7 Mart 2013 Perşembe

ÜRDÜN ve PETRA

Unesco Dünya Mirası Listesi'ndeki eşsiz Petra; antik Roma kenti Ceraş, Lawrence of Arabia filminin çekildiği yer, Kızıldeniz, Akabe Körfezi, 4X4'lerle Ram Vadi'sinde unutulmaz safari, vahalar, Osmanlı'nın izleri, egzotik çarşılar, surlar, ve tarihin gizi.. Bütün bunlar uçakla gece yolculuğuna başlarken beni bekleyenlerdi. Gecenin büyük bölümünü kapsayan uçak yolculuğu ve sonrasında kısa bir uykunun ardından güçlü bir kahvaltıyla Amman'da pırıl pırıl güneşli bir güne uyandım.
Ürdün, yüzölçümü 90bin km^2, nüfusu yaklaşık 6 milyon olan bir Arap ülkesi. Başkent Amman, ilk bakıldığında sarının ve betonun hakim olduğu ve biraz da şantiye görünümü veren bir şehir. Bu şehirde geçirdiğim ilk gecenin ardından  Amman'dan Akabe'ye uzun bir kara yolculuğu sırasında uğrayacağımız Madaba ve Ölüdeniz'i çok merak ediyordum.

Ölüdeniz
İlk durağımız, Madaba'da dünyanın en eski Ortadoğu haritalarından birine sahip St.Georges Kilisesi oldu. Hz. Musa'nın Mısır'dan kutsal topraklara yaptığı yolculuğun son durağı Nebo Dağı'nda bir mola verdik ve mozaikleriyle tanınan kiliseyi gezdik. Dünyanın en çukur yeri ve en tuzlu su alanı kabul edilen Ölüdeniz'e ulaştığımızda öğlen olmuştu bile. Ölüdeniz'in kıyısında deniz turizmi için yapılmış birçok otel var ve biz de bunların birinde hem karnımızı doyurmak hem denize girmek için mola verdik.
Denize girmeye cesaret edemedim ama giren herkes, suda yüzmenin zorluğundan ve suyun yoğunluğundan bahsediyordu. Yemekte özellikle soğuk olarak sunulan humusun alışık olduğumuzdan farklı yapısı ve kısırın ağza alındığında önce tatlıyı sonra da acıyı arka arkaya hissettiren tadı damağımda kaldı. Bu güzel yemeğin ardından yine bu bölgeye özel, kakuleli kahveleri de içtikten sonra Akabe'ye kadar sürecek kara yolculuğuna başladık.

Kızıldeniz
Akabe'ye vardığımızda akşam olmuş, hava kararmıştı bile... Sabah olduğunda, kış olmasına rağmen sıcak sayılabilecek bir havayla güne merhaba dedik. Kahvaltıdan sonra hayatımda ilk defa mercan kayalıkları görecek olmanın heyecanıyla otelin iskelesinden teknelere yerleştik ve Kızıldeniz'e açıldık. Bana çok enteresan gelen bir şey de bulunduğum koydan hem Ürdün'ü, hem İsrail'i  hem de Mısır'ı rahatça görüyor olmamdı. Teknelerin alt taraflarına monte edilmiş cam sayesinde muhteşem mercan manzaraları seyrettikten sonra artık Petra'ya gitmek için hazırdık.

Kızıldeniz - mercanlar


Petra:"Rose City"
Merakla beklediğim Petra yolundaydım artık...Bu yolda 4X4lerle yaptığımız Ram Vadisi gezisi de olağanüstü görüntüleriyle büyüleyiciydi. Çöl safarisi, başta, neredeyse tüm taşıt araçlarının tuttuğu  benim gibi biri için pek cazip gelmemişti ama yola çıkıp da kırmızı kumun üzerinden kendine yol bulmaya çalışan 4X4'lerimizden etrafa bakınca, ortaya çıkan manzaranın büyüleyici olduğunu itiraf etmeliyim.



Ram Vadisi
Ram Vadisi - gün batımı

Bu güzel gezinin de uzun günün "bonus"u olduğunu söylemek gerek...Petra'ya doğru yola çıktığımızda gün batıyordu ve vardığımızda ise artık gece olmuştu. Güzel bir yemek ve yorucu olduğu kadar güzel bir günün ardından ertesi gün bizi bekleyen Petra gezisinin heyecanıyla hemen uykuya daldım. 

Ve sabah erkenden kırmızı kayalara oyulmuş olağanüstü güzelliğiyle antik Petra gezimize başladık. Şairler, Petra'nın rengini kızıl gül rengine benzetmişler. Sahara Dağları'nın oluşturduğu ve dış dünya ile neredeyse hiçbir bağı olmayan bir vadinin içinde, kayaları böylesine işlemek algılama gücünü hayli zorluyor. "Indiana Jones -  Last Crusade"in çekildiği Ürdün'ün tarihi şehrinin geçmişi M.Ö 400'lü yıllara dayanıyormuş. 1812 yılında İsviçreli bir gezgin tarafından tekrar bulunan şehirde; tiyatro, tapınak, ev gibi yapılar kireçtaşına oyularak yapılmış. Günümüzde, bir zamanlar Roma'yı kıskandıracak kadar zengin olan kentin üzerine bir örtü örtülmüş gibi. Tırmanılarak çıkılan manastıra ulaştığınızda ise yapının büyüklüğü onun gerçekliği konusunda insanı şüpheye düşürüyor. Petra, 1985'de UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilmiş ve aynı zamanda Peru'da yer alan Machu Picchu ile kardeş şehirmiş..


Petra - Manastır
Petra - "Top of the World"



Amman 
Sıra geldi bu gezide hem ilk hem son durağımız olan Amman'a... Amman'a doğru karayoluyla giderken Çöl Kaleleri Bölgesi'ni, Emevilerden kalma çöldeki köprübaşlarını, küçük saray kalıntılarını, kervan duraklarını da görmek kara yolculuğunu benim adıma çok zevkli bir hale getirdi. 

Çöl Kalesi

Öğleden sonra Amman'daydık. Amman, genel görünüşü daha çok filmlerde gördüğümüz Arap şehirleri gibi: Avrupa şehirleri ile karşılaştırıldığında planlama açısından pek nasibini alamamış bir şehir. Alışveriş olanakları da bir o kadar kısıtlı.


Amman kalesinden şehir

Çarşıda şekerlemeler

Şehirde gün batarken


Ceraş "Doğunun Pompei!"
Ürdün'deki son günümde artık sıra Doğu/Batı ticaret yollarını kontrol etmek amacıyla inşa edilmiş Ceraş'ı görmeye gelmişti. Amman'ın 45 km. kuzeyinde bulunan Ceraş (Jerash), bugün de tarihi kalıntıların çok iyi olması nedeniyle "Doğu'nun Pompei'si" olarak adlandırılıyormuş. Tiyatrolarıyla, tapınaklarıyla ve ayakta kalan yüzlerce sütuna sahip ana caddesiyle tüm Roma Dünyası'nın en iyi korunmuş kentlerinden Ceraş'ı anlatmak zor ama şehri; Oval Meydan, ihtişamlı şehir kapıları, hipodrom, Cardo Maximus, anıtsal çeşme, Zeus Tapınağı, Artemis Tapınağı, büyük tiyatro ve yüzlerce sütun olarak özetleyebilirim belki.


Tiyatro


Sütunlar

Doğunun bu mistik ülkesi, insanları, kalıntıları, tarihi ve tüm renkleriyle bende tarifsiz tatlar bırakmış fakat geri dönme vakti de gelmişti. Ve bir kere daha anladım ki Doğu hala gizemli bir güzel ve onu keşfetmeye çalışmak her defasında benzersiz bir deneyim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder