden devam ederek dünyaca ünlü Harrods’ın da bulunduğu Knightsbridge’e ulaşıyorum. Biraz daha devam ettikten sonra yolumdan sola doğru sapıp Hyde Park’a uğruyorum. Burası da aynı New York’un Central Park’ı gibi şehir içinde yaratılmış kocaman bir cennet ve şehrin keşmekeşinden alıp uzaklara götürüyor insanı. Hyde Park’da gölet etrafındaki kısa bir turdan sonra tekrar rotama dönerek Hyde Park Corner'dan geçip Marble Arch’a ulaşıyorum. Buraya ilk kez geliyorsanız Apsley House ve Wellington Arch turistik olarak görmek isteyeceğiniz yapılar. Yola devam diyerek Piccadilly Circus’a da adını veren Piccadilly caddesinden devam ediyor ve sağımda St.James Park’ı görüyorum. Biraz ileride bir şey alma niyetiniz olmasa bile içini görmek isteyeceğiniz meşhur çay mağazası Fortnum Mason var. Fortnum Mason’ın foodcourt’una (yeme içme bölümü) da uğramanızı da şiddetle tavsiye ederim. Bir şey yemeseniz bile fotoğraf çekmek isteyeceksiniz, eminim. Burası bir çay mağazasından ötesini sunuyor müşteri ve ziyaretçilerine… Piccadilly’nin sonu ise meşhur Piccadilly Circus. Hem cadde boyunca hem de meydan da pek çok mağaza bulmak mümkün. Meydanın gecesi de ayrı renkli.

South Kensington

V&A Museum

V&A Museum

V&A Museum

Hyde Park

Ben yürüme rotamı burada keserek metroyla Covent Garden’a gidip burada Neal’s Yard adındaki şirin ve renkli avluyu görmek istiyorum. Burada kendime kısa bir yeme içme molası verip bu kez metro ile Londra’nın hiç gitmediğim daha çok bohem hayatıyla tanınan Camden Town semtine gidiyorum.

Neal's Yard

Camden Town

Camden Town

Camden Town

Camden Town

Camden Town

Covent Garden

Covent Garden

İkinci bir rota tavsiyem de Thames Nehri’nin güney yakası (Southbank). Bunun için farklı yollar olmasına rağmen ben daha önce gör(e)mediğim Tate Müzesini de ziyaret etmek istediğimden sabah Blackfriars metro durağında inip köprüden güney yakaya geçerek Tate Müzesi’ne doğru Thames Nehri boyunca yürüyorum. Müzeyi gezdikten sonra (ki müze ücretsiz) en üst katındaki kafesinde nehre karşı birşeyler içmenizi öneririm. Müzeden sonra yine nehir boyunca geri yürüyerek (nehir sağımda kalacak şekilde) sırasıyla Blackfriar Bridge, Waterloo Bridge köprülerini görerek London Eye’a ulaşıyorum. 135 metre yüksekliği olan London Eye, 2000 yılındaki millenium kutlamaları için yapılmış o gün bugündür Londra’nın en bilinen turistik noktalarından biri haline gelmiş. Giriş için uzun kuyruklar var. O yüzden biletleri önceden internet üzerinden satın almanızı öneririm. Bilet fiyatı 30 Pound civarında. Bu rotada Westminister köprüsünden bütün ihtişamıyla göreceğiniz yapılardan diğer kayda değer olanlar da Big Ben ve Houses of Parliament. Güneybatısı Westminister Köprüsü’nde sonlanan bu parkurun kuzeydoğu ucunda ise Tower Bridge var. Ve tabi Londra Kulesi (Tower of London). 1800lü yılların sonunda yaklaşık 10 yılda inşa edilen Tower Bridge adını Londra Kulesi’ne yakınlığından almış.  

Tate Modern

Tate Müze "Cafe"si

Tate

Tate

Tate

Southbank

Southbank

Southbank - London Eye

Southbank

Tower Bridge

Londra’nın olmazsa olmazlarından biri de, Piccadilly’nin hemen biraz kuzeyinde Marble Arch’tan başlayıp Tottenham Court Road’a kadar uzanan ve tam ortasında Oxford Circus bulunan en ünlü alışveriş caddesi Oxford Street. Ayrıca, alıverişe doyamadım diyenler için Oxford Circus ile Piccadilly Circus arasında ise yine pek çok mağazanın bulunduğu meşhur Regent Street yer alıyor. Ve bütün bu caddeler özellikle Noel ve yeni yıl döneminde hayli ışıltılı.

Oxford Circus

Regent Street

Yeme içme alternatiflerinin sonsuz olduğu şehirde bir İngiliz klasiği fish & chips yemek isterseniz Oxford Circus yakınındaki Soho’da yer alan “Golden Union”ı öneririm. Ve tabi benim için bir Londra klasiği olan ve şehirde pek çok şubesi olan “Burger & Lobster” başka bir seçenek. Ayrıca Covent Garden ve Soho’da şubeleri olan “Temper”, et yemekten hoşlanıyorsanız güzel bir seçecek. Ancak tabi yemek için bu saydıklarımın dışında da pek çok güzel restoran mevcut. Bu yazımda sadece son gezimde şehirde kaldığım 2 gün içinde deneme fırsatı bulduklarımdan bahsettim.

Golden Union

Golden Union

Bir daha ne zaman yolum düşer bilinmez ama her gittiğimde farklı bir yönünü keşfetmenin mümkün olduğu ama bir o kadar da değişmeyen klasik bir şehir Londra😊

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder