Çalıştığım dönem
hiçbir zaman vize almanın insanlara getirdiği yükü hissetmemiştim çünkü mutlaka
bu işi bizler için yapan birileri vardı şirkette. Hem de şirketiniz büyük olup
bir de bütün vizeleriniz zaten daha gitmeden hazır edildiği için bankadır,
tapudur, kredi kartıdır, belgelerdir gibi dökümanlarla uğraşmak zorunda
kalmıyordum. Aslında sırf bunlarla uğraşmamak için bazen keşke iş hayatına
devam etseydim diyorum:) Şaka bir yana işte bu sebepledir ki uzun bir
süredir (yani en son uzun dönem çalıştığım BP’den ayrılalı beri) Schengen
vizesini protesto etmek için Avrupa’ya gitmiyorum. Anlayacağınız Avrupa’ya
küsmüş durumdayın ama onun haberi yok bu durumdan... Tabi normalde bir
haftasonu geçirmek için bile gidebileceğiniz o güzelim şehirlerden de uzak
kalıyorum bu durumda. İşte hal böyleyken kulağıma vizesiz seyahat
edebileceğim bir Yunan adaları ve Atina turunun bilgisi geldi. Vizesiz olması
veya Schengen dışında bir vize olması zaten gezileri seçmemdeki en büyük etken
şu sıralar...
Uzun sözün
kısası, bir Türk gemisi ile seyahat edildiğinden ve gezi boyunca pasaportumuzu
gemide bırakacağımızdan İstanbul çıkışlı bu turda vize gerekmiyormuş. Yani oda
kartınızı ülkeye giriş çıkışlarda pasaport olarak kullanıyorsunuz:) Bu fikir kafama hemen yattığı için daha
başından çok pozitif başladım bu seyahate...
Istanbul Karakoy
limanından gemimize sabah saatlerinde bindik. Hayatımda ilk defa Karaköy
limanının yurtdışı bölümünü ve pasaport kontrol bölümünü kullandım ama her yere
bu kadar özen gösterirken Karaköy limanının içler acısı halini, tuvaletlerin
pisliğini, izdihamını, “duty free”lerdeki toz seviyesini görünce gözlerime
inanamadım. Heralde buraya gelen turistler biz 3. Dünya ülkelerine gittiğimizde
ne hissediyorsak aynı şeyleri hissediyorlardır İstanbul için diye düşündüm.
Neyse ki bu bölümü çok uzatmadan, sağ salim gemimize bindik ve kamaralarımıza
yerleştik. Gemi, bildiğimiz “cruise” gemileri gibi sayılmaz pek ama konfor
olarak yine de bazal koşulları sağlar nitelikte olduğundan güzel bir başlangıç
yaptığımızı söyleyebilirim.
Karaköy’den sonra
ilk durağımız, ertesi gün sabah saatlerinde vardığımız Atina’nın Pire limanı
oldu. Ben Atina’ya hem iş için hem de özel sebeplerle bundan önce çok defalar
gittiğim için limandan şehre indim. Plaka bölgesi ve Akropol Atina’da mutlaka görmenizi tavsiye edeceğim
yerler. Bunun yanında parlementonun bulunduğu Sintagma Meydanı ve burada meçhul
asker anıtının önünde nöbet tutan “efsun” askerlerini de görebilirsiniz. Zamanınız
varsa modern alışveriş merkezleri, şık butiklerin yer aldığı Stadiou Caddesi’ni
de görmekte fayda var. Eskiden birlikte
çalıştığım Yunan arkadaşım Penny ile o akşam gemi hareket etmeden önce Pire’ye
yakın bir balıkçı kasabasında yediğimiz balığın tadı hala damağımda...
|
Santorini "Oia" |
|
Santorini |
|
Santorini |
Gece saat 01:00’de
Pire’den hareket eden gemimizin bir sonraki durağı sabah saatlerinde vardığımız
Santorini oldu. M.Ö 1450 yılında meydana
gelen volkanik patlama ile ada 4 parçaya ayrılarak ortasında 22 km.lik bir
krater gölü oluşturmuş. Sabahları yoğun ziyaretçi trafiği nedeniyle teleferik
kuyruğundaki beklemeden kurtulmak için turumuza yat gezintisi ile başlıyoruz ve
kıyıdan yata binerek Santorini adasından ayrılıp bugün hala aktif olan
Neakammani adasına gidiyoruz. Burada volkan tepesine yürüyerek son patlamada
oluşan krateri görüyoruz. Buradan bakıldığında karşıdaki Santorini’nin yarısı parçalanmış haliyle manzarası
inanılmaz...Buranın ardından Santorini adasının kuzey ucunda yer alan Oia (İya
diye okunuyor) köyüne gidiyoruz. Kendine has mimarisi, beyaz evleri, mavi
kubbeli kiliseleri ile dünyada en çok fotoğraf çekilen yerlerden biri olan bu
köy rüya gibi... 1956’daki büyük depremden sonra yarısı yok olan köy, halkı
tarafından terk edilmiş. Sonraları buraya yerleşen sanatçılar, şairler,
ressamlar sayesinde ünlenen köy, günümüzde sanat atölyelerini ve özel
tasarımlar yapan butikleri barındırıyor. Köyde öncelikle büyük kiliseye (köy
meydanı) gidiyoruz. Daha sonra renkli evlerin arasında kaybolan sokakların
arasından geçerek yel değirmeni mahallesine ulaşıyoruz. Burada içilen güzel bir
kahvenin ardından adanın merkezi olan Fira’ya gidiyor ve eski çarşıyı
geziyoruz. Buradan artık gemi dönüş saatine kadar zaman geçirerek önce
teleferikle kıyıya buradan da her gemiye ait özel botlarla gemiye dönüyoruz.
Buradan gece Mikonos’a doğru hareket ediyoruz.
|
Santorini |
|
Santorini |
|
Santorini - Teleferikten liman görüntüsü |
Sabaha karşı Mikonos’tayız.
Liman şehir merkezinden yaklaşık 5km. uzaklıkta. Burada görülmesi gereken iki
bölge var; birincisi, Venedik mahallesi barlar sokağı ve eski çarşı’nın yer
aldığı şehir merkezi, diğeri de cennet plajı (Paradise Beach). Mikonos’ta
plajların çok meşhur olduğunu, ve çılgınlığın derecesine göre Paradise Beach,
Superparadise Beach gibi isimler aldığını önceki gelişimden biliyorum. Bu
plajlarda gün içindeki eğlence, öğleden sonra yükselen müzik sesi ve içkinin
etkisiyle iyice artıyor. Ama işin ilginci bu kadar eğlence dozunun yüksek
olduğu bir yerde kimsenin kimseye sarkıntılık etmemesi. Bu durum bizim Türkiye’de
alışık olduğumuzdan biraz farklı geliyor anlayacağınız ve rahat rahat
eğlenebiliyorsunuz. Ama her durumda eğlence dozu ve şekli sakinlik isteyen
benim gibiler için biraz fazla:)
|
Midilli |
|
Midilli |
|
Midilli |
Bu gezideki en
son durağımız ise Midilli Adası. Bu adaya da Mikonos’tan yaklaşık 9 saatlik bir
deniz yolculuğu sonrasında varıyoruz. Türkiye’deki adalara en çok benzeyen ada
Midilli diyebilirim sanırım. Adayı gezmeye başkent Mitilini’den
başlıyoruz. Limandan ayrılıp önce
Mitilini arkeoloji müzesini geziyoruz. Buradan yürüyerek eski şehre iniyor ve
dar sokaklı eski mahallelerini geçerek St. Theodori kilisesine varıyoruz. Ermu caddesinden yürüyerek eski Osmanlı
mahallesini geziyoruz. Osmanlı evleri ve yeni camiyi gördükten sonra küçük bir uzo imalathanesini ve bir seramik
atölyesini geziyoruz. Ardından Osmanlı Kalesi’ne yakın “Ermiş Kıraathane”sinde
kahve molası veriyoruz. Türk mahallesinden ayrıldıktan sonra sahil yolunu
izleyerek Mantamados köyüne gidiyor ve buradaki manastırda insan kanıyla
yoğrularak yapıldığı söylenen siyah ikonayı görüyoruz. Sonraki ziyaretimiz
Molivosa oluyor. Molivos adanın en gözde ve görülmeye değer yeri... Molivos’un
arnavut kaldırımı sokaklarından yürüyerek sahile ulaşıyoruz. Buradan otobüsle
küçük koylardan geçerek Petra sahil köyüne varıyoruz. Düz bir arazinin ortasındaki volkanik bir
tepede yer alan Meryem Kilisesi’ne yaklaşık 15 dk. yürüyerek çıkılıyor. Kilise
ziyaretinden sonra Petra çarşısını dolaşıyor ve ardından Sapho plajına
iniyoruz. Buradan da otobüsle adanın en yüksek dağı olan Olimpos eteklerinden
dolaşarak sardalyaların en önemli çoğalma alanı olan Kalloni koyuna geliyoruz.
Kalloni sardalyaları yüzyıllardır Midilli’nin en önemli ihracat ürünüymüş ve
aynı zamanda bu koy, koruma altına alınmış milli bir parkmış. Bu uzun ve zevkli geziden sonra artık hem
gemiye hem de İstanbul’a dönüş vakti geliyor.
|
Midilli çarşı |
|
Midilli çarşı |
|
Sapho plajı |
|
Sapho'da bir kafe |
Gemimiz yaklaşık
15 saatlik bir seyirden sonra Karaköy Limanına ulaşıyor. Ancak denizde dönüş
yolumuz gelişimize göre fırtına yüzünden bayağı dalgalı olduğundan çok rahat
bir dönüş yapamıyoruz ne yazık ki... Her şeye rağmen buraları gördüğüm için mutlu
dönüyorum bu geziden...
Bu turun bir benzerini bizde yapmıştık. Bizim turda bir kaç ada daha vardı. Gemi turu seçilecekse, gemilerin adalarda kaç saat kaldığına dikkat etmek gerekiyor. Adaları genel olarak gezmek için bir gün yetiyor. Bu geziden senin yazdıkların dışında aklıma gelenler; Santorine'de eşeklerle insanları yukarıya taşınması şeklinde turistik bir gelenek vardı.Oldukça kilolu insanlar bile teleferik yerine bu yöntemi tercih edebiliyorlardı. Kavurucu yaz sıcağında eşeklerin bu hallerine çok acımıştım:-(
YanıtlaSilBir de bizim türk kahvesi Yunanistan'da Greek coffe olmuştu:-)Rakı gibi onu da kaptırmışız:-)