30 Ekim 2015 Cuma

PAMUKKALE - DENİZLİ



Bembeyaz görüntüsüyle çocukluğumdan beri merak ettiğim Pamukkale’yi, ancak geçtiğimiz günlerde gidip görmek kısmet oldu. İş durumumdan dolayı ne yazık ki izin alma şansım olmadığından bir haftasonu kısa bir mola verip Denizli’ye uçakla ulaştıktan sonra Pamukkale’ye karayoluyla gittik.

Pamukkale

Denizli Havalimanı, Pamukkale’ye 65 km. kadar uzakta. Havalimanından Denizli merkeze taksi ile gidebileceğiniz gibi Baytur’un Çardak havalimanına inen her uçağı karşılayan servisleriyle de 26TL’ye ulaşmanız mümkün. Biz, direkt Pamukkale’ye gideceğimizden otelimizin bizim için ayarladığı servis ile kişi başı 30 TL vererek direkt olarak otele ulaştık. 

Çardak Havalimanı

Otelimiz
 
Uçağımız çok erken saatte olduğu için sabah  8:00’de otelimizdeydik. Sabah o saatte odamızı da beklemek zorunda olduğumuzdan zamanı iyi değerlendirmek ve kalabalığa kalmadan görmek için soluğu hemen Pamukkale’nin antik kent olan bölümü Hierapolis’te aldık. Pamukkale’ye adını veren suyun büyük bir bölümü ne yazık ki kurumuş durumdaydı. Ancak antik şehri ve şehrin bitiminden sonra Pamukkale kasabasına kadar inen küçük bir bölümü suyun içinden yürüyerek görmek mümkün. Ancak, etrafımızda karda yüründüğü izlenimi veren ve aynı zamanda ılıklığıyla bizi şaşırtan bu suyun içinden travertenler içinden kasabaya yürümek hayli zevkli. Sırası gelmişken, Hierapolis’e müze kartınızla giriş yapabileceğiniz gibi, kartınız yoksa  25 TL ödeyerek girmek mümkün. Hierapolis’in, kasabanın biraz daha yukarısında antik şehre yakın tarafında yer alan Güney Kapısı dışında genelde yerel halkın ve buraya minibüsle gelenlerin kullandığı kasabanın merkezindeki alt kapısı olmak üzere hali hazırda ziyaret için kullanılan 2 kapısı mevcut. Bir de Karahayıt yönüne giderken  şu an ziyaret için kullanılmayan Kuzey Kapısı var. Bu kapı eskiden ziyaret amaçlı kullanılıyormuş. Şu an büyük bölümünde suyun kesilmesi sebebiyle buradan giriş yapmak mümkün değil. Tavsiyem, yokuş aşağı yürümek daha kolay olduğundan Güney Kapısı’ndaki girişi kullanarak önce antik şehri ziyaret edip buradan beyaz travertenlerin içinden yokuş aşağı inen patikayı takip etmeniz...

Hierapolis

Hierapolis

Hierapolis

Pamukkale Travertenler

Pamukkale Travertenler

Pamukkale Travertenler
 
Ziyarete erken başladığımızdan öğlen olmadan Pamukkale turumuzu tamamlamış oluyoruz ve öğle yemeğimizi yemek için, tandırının meşhur olduğunu öğrendiğimiz Denizli’ye gitmeye karar veriyoruz. Karahayıt denilen ve aynı zamanda Kırmızı Su olarak da bilinen şifalı suyu ile meşhur kasabadan kalkan minibüsler, aynı zamanda Pamukkale’den de geçerek 20 dakikada bizi Denizli merkezine ulaştırıyor. Denizli otogarı, şehrin tam göbeğinde ve yer altında olduğu için otogarın keşmekeşi dışardan pek görülmüyor:) Öğrendiğimize göre bu şekilde yapılan otogarın daha büyük bir benzeri de Ankara AŞTİ otogarıymış. Denizli’de otogarın bir katı şehirlerarası otobüslere, diğer katı ise Denizli’nin ilçelerine yolculuk imkanı sağlayan minibüslere ayrılmış. Biz de Pamukkale’den merkeze ulaştıktan sonra, meşhur tandırının tadına bakmak üzere Bayramyeri denilen otogara yakın bir yerde olduğunu öğrendiğimiz Kebapçı Enver’de alıyoruz soluğu. Buranın raconunun, tandırı elle yemek olduğunu söylemeden geçmeyeyim. İsteseniz bile çatal bıçak verilmiyor. Tadına ancak böyle varılıyormuş:)

Denizli

Denizli
 
Tandırımızın da tadına baktıktan sonra bir süre daha şehir merkezinde dolaşıp zamanımız kısıtlı olduğundan bu kez otogardan minibüse binerek meşhur Buldan bezlerini yerinde görmek üzere 1 saatlik bir yolculuktan sonra Buldan’da alıyoruz soluğu. Buldan, küçücük bir kasaba ve merkezinde birçok tekstil ürünü bulabileceğiniz dükkan karşılıyor bizi.

Buldan

Buldan
 
Ne yazık ki dönüş yolunda tesadüfen varlığından haberimiz olan Buldan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na bağlı hizmet veren Belsam’ın, bu mağazaların en önemlilerinden biri olduğunu öğreniyoruz. Burası Çarşı Caddesi’nde yer alıyormuş. Buldan’a bir daha yolum düşerse mutlaka buraya da uğrayacağım.

Buldan’dan sonra, zaman da hayli ilerlediğinden artık biraz dinlenmek üzere Pamukkale’deki otelimize dönüyoruz. Ertesi günse öğleden sonraki uçak saatimize kadar Pamukkale’den 20 dakika uzaklıktaki Karahayıt’a gidiyoruz. Burası daha çok romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenen ve “Kırmızı Su” olarak da bilinen şifalı kaplıca suyu ile meşhur. Günlerden Pazar olduğundan pek çok yöresel ürünü de bulabileceğiniz pazarına da rastlıyoruz. Bu ziyaretin ardından kısa ama dolu dolu geçen haftasonu tatilimiz de sona erdiğinden artık uçağımıza binmek üzere havalimanına doğru yola çıkıyoruz. 

Karahayıt

Karahayıt'ta pazar

6 Ekim 2015 Salı

GÖTEBORG


İsveç’in ikinci, İskandinavya’nın ise dördüncü büyük şehri olan Göteborg, aynı zamanda İskandinavya’nın en çok öğrenci barındıran şehriymiş. Göteborg’a 2 saat 40 dakikalık rahat bir uçak yolculuğu ile ulaşmak mümkün. Şehirde iki havalimanı var. THY’nin de kullandığı uluslararası uçuşların daha çok olduğu Landvetter Havalimanı, şehir merkezine 20 km. uzaklıkta.

Göteborg

Havalimanından şehre ulaşımı, taksi alternatifi dışında, diğer bazı İskandinav şehirlerinde de bulunan Flygbussarna ile de yapmak mümkün. Taksi genelde 340 SEK (yaklaşık 150 TL) civarında tutuyormuş ama mutlaka binmeden pazarlık yapılıp fiyat konusunda anlaşılması öneriliyor. Bizim de kullandığımız Flygbussarna ise gerçekten çok pratik bir alternatif ve hemen havalimanı çıkışında 15 dakikada bir kalkan seferlerle yarım saatte şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Bu yolculuğun bedeli ise internet üzerinden gidiş-geliş olarak alırsanız 185 SEK (yaklaşık 65 TL), tek yön alırsanız 95 SEK (yaklaşık 35 TL), eğer havalimanından alırsanız  tek yön 105 SEK. Otobüste nakit para ile bilet almak mümkün değil, o yüzden önceden internet üzerinden biletinizi almadıysanız ya otobüse binmeden havalimanından ya da duraktaki makineden biletinizi almanız ya da kredi kartı ile otobüste ödeme yapmanız gerekiyor.


Central Station
Nils Ericsson Terminal / Central Station

Biz de Flygbussarna ile yarım saatlik yolculuk sonrası şehir merkezindeki otelimize eşyalarımızı bırakarak şehri tanımak üzere önce eski şehir bölgesi olarak da tanımlayabileceğim 19. yüzyıldan kalma binaları ve tabloyu andıran sokaklarıyla ünlü Haga Bölgesi’nde alıyoruz soluğu. Haga, tarihi atmosferi, tasarım kokan butik mağazaları ve büyüklü küçüklü kafeleriyle gerçekten dolaşmaktan ve yorulduğunuzda da soluklanıp bir İsveç klasiği olan tarçınlı bir çörek eşliğinde kahve yudumlamaktan zevk alacağınız bir yer.


Haga

Göteborg’da, günlük ya da 3 günlük olarak satılan ve limitsiz tramvay, otobüs ve adalara giden tekne ve feribotları da kullanım şansı veren ulaşım kartlarından almanızı tavsiye ederim. Göteborg çok büyük bir şehir değil ama Botanik Bahçesi ve Archipelago olarak bilinen takımadalar bölgesine gidiş gibi olanakları da ücretsiz sağladığından ve gezerken zaman kazandırdığından dolayı bu kartlar hayat kurtarıcı. 3 günlük olanı 170 SEK.

Opera Binası

Haga dışında Göteborg’da görülmesi gereken başka bir nokta da, yine Central Station’dan bir sonraki tram durağı olup yürüyerek de en fazla 10 dakikada ulaşacağınız Brunsparken. Bu iki durak arasında da kapalı alışveriş merkezi Nordstan yer alıyor. Denildiğinde göre 55 futbol sahası büyüklüğündeki bu alışveriş merkezi İskandinavya’nın en büyük alışveriş merkeziymiş. Ancak hem Göteborg’un hem de İsveç’in genelinin alışveriş için çok pahalı olduğunu söylemem gerek. Yine de minimalist tasarım dükkanlarına bakmaktan kendini alamıyor insan. Nordstan’ın içinde ise daha çok butik tarzı dükkanlar ve Ahlens denilen İsveç’in meşhur çok katlı mağazasının bir şubesi de var.

Brunsparken
 
Brunsparken’dan sahile doğru ilerlediğinizde Lilla Bommen durağından geçerek Göta Alv denilen ve Göteborg’u ikiye bölen kanala ulaşıyorsunuz. Burada ruja benzeyen şeklinden dolayı şu anda bir iş merkezi olarak kullanılan “Lipstick Building”e ve hemen yanında hali hazırda otel ve restoran olarak kullanılan “Viking” gemisi ile karşılaşıyorsunuz. Viking gemisinin bir ismi de gemi kanala girdikten sonra direklerinin uzunluğu sebebiyle yapılan köprülerin altından geçmesi mümkün olmadığı için “Prisoner”mış:) Limanın sol yanında ise, bir gemiye benzediği söylenen Opera Binası Göteborg’da görülmesi gereken yerlerden...

Viking & Lipstick Building

Göteborg’daki ilk günümüzün gezi programını, şehri kuşbakışı izlemek için en güzel noktalarından biri olduğunu duyduğumuz Mastuggskyrken’a giderek sonlandırıyoruz. Buraya gitmek için 3, 9 veya 11 no’lu tram hatlarını kullanıp Stigbergstorget durağında inmeniz ve biraz merdiven tırmanmanız gerekiyor ama sonuçta ulaşılan nokta, Göteborg’un en güzel fotoğraf veren yerlerinden biri.


Mastuggskyrken

Mastuggskyrken'dan kuşbakışı Göteborg

İkinci günümüze, Paddan Sightseeing olarak bilinen tekne turunu alarak başlamak üzere Kungsportsplatsen’a gidiyoruz. Burada büyük bir turizm ofisi de var ve içinde hem zevkli hem de şehrin diğer yerlerine göre daha uygun fiyatlı hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz. Hemen turizm ofisinin karşı sokağında Kungstorget da Saluhallen denilen, kapalı yiyecek Pazarı var. Bu pazarda dilerseniz her çeşit yiyecek alabileceğiniz gibi, yemek yiyebileceğiniz küçük restoranlar da var. Bir şey almasanız da fotoğraflamak için bile görmenizi önerebileceğim lokal bir yiyecek pazarı burası.

Saluhallen

Saluhallen

Saluhallen

Saluhallen'den...

Demin de dediğim gibi ana amacımız tekne turu almak olduğu için kısaca Saluhallen’i gezdikten sonra 11:00’deki tekneye binmek üzere Kungsportplatsen’daki tekne biniş noktasına gidiyoruz. Bu tekneler üzerleri açık ve daha çok büyük bir kayığı andıran tekneler, o yüzden yağmurlu havalarda pek zevkli olmayabilir. Ancak, hava iyiyse mutlaka bu turu almanızı öneririm, karadan gördüğünüz yerleri bir de su tarafından izlemek çok zevkli. Ve tabi bazı köprülerin ne kadar alçaktan yapıldığını görmek hayrete düşürüyor insanı. Tekne turu sırasında merkezdeki binaların dışında, kanalın açıldığı liman bölümünü de geziyor ve oradaki yapılar hakkında da bilgi sahibi oluyor insan. Bu turun ücreti ise 165 SEK ve yaklaşık 50 dakika sürüyor.

Göte Alv

Göte Alv

Göte Alv

Tur sonrasında, anlamı şeklinden ve kullanım amacından dolayı Balık Kilisesi olan ve şu an kapalı balık pazarı olarak kullanılan Fiskekryka’ya (Feskekorka olarak da biliniyor) gidiyoruz. Buranın mimarının, bu pazarı projelendirmeden önce hep kilise yaptığı için burayı da kilise şeklinde yaptığı söyleniyor:)

Fiskekryka - Feskekorka

Fiskekryka - Feskekorka


Göteborg’da şehrin merkezinde pek çok park var ve yine biraz daha dışındaki Botanik Parkı da 1919’da açılmış ve Avrupa’nın en büyüklerinden biri olarak biliniyor. Ancak burayı göremeseniz bile bu küçük şehir merkezinde bile oturmaktan, gölgesinde yürüyüş yapmaktan zevk alabileceğiniz pek çok park var. 

Bu şirin kuzey şehrinde son günümüzü ise Adalar’a ayırıyoruz. Göteborg’un kuzeydoğusu ve güneydoğusunda olmak üzere iki ayrı grup takımada var. Kuzeydekiler daha fazla insanın yaşadığı daha kalabalık adalarmış, güney takımadaları da bazıları daha kalabalık ve bazıları oldukça tenha (hatta hiç insan olmayanları bile varmış) birçok adadan oluşuyor. Güneydoğudaki adalara 11 No’lu hatla Saltholmen’e ulaşarak feribot veya büyük teknelerle ulaşım sağlanıyor. Eğer 3 günlük kartınız varsa bu tekne ve feribotlara da ücretsiz binip adalar arasında gezebiliyorsunuz. Biz zamansızlıktan sadece Brannö ve Asperö adalarını görebildik.

 
Gemiden Asperö


Asperö

Brannö
Brannö


Bu bilgilerin ardından biraz da Göteborg’da ne yiyebileceğimizden bahsedelim. İsveç’in genelinde olduğu gibi balık ve özellikle de herring (ringa balığı) ve somon çok meşhur ve tabi yengeç, ıstakoz, karides gibi diğer deniz ürünleri de. Bunu da en taze bulabileceğiniz yer Fiskekryka.  Bir de İsveç köftesi meşhur. Dilerseniz Olivedalsgatan veya Linneplatsen duraklarından rahatça ulaşabileceğiniz Linnegatan 54 adresindeki Karlsons Garage & Bar’da hem balık hem köfte tadabilirsiniz. Fiyatı da diğer restoranlara göre oldukça uygun 129 SEK civarında her ikisi de.  Buraya gitmek için 1,2 veya 6 numaralı hatlardan faydalanabilirsiniz. Bir de tarçınlı çörek olarak tanımlayabileceğimiz bizdeki tahinli çöreğin tarçınla yapılanı kanebulle’yi en iyi yapan fırınlardan biri Haga’daki Husaren. Burada her daim kuyruk var. Haga’daki şirin dekorasyonlu pek çok kafeden biri olan Hebbe Lelle Cafe’de de mola verebilirsiniz.


Karlsons Garage

Linnegatan
Hebbe Lelle'den Haga


Son olarak diyebilirim ki, belki diğer büyük şehirler gibi sonsuz imkanlar sunan bir yer değil ama kısa bir mola almak istediğinizde kafanızı dinlemek için güzel bir alternatif İskandinavya’nın bu şirin şehri...