23 Kasım 2017 Perşembe

BERLİN



Berlin’e yıllar önce iş için gitmiştim. Ancak malum, iş gezileri hep sıkışık zamanlarda yapılıp fazla da etrafı gezmeye fırsat vermediğinden, Berlin’i gerçekten tanıma fırsatını son gidişimde buldum. Berlin – İstanbul arası uçakla 2.5 saat sürüyor ve hem Sabiha Gökçen’den hem de Atatürk Havalimanı’ndan yapılan günde en az 5 sefer var. Biz de  birlikte seyahat edelim diye taa Amerika’lardan gelen can arkadaşım Betül ile aylar öncesinden aldığımız biletle öğle saatlerinde bindiğimiz uçakla 2.5 saatte Berlin Tegel Havalimanına vardık. Aramıza arkadaşımız Gamze de katılınca muhteşem üçlümüzü oluşturmuş olduk:)


Berlin’de Tegel ve Schönefeld olmak üzere iki havalimanı var. Tegel Havalimanı şehre daha yakın ve THY de bu havalimanını kullanıyor. Eğer buradan seyahat ediyorsanız şehir merkezine ulaşımın en pratik yolu TXL (Tegel Havalimanının uluslararası kısaltması) adlı otobüsle merkeze 40 dakikada ulaşmak mümkün. Bu otobüse ve tüm toplu taşıma araçlarına tek seferlik biniş 2.7 Euro ve biletler otobüs içinden de satın alınabiliyor. Ancak tren ve metro kullanacaksanız, bileti istasyonlardaki makinelerden  önceden satın almak gerekiyor. TXL Otobüsü ana tren garı Hauptbahnhof’dan geçerek son durağı olan Alexanderplatz’a gidiyor.  Eğer günlük kart alırsanız da 6.9 Euro ödeniyor ve bu kartla 24 saat içinde tüm toplu taşımayı kullanmak mümkün. Schönefeld Havalimanı’ndan da şehir merkezine toplu taşıma ile ulaşım alternatifleri mevcut. 


Berlin oldukça büyük bir şehir. O yüzden toplu taşıma ya da araba kullanmaksızın dolaşmak pek kolay değil. Size tavsiyem, ya havalimanındaki turizm ofisinden (ki ofis hemen TXL otobüsünün kalktığı çıkış kapısına çok yakın bir noktada) Welcome Card ya da 24 saat-48 saat-72 saatlik toplu taşıma kartlarından birini satın almanız. Welcome Card’ın ücreti, sadece toplu taşıma için olanından alınırsa 72 saat için 27.9 Euro, eğer müze adası üzerindeki Pergamon Müzesi gibi müzelere ücretsiz girişi sağlayan paketten alınırsa  44 Euro. Welcome Card aynı zamanda pek çok müzeye girişte de %25 indirim sağlıyor. Bu kart dışında, Berlin Pass denilen ve biraz daha pahalı olan 24 saatlik- 48 saatlik ve 72 saatlik kartlardan da alabilirsiniz. Bunun farkı, birkaç atraksiyona daha ücretsiz giriş sağlaması ve 24 saatlik hop-on/hop-off tur otobüsünden, nehir turundan faydalandırması. Berlin Pass’ın 3 günlük ücreti 118 Euro. Berlin, A,B ve C Bölgeleri olmak üzere 3 bölüme ayrılmış ve kartları alırken eğer Tegel Havalimanından seyahat ediyorsanız AB kartı satın almanız yeterli, ancak Potsdam’a gitmek ya da Schönefeld Havalimanından seyahat etmek istiyorsanız ABC bölgelerinin tümünü kapsayan kartlardan satın almak gerekiyor.


Otelimiz, Alexandarplatz’a çok yakın. Biz de TXL otobüsünün son durağının olduğu Alexanderplatz’dan kısa bir yürüyüşle ulaştığımız otelimize yerleşir yerleşmez şehri tanımak üzere yollara düşüyoruz. Hava da erken karardığından, şehri gün ışığında görmeyi tercih ediyor ve ilk günü M4 tramvayıyla ulaşılan Hackescher Markt’tan kısa bir yürüyüşle gittiğimiz Müzeler Adası’ndaki müzeleri gezmeye ayırıyoruz. Bergama Antik Kenti’nin eserlerinin orijinallerinin sergilendiği Pergamon Müzesi özellikle bizler için görülmeye değer. O büyük şehir kapılarının taa Türkiye’den buralara getirilmiş olması çok şaşırtıcı... Pergamon Müzesi aynı zamanda İslam Sanatları Müzesine de ev sahipliği yapıyor. Bu adada yer alan diğer önemli müzeler de Altes Museum, Neues Museum ve Bode Museum denilen Sanat Müzeleri ve hepsi de görülmeye değer. Müzelere giriş 10-14 Euro arasında değişen fiyatlarda, ancak Welcome Card ile tüm bu müzeler ücretsiz gezilebiliyor.  Müzeler, içindeki eserlerin yanısıra sadece binaları için bile görülmeye değer. Bode Museum içinde yer alan kafe de kısa bir kahve molası için çok hoş bir ortam sağlıyor. Müze Adası’nın (Museuminsel) güney ucunda Altes Museum , kuzey ucunda da Bode Museum yer alıyor. 

Müzeler Adası'ndan Katedral

Pergamon Müzesi

Bode Museum

Bode Museum
 

Bode Museum’dan Spree Nehri’ni sağınıza alarak devam ettiğinizde ulaşılan nokta  Friedrichstrasse de şehrin en önemli alışveriş caddelerinden biri. Burada birçok mağazanın yanı sıra restoran da bulmak mümkün. Gecesi de gündüzü de ayrı ayrı hareketli olan bu caddeye uğramadan şehirden ayrılmamak gerek.


Friedrichstrasse’den nehri arkanıza alıp devam ettiğinizde caddeyi dik kesen Unter den Linden Caddesine ulaşılıyor. Bu cadde de pek çok zengin alışveriş mağazalarının ve bilinen markaların yanısıra ünlü oteller mevcut. Bunların en bilineni Adlon Oteli. Unter den Linden, bir ucu meşhur Branderburg Kapısı (Breanderburg Tor)’da ve bu kapının yer aldığı Pariser Platz (Paris Meydanı)’da sonlanıyor. Bu meydan, aynı zamanda Amerikan Büyükelçiliği ve Fransiz Büyükelçiliği Binaları’nın da bulunduğu yer. Kapıyı geçip sağa doğru devam ederseniz, Reichstag denilen halen Almanya Parlementosu’nun hizmet verdiği binaya ulaşılıyor. Reichstag, 1999 yılınsa Sir Norman Foster tarafından yenilenip dış yüzü aynen korunup içine cam kubbe inşa edilerek  yeniden açılmış. Bu binayı önceden rezervasyon yaptırıp sırada bekleyerek katılabilinen turlarla gezmek mümkün ama önceden rezervasyonsuz gezilmesine güvenlik açısından ne yazık ki izin verilmiyor.

Branderburg Kapısı

Reichstag
  

Branderburg Kapısı’nı geçince karşımıza çıkan park da şehrin en bilinen parklarından biri olan Tiergarten. Tiergarten içinde ve Branderburg Kapısı’ndan devam eden Strasse des 17 Juni (17 Haziran Caddesi) üzerinde yer alan Grosser Stern (Zafer Anıtı) de şehrin alameti-i farikalarından biri.

Tiergarten
 

Branderburg Kapısı’nın hemen yakınında yer alan Avrupa Yahudileri Soykırım Anıtı (Denkmal für die Ermordeten Juden Europas) da şehrin en çok ziyaret edilen noktalarından biri. Her biri değişik yüksekliğe sahip mezarları sembolize eden bu beton kütlelerin üzerinde Yahudi Medeni Kanunu, tören kuralları  ve dini metinlerden oluşan Talmud’un birer sayfası yer alıyormuş ve anıt mezar Peter Eisenman tarafından tasarlanmış. 

Yahudi Soykırım Anıtı
 

Alexanderplatz’dan da geçen 100 ve 200 No’lu otobüslerle şehir turu yapmak mümkünmüş. Biz de otelimizin de çok yakınından geçen 200 No’lu otobüsü kullanarak Berlin Katedrali’ne ulaşıyoruz. Berlin Katedrali (Berliner Dom) şehrin mutlaka görülmesi gereken noktalarından biri. Buraya giriş 7 Euro ancak Welcome Card ile indirimli olarak 5 Euro. Berlin Katedrali’nin en büyük özelliklerinden biri 267 basamakla çıkılan terasından şehrin kuş bakışı  izlemenin mümkün olması. Ancak hayli uzun ve yorucu bir tırmanışı olduğunu söylemeliyim. 

Berlin Katedrali

Katedral Terası'ndan görüntü...


Spree Nehri ve Katedral
 

Burayı ziyaret ettikten sonra tekrar 200 No’lu otobüse binerek Potsdamer Platz’a gidiyoruz. Burada birleşmeden sonra inşa edilen Sony Center, Daimler City gibi pek çok modern bina yer alıyor. Potsdamer Platz aynı zamanda Tiergarten ve Branderburg Kapısı’na da komşu. Potsdamer Platz’dan yürüyerek önce Berlin Wall Memorial - Berliner Mauer (Berlin Duvarı Anıtı) ve meşhur Checkpoint Charlie’yi ziyaret ediyoruz. Checkpoint Charlie, 1961’de Amerikan ve Sovyet tanklarının karşı karşıya durduğu ve geçiş noktası olarak kullanılan kapı. Bu bölge civarında Doğu Alman’ların efsane araba markası Trabant temalı ürünlerin satıldığı pek çok hediyelik eşya dükkanı var. Bir de Ampelmann adı verilen Doğu Almanların trafik lambasında kullanılan işaret temalı ürünler yine bu bölgede sıkça karşımıza çıkıyor.

Berlin Duvarı

Checkpoint Charlie

Trabant'lar...

Ampelmann
 

Hazır buraya kadar gelmişken Stadtmitte denilen bölgeyi ziyaret etmeden olmaz. Burada yer alan Gerdarmenmarkt görülmesi gereken meydanlardan biri. Meydanda yer alan Deutscher Dom ve Französischer Dom (Alman ve Fransız Kubbeleri) hali hazırda sergi ve konser mekanları olarak kullanılıyor. 


Sonraki durağımız U1 metrosuyla ulaştığımız East Side Gallery oluyor. Burası, Türklerin çoğunlukla yaşadığı Kreuzberg Bölgesi’nden geçilerek gidilen ve kesintisiz yaklaşık 1.3 km’lik bölümü ayakta kalan Berlin Duvarı’nın (Berliner Mauer) üzerine duvar resimleri yapılmış olan bölümü. East Side Gallery de hemen Spree Nehri’nin kenarında yer alıyor.

Buradan sonra tekrar U1 metrosunu kullanarak meşhur çok katlı mağaza KaDeWe’nin bulunduğu Kudamm’a ulaşıyoruz. Buraya çok yakın yer alan Yıkık Kilise (Kaiser Wilhelm Gedachtniskirche) de Berlin’e gelmişken mutlaka görülmesi gereken noktalardan.  

East Side Gallery

East Side Gallery

Spree Nehri

 
Yıkık Kilise

Kiliselerden söz açılmışken, Nikolaikirche (Nikolai Kilisesi) Berlin Katedrali’ne oldukça yakın bir noktada yer alıyor ve parayla ziyaret edilebilen kilisede şu an genelde konserler düzenleniyor. Ancak kilisenin de bulunduğu Nikolai Viertel (Nikolai Bölgesi) küçük hediyelik eşya dükkanları ve renkli binalarıyla görmekten ve dolaşmaktan zevk aldığımız bir bölge oluyor. 

Nikolai Bölgesi
 

Son olarak, Berliner Fernsehturm (Berlin TV Kulesi ) 368 metre yüksekliğiyle Almanya’nın en uzun yapısı olma özelliğini taşıyormuş. Kuleye çıkış ücreti 13.5 Euro, ancak Welcome Card ile %25 indirimli olarak çıkılabiliyor. 237 metrede yer alan 360 derecelik seyir terasına  çıkan asansör 40 saniyede bu mesafeyi alıyor. Seyir terasının bir üst katında da bir restoran yer alıyor. Geceyarısına kadar açık olan kuleyi  kuyruk beklemeden gezmek istiyorsanız gece saatlerinde gezmenizi tavsiye ederim. 

Katedral'den TV Kulesi...


Gelelim Berlin’de ne yenir konusuna... Almanya denilince akla ilk gelen bira ve “wurst” (sosis) desem yeridir. Berlin’de her köşe başında diyebileceğim kadar çok currywurst ya da bratwurst satan sosis büfesi mevcut. Ayrıca lokal yemek yapan pek çok restoranda da denemek mümkün. Ancak, sosislerin çoğunluğu domuz etinden yapıldığından domuz eti tercih etmiyorsanız, dikkatli olmakta fayda var. Neredeyse bütün Almanya’da “berliner” olarak bilinen donut’a benzer hafif hamur tatlısı burada “pfannkuchen” olarak tanınıyormuş. Restoran ve mağazaların yer aldığı Friedrichstrasse’de pek çok mağaza ve restoran var. Burada yer alan Peter Pane oldukça rağbet gören bir hamburgerci ve burada etsizinden etlisine hayli fazla çeşitte hamburger bulmak mümkün. Fiyatları da Avrupa standartlarına göre oldukça uygun. Hamburger, bira ve patates kızartmasından oluşan menümüze kişi başı 15 Euro ödedik. Ayrıca şehrin pek çok yerinde zincirleri olan et restoranı Maredo ve meşhur İtalyan restoran zinciri Vapiano’nun da burada şubeleri var. Biz bildiğimiz yemekten şaşmayız diyenlerdenseniz buralarda da yemek mümkün. Nikolai Kilisesi’nin hemen yanında yer alan bölgede pek çok lokal restoran var. Bunlardan biri olan Zum Gerichtslaube’yi deneyip memnun kaldık. Almanya’nın Noel klasiği “glühwein” (sıcak şarap) da içeren atıştırmalık menümüze kişi başı 9 Euro civarında ödedik.  Hazır yeri gelmişken, Einstein adında şehrin pek çok yerinde şubesi bulunan kafelerde de ister kahvaltı, ister çay-kahve molası vermek mümkün. Büyük bir şubesi Unter den Linden ‘de bulunan kafenin, başka bir şubesi de Checkpoint Charlie civarında. Kudamm’da yer alan KaDeWe mağazasının en üst katında da güzel self-servis bir restoran ve bir alt katında da Eately’e benzer gurme yiyecek satın alabileceğiniz bir market var. Eğer sushi seviyoranız Alexanderplatz’da  TXL otobüslerinin durağının hemen yanında yer alan Suno adlı restoranda  Vietnam mutfağı ya da sushi deneyebilirsiniz. Çok merkezi olmasına rağmen oldukça uygun fiyatlı bu restoranı sevgili Betül’ün Berlin’de yaşayan kuzeni Esin sayesinde tesadüfen bulduk ve pek memnun kaldık.

Suno

Peter Pane
 

Eskiden aynı şehirde iki ayrı ülkeyken 1989’da yıkılan Berlin duvarıyla halkları tekrar birleşen Berlin’in, neresi doğu tarafıymış, neresi batı tarafıymış şu an anlamak pek mümkün değil.. Gezerken herhalde burası Doğu Almanya’ydı dediğiniz bir yer Batı Almanya, ya da tam tersi çıkabiliyor. Bu kadar kısa zamanda bu kadar rahat entegre olmalarının sebebi sanırım ayrılsalar da ruhen beraberliklerini ve  hemşehri ruhunu sürdürmeleri olmuş.

7 Kasım 2017 Salı

LÜKSEMBURG


Lüksemburg, Belçika, Almanya ve Fransa’nın arasında yer alan küçük bir ülke. Ancak Avrupa Birliği’nin pek çok kurumuna ev sahipliği yapan, kişi başına düşen milli geliri de en fazla olan ülkesi. Bu özelliğinden olsa gerek özellikle hafta içi çalışan ve iş seyahati için gelenlerle birlikte nüfusu hayli artış gösteriyormuş.

Lüksemburg
 

Lüksemburg Findel Havalimanı küçük ama düzenli bir havalimanı. İstanbul’dan her gün THY’nin tarifeli seferleri var. Havalimanı, şehir merkezine yaklaşık 7 km. uzaklıkta ve taksinin yanı sıra her 10 dakikada bir kalkan 16 numaralı otobüsle de 2 Euro karşılığında 20 dakikada merkeze ulaşım mümkün. Tatil günleri ise bu otobüslere ücretsiz biniliyor.

Lüksemburg Sokakları
 
Adolphe Köprüsü'nde gün doğarken...


Lüksemburg


Lüksemburg, iki katlı bir şehir olarak tanımlanabilir. Şehri ikiye bölen Alzette Nehri’nin iki yanındaki yeşil bölge Petrusse Vadisi olarak biliniyor. Şehrin merkezi üstte kalan kuzeybatı tarafında yer alıyor. Burada görülmesi gereken en önemli noktalar; her ayın ikinci ve dördüncü Cumartesi günü kurulan bit pazarının ve noel pazarının da kurulduğu Place d’Armes, turizm ofisi ve Belediye Binası’nın da yer aldığı ve her Cumartesi bir pazarın kurulduğu Place Guillaume II olarak sayılabilir. Yine bu üst bölümde yer alan Notre Dame Katedrali ve St. Michael Kilisesi görülmesi gereken yerlerden.  Notre Dame Katedrali’nin hemen yanında nehir kenarında yer alan Anayasa Meydanı’ndaki Altın Kız Heykeli de şehre gelen turistlerin sıkça ziyaret ettiği başka bir nokta.  Bu heykel, savaşta hayatını kaybeden Lüksemburg askerleri için yapılmış. Ayrıca Grand Rue adındaki yaya yolu hemen Place d’Armes’ın kuzey tarafında bir üst sokak ve şehrin en önemli alışveriş caddesi. 

Place d'Armes - Bit Pazarı

Place d'Armes
Place d'Armes

Place Guillaume II'de pazar

Place Guillaume II
Place Guillaume II

Place Guillaume II

Place d'Armes

Place d'Armes

Grand Rue

Notre Dame Katedrali
 

Bir dükalık olan Lüksemburg’un Büyük Dük Sarayı adıyla anılan yönetim binası da bu bölgede yer alan başka bir yapı. Hem Dük ve Düşes’in ikametgahı olarak kullanılan bu yapı aynı zamanda devlet işlerinin yürütüldüğü bir idare ofisi ve resmi davetlerin de gerçekleştirildiği yer. Yılın belli dönemlerinde de rehberli turlarla gezilebiliyormuş. Yine bu bölgede yer alan önemli yapılardan biri de Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi. Bünyesindeki daimi serginin ücretsiz gezilebildiği müzenin geçici sergilerini ziyaret etmek için 7 Euro ödeniyor. 

Büyük Dük Sarayı
 

Şehrin üst bölümünden aşağıya inmek için St.Michael Kilisesini sağınıza alarak dümdüz devam edip çok güzel manzaralı Chemin de la Corniche’den aşağı vadiye doğru gidebilir ya da şehrin üst kısmıyla alt kısmını bağlayan asansörü kullanabilirsiniz. Önerim, bu yolun zevkine vararak yürüyerek inip asansörle çıkmanız olacak. Chemin de la Corniche yolunun hemen başlangıcında yer alan köprünün alt tarafında Bock Casemates (Casemates du Bock – ya da Türkçe ismiyle Bock Kazamatları) bulunuyor. Dışarıdan görmenin yanında içeriden gezmek ve müzesinden detaylı bilgi almak isterseniz hemen köprünüm alt tarafındaki kapıdan 7 Euro ödeyerek bir tur almak mümkün.

Grund'a doğru...

Chemin de la Corniche
 

Gelelim şehrin alt bölümüne... Chemin de la Corniche’den devam ederek ulaşılan nokta Grund Mahallesi, şehrin en eski kısımlarından biri. Hemen girişinde yer alan ve Alzette Nehri’nin üzerinde yer alan köprüden manzara bir harika ve etrafında pek çok kafe ve restoran var. Grund’da  yer alan en önemli yapı da eskiden bir manastır olan şimdilerde ise sosyal aktiviteler, sergiler için kullanılan Neumünster Abbey (Neimenster). Hemen yanında ise St. John Kilisesi (Eglise Saint Jean-Baptiste) yer alıyor. Ben gittiğimde Neumünster’de güzel bir resim sergisi vardı ve buradaki sergiler ücretsiz gezilebiliyor. Yine bu bölgedeki Rue du Rham Sokağı,  biraz yukarı doğru çıkarak ulaşılan eski kale surlarının kalıntılılarının oluşturduğu Plateau du Rham’da noktalanıyor. Bu bölgeyi haftanın belli günleri yapılan rehberli turlarla gezmek daha doğru. Wenzel Rotası olarak bilinen bu turlar yaz aylarında daha sık olmakla beraber benim gittiğim kış aylarında sadece Çarşamba ve Cumartesi günleri saat 15:00’de yapılıyor ve tur 3 saat sürüyormuş. Ücreti 18 Euro olan bu tura ne yazık ki turun olduğu saatlerde şehirde olamadığımdan katılamadım. Place Guillaume II’deki turizm ofisinden bu turlarla ilgili bilgi almanın yanı sıra aynı yerden bilet de almak mümkün.

Grund'a doğru...

Neumünster

Grund

Grund'dan üst şehir

Plateau du Rham

St. John Kilisesi

Grund
 

Alzette Nehri üzerinde pek çok köprü ve viyadük var. Ancak bunların en bilineni ve en yenisi tren garının olduğu bölümle eski şehri bağlayan Adolphe Köprüsü. Bu köprü, 100 yılı aşan yaşına rağmen şehrin kullanıma açılan en son köprüsü olmasından dolayı halk arasında “yeni köprü” olarak anılıyormuş. 

Adolphe Köprüsü
 

Son olarak, havalimanı yolu üzerinde yer alan ve şehirdeki Avrupa Birliği binalarıyla pek çok iş yerine, modern tiyatro binası ile Filarmoni Binasına ve MUDAM olarak bilinen Modern Sanat Müzesi ‘ne ev sahipliği yapan Kirchberg semtini de Lüksemburg’un modern yüzünün güzel temsilcisi olarak niteleyebilirim.

Filarmoni

MUDAM

MUDAM

MUDAM

MUDAM

Kirchberg
 

Şehirde ne yenilir konusuna gelince. Pek çok kafe ve restorana ev sahipliği yapan şehir merkezi ve Grund Bölgesi yeme-içme için oldukça fazla seçenek sunuyor. Ancak olur da bir Pazar bu şehre yolunuz düşerse, şehri üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bulmanız çok olası. Çoğu restoran ve kafenin de kapalı olduğu Pazar günleri tüm mağazalar da kapalı. Şehir merkezindeki Kaempff-Kohler birşeyler yemek ve yerel Pinot Gris şarabının tadına bakmak için önerebileceğim bir kafe-restoran. Ayrıca, burada üretilen şampanya-şarap benzeri içkiye “cremon” deniliyor çünkü Fransızlar kendi ürettikleri şampanya isminin kullanılmasını yasaklamışlar. Place d'Armes'daki Cafe de Paris, Le Square, La Boucherie denediğimiz ve memnun kaldığımız diğer restoranlar. Şehir merkezinde Chocolate House ve Cathy Goedert gibi pek çok çikolata ve pastane benzeri kafe de birşeyler yemek ve içmek için güzel mekanlar. Kahveler genelde 3-4 Euro civarında. Bir de Ulusal Sanat ve Tarih Müzesi’nin kafesi Njörd, hem seyirli hem de sevimli bir kafe. Bir şeyler atıştırmak isterseniz de fiyatları Lüksemburg standartlarına göre epey uygun. 

Chocolate House

Kaempff-Kohler
 
La Boucherie



Lüksemburg, bir günde rahatlıkla gezilebilecek büyüklükte bir şehir. Toplu taşıma da genelde otobüs ile sağlanıyor. Tek biniş ücreti 2 Euro ama günlük kart alırsanız 4 Euro ödeniyor. Ancak, merkezi hiçbir toplu taşımaya ihtiyaç olmaksızın yaya olarak gezmek mümkün. Mart 2020'den itibaren ise toplu taşıma Lüksemburg genelinde ücretsiz hale gelecekmiş. Çoğu sokak zaten araç girişine izin vermediğinden, merkezi gezmenin en iyi yolunun yürümek olduğunu söyleyebilirim. Halk, Fransızca ve Almanca konuşuyor ve İngilizce çok konuşulan ve tercih edilen bir dil değil. Çoğu restoranda İngilizce menü bile pek bulunmuyor.  Bu küçücük şehrin dünyada kişi başına düşen milli gelirde şampiyon olması hayrete düşürüyor insanı. Pazar günleri de olur da bu şehirde vakit geçirmek zorunda kalırsanız ve arabanız varsa şehirde kalmayıp çevredeki  Avrupa Birliği anlaşmasına ev sahipliği yapmış Schengen veya şampanyanın çıktığı Champagne gibi şehirleri ziyaret etmenizi öneririm.