Londra hem iş hem de turistik amaçlarla defalarca gittiğim
bir şehir. Tıpkı New York gibi buraya da her gidişimde ya şehrin ayrı bir noktasını
keşfetme ya da değişik şekillerde keşfetme şansı yaratırım kendime. Bu da ayrı
bir zevk verir bana.
|
Oxford Street - Londra |
|
Oxford Street - Londra |
Son gidişimde (ki sanırım toplamda 10’dan fazla olmuştur) uzun zaman sonra ilk defa şehir merkezinde Paddington İstasyonuna yakın bir
noktada konakladım. Şehrin merkezinde olunca da tam bir turist gibi gezme
imkanı buldum.
|
Paddington Metro İstasyonu |
Otelimin çok yakınındaki meşhur St.Mary Hastanesi, penisilinin
mucidi Sir Alexandar Fleming’in de görev yaptığı bir hastaneymiş. Hemen
hastanenin arkasından başlayan Little Venice ise adı gibi küçücük olmasına
rağmen şehrin içinde bir huzur merkezi adeta.
|
Little Venice |
|
Little Venice |
|
Little Venice |
|
Little Venice |
Şehri yürüyerek keşfetmek isterseniz ilk rota olarak South
Kensington’dan Piccadilly’e kadar uzanan parkuru tavsiye edebilirim.
Bu rota üzerinde South Kensington metro istasyonunda inip önce Brompton
Road üzerindeki Victoria & Albert Müzesini ziyaret ediyorum.
Buraya giriş ücretsiz. Saat 10:00’da açılıyor. Müzenin sadece içindekiler
değil binası da görülmeye değer. Güzel kafesinde de kendinize bir mola
verebilirsiniz. Buradan sonra yoluma aynı cadde üzerinden devam ederek dünyaca
ünlü Harrods’ın da bulunduğu Knightsbridge’e ulaşıyorum. Biraz
daha devam ettikten sonra yolumdan sola doğru sapıp Hyde Park’a uğruyorum. Burası da aynı New York’un Central Park’ı gibi şehir içinde
yaratılmış kocaman bir cennet ve şehrin keşmekeşinden alıp uzaklara götürüyor insanı. Hyde
Park’da gölet etrafındaki kısa bir turdan sonra tekrar rotama dönerek Hyde
Park Corner'dan geçip Marble Arch’a ulaşıyorum. Buraya
ilk kez geliyorsanız Apsley House ve Wellington Arch turistik
olarak görmek isteyeceğiniz yapılar. Yola devam diyerek Piccadilly Circus’a da
adını veren Piccadilly caddesinden devam ediyor ve sağımda St.James Park’ı
görüyorum. Biraz ileride bir şey alma niyetiniz olmasa bile içini görmek isteyeceğiniz
meşhur çay mağazası Fortnum Mason var. Fortnum Mason’ın foodcourt’una
(yeme içme bölümü) da uğramanızı da şiddetle tavsiye ederim. Bir şey yemeseniz
bile fotoğraf çekmek isteyeceksiniz, eminim. Burası bir çay mağazasından ötesini
sunuyor müşteri ve ziyaretçilerine… Piccadilly’nin sonu ise meşhur Piccadilly
Circus. Hem cadde boyunca hem de meydan da pek çok mağaza bulmak mümkün.
Meydanın gecesi de ayrı renkli.
|
South Kensington |
|
V&A Museum |
|
V&A Museum |
|
V&A Museum |
|
Hyde Park |
Ben yürüme rotamı burada keserek metroyla Covent Garden’a
gidip burada Neal’s Yard adındaki şirin ve renkli avluyu görmek
istiyorum. Burada kendime kısa bir yeme içme molası verip bu kez metro ile
Londra’nın hiç gitmediğim daha çok bohem hayatıyla tanınan Camden Town
semtine gidiyorum.
|
Neal's Yard |
|
Camden Town |
|
Camden Town |
|
Camden Town |
|
Camden Town |
|
Camden Town |
|
Covent Garden |
|
Covent Garden |
İkinci bir rota tavsiyem de Thames Nehri’nin güney
yakası (Southbank). Bunun için farklı yollar olmasına rağmen ben daha önce gör(e)mediğim Tate
Müzesini de ziyaret etmek istediğimden sabah Blackfriars metro durağında
inip köprüden güney yakaya geçerek Tate Müzesi’ne doğru Thames
Nehri boyunca yürüyorum. Müzeyi gezdikten sonra (ki müze ücretsiz) en üst
katındaki kafesinde nehre karşı birşeyler içmenizi öneririm. Müzeden sonra yine
nehir boyunca geri yürüyerek (nehir sağımda kalacak şekilde) sırasıyla Blackfriar
Bridge, Waterloo Bridge köprülerini görerek London Eye’a
ulaşıyorum. 135 metre yüksekliği olan London Eye, 2000 yılındaki millenium
kutlamaları için yapılmış o gün bugündür Londra’nın en bilinen turistik
noktalarından biri haline gelmiş. Giriş için uzun kuyruklar var. O yüzden
biletleri önceden internet üzerinden satın almanızı öneririm. Bilet fiyatı 30 Pound civarında.
Bu rotada Westminister köprüsünden bütün ihtişamıyla göreceğiniz yapılardan
diğer kayda değer olanlar da Big Ben ve Houses of Parliament. Güneybatısı
Westminister Köprüsü’nde sonlanan bu parkurun kuzeydoğu ucunda ise Tower
Bridge var. Ve tabi Londra Kulesi (Tower of London). 1800lü yılların
sonunda yaklaşık 10 yılda inşa edilen Tower Bridge adını Londra Kulesi’ne
yakınlığından almış.
|
Tate Modern |
|
Tate Müze "Cafe"si |
|
Tate |
|
Tate |
|
Tate |
|
Southbank |
|
Southbank |
|
Southbank - London Eye |
|
Southbank |
|
Tower Bridge |
Londra’nın olmazsa olmazlarından biri de, Piccadilly’nin
hemen biraz kuzeyinde Marble Arch’tan başlayıp Tottenham Court Road’a
kadar uzanan ve tam ortasında Oxford Circus bulunan en ünlü alışveriş
caddesi Oxford Street. Ayrıca, alıverişe doyamadım diyenler için Oxford Circus ile Piccadilly Circus
arasında ise yine pek çok mağazanın bulunduğu meşhur Regent
Street yer alıyor. Ve bütün bu caddeler özellikle Noel ve yeni yıl döneminde
hayli ışıltılı.
|
Oxford Circus |
|
Regent Street |
Yeme içme alternatiflerinin sonsuz olduğu şehirde bir İngiliz
klasiği fish & chips yemek isterseniz Oxford Circus yakınındaki Soho’da
yer alan “Golden Union”ı öneririm. Ve tabi benim için bir Londra klasiği olan ve
şehirde pek çok şubesi olan “Burger & Lobster” başka bir seçenek. Ayrıca Covent
Garden ve Soho’da şubeleri olan “Temper”, et yemekten
hoşlanıyorsanız güzel bir seçecek. Ancak tabi yemek için bu saydıklarımın
dışında da pek çok güzel restoran mevcut. Bu yazımda sadece son gezimde şehirde
kaldığım 2 gün içinde deneme fırsatı bulduklarımdan bahsettim.
|
Golden Union |
|
Golden Union |
Bir daha ne zaman yolum düşer bilinmez ama her gittiğimde
farklı bir yönünü keşfetmenin mümkün olduğu ama bir o kadar da değişmeyen
klasik bir şehir Londra😊