Saraybosna
deyince aklıma hemen 1984 Kış Olimpiyatları
geliyor. O zaman tek devlet olan Yugoslavya’nın bir şehriydi nam-ı diğer
Sarajevo. Galiba televizyondan izlediğim ilk olimpiyat görüntüleriydi bunlar. Özellikle
kayak yarışmalarını televizyondan hem de ilk defa renkli görüntülerle
seyrettiğimi hatırlıyorum. Hemen
sonrasında ise, Yugoslavya’nın bölünmesi ile ortaya çıkan savaş görüntüleri
gözümün önüne geliyor ve de Boşnak’ların yaşamak zorunda kaldığı olağanüstü
durum...
|
Otelimizin altındaki kafeden dışarısı |
Saraybosna’ya
gittiğimizde ilk gözümüze çarpan düzenli
bir şehir ve cana yakın insanlar oldu. Beraber seyahat ettiğim lise arkadaşım
Dolunay’ın Boşnak iş arkadaşı sayesinde irtibatlandığımız şoförümüz, bize gezi
boyunca hem rehberlik hem şoförlük yaptı. Tek sorunumuz, rehberimizin İngilizce
ve Türkçe bilmemesi, bizim de Boşnakça bilmememizdi. Geriye her iki tarafın da
çat pat konuştuğu Almanca ile anlaşmak dışında bir çare kalmamıştı. Bir şeyi
keşfettik; insan zorunlu kalınca yabancı dil konusunda becerisini sonuna kadar
kullanabiliyormuş. Almanca anlaşabileceğime hiç inanmayan ben, seyahat sonunda
bayağı bir dil becerisi geliştirdim. Allahtan, Dolunay Almanca konusunda benden
çok daha iyi bir noktadaydı da mekanlar konusunda rehberlik alabildik:)
|
Gece Saraybosna |
|
Saraybosna'da bombalanmış bir bina... |
|
Sırp Ortadoks Kilisesi |
İstanbul ile
kıyaslanınca Saraybosna’nın merkezi çok küçük... Şehrin ortasından büyük bir
yaya yolu geçiyor. Bu yolun sonu, Avrupa caddelerine benzeyen büyük bir caddeye
açılırken baş tarafı da “Başçarşı” denen ve yerel ürünlerin & lokantaların
bulunduğu bizim Anadolu çarşılarımıza benzeyen bir çarşıya açılıyor. Burada
ayakkabıcıdan tutun kebapçıya kadar çok farklı esnaf iş yapıyor. Biz de bu yaya
yoluna çok yakın bir yerde şehir merkezinde, alt kısmı aynı zamanda kafe olan
bir otelde kaldık.
Saraybosna’da caddelerin
ve sokakların Türkçe’ye çok benzeyen isimlerinin bize çok aşina geldiğini
söylemem gerek. Bunlardan bazıları; Gazi Husrev Begova (Gazi Hüsrev Bey),
Bascarsıja (Başçarşı), Mula Mustafe Baseskije (Mustafa Başeski)...Size de tanıdık
geldi değil mi?
Bu şehirde alışveriş
yapabileceğiniz dükkanların yanında, modern kafeler de sıkça karşınıza çıkıyor.
İsterseniz Boşnak böreği (Bureg diyorlar) satan yerler de var. Aç kalmak mümkün
değil, mutlaka hoşunuza gidecek bir şeyler bulabilirsiniz. Yine de bir isim isterseniz, İnat Kuca adındaki yerel restoranı tavsiye edebilirim.
|
Arabadan Mostar |
|
Mostar |
Buraya kadar
gelmişken bir günümüzü Mostar, Poçitel ve Blagaj’a gitmeye ayırdık. Şöförümüz bizi,
önce en uzak noktadaki Poçitel’e götürdü. Burası bütün tarihi dokusuyla korunan
bir Türk köyü. Buradan da Bosna’nın ilk
tekkesi olan Blagaj Derviş Tekke’sini gezdik. Sonrasında kısa bir yolculukla
Mostar’a vardık. Mostar’da ilk ziyaret noktamız Mostar Köprüsü oldu. Mimar Hayreddin
tarafından yapılan bu köprü, 1992’de Hırvat topçusu tarafından yıkılmış ve
Türkiye’nin de katkılarıyla 2004’de yeniden hizmete açılmış. Köprüden nehre
atlayan Boşnak gençleri önce bizi korkuttu ama o kadar fazla sayıda bu işi
yapan vardı ki korkulacak bir şey olmadığına karar verdik:) Mostar’da yaptığımız şehir turu sırasında
hala çoğu binadaki mermi, bomba izleri savaşı hatırlattı bize ve de bu
insanların gerçekten ne acılar çektiklerini düşündürdü.
|
Cami minaresinden Mostar |
|
Mostar'da mermiler ve bombadan etkilenmiş bir bina |
|
Mostar Köprüsü |
|
Minareden Mostar Köprüsü |
|
Mostar ve yaralı binalar... |
|
Mostar |
Bu günün sonunda
Saraybosna’ya döndüğümüzde gördüklerimizin etkisindeydik hala. Ertesi gün şehirde dolaşırken tesadüfen önünden
geçtiğimiz Türk büyükelçiliğindeki bir görevli bize Türk misafirperverliğini
göstererek Türk kahvesi ikram etti. Hal böyle olunca kendimizi tam Türkiye’de
gibi hissettik:) Adını ne
yazık ki şimdi hatırlayamadığım Türk dostumuza teşekkür ederek hem ona, hem Saraybosna’ya
veda ettik.
|
Dönüş yolculuğuna başlarken... |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder