28 Haziran 2014 Cumartesi

Montaigne ve Montesquieu'nun Şehri: BORDEAUX


Bordeaux, yani Bordo, Fransa’nın güneybatısında yer alan, yaklaşık 250.000 nüfuslu bir şehir. Dünyada şarapları, bizde ise daha çok futbol takımıyla meşhur. Aynı zamanda tarihi bir liman şehri olmasından dolayı da 2007’den beri UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde bulunuyormuş.


Mirroir d’eau


Bordo’nun Merignac Havalimanına Haziran 2014 itibariyle THY’nin tarifeli seferleriyle direkt ulaşım mümkün. Arzu ederseniz Paris’ten de 3.5 saatlik hızlı tren yolculuğuyla da Bordo’ya ulaşarak bir taşla iki kuş vurabilir ve hem Paris’i hem Bordo’yu görme şansı yakalayabilirsiniz.


Havalimanında şarap şişeleri karşılıyor:)

St. Jean Garı




Uçakla geldiğimiz Bordo’da, bizi başta pek de hoş olmayan bir sürpriz bekliyordu. Bavullarımızdan biri ortalarda yoktu. Anladık ki bavul, benzerliği sebebiyle başka biri tarafından alınmış, olay 2 saat içinde çözüldü ve karışıklığa sebep olan Marie Claude ile güzel bir dostluk kurduk süreç sonunda. Hatta bizi şehir merkezine kadar götürüp bir de üzerine şehir turu yaptırınca yerel bir rehberle şehri gezme fırsatı bile yakalamış olduk:)
 
Bordo havalimanı ile şehir merkezi arası, mesafe olarak çok uzun olmasa da yaklaşık 45 dakikada alınıyor. Havalimanından merkeze gidebilmek için taksi dışında kullanabileceğiniz birkaç alternatif var. Bunlardan ilki, 7 Euro ödeyerek binebileceğiniz shuttle otobüs, diğeri ise Quinconnes Meydanı ve Gambetta Meydanı’ndan da geçerek havalimanına kadar ulaşan ve aynı yolla havalimanından şehre giden otobüs hattı. Bunun ücreti ise 1,40 Euro ve bileti otobüs içinden alabileceğiniz gibi otobüs ve tramvay duraklarındaki bilet makinelerinden de alabilirsiniz. Ancak otobüse bindiğinizde bileti bir makineye sokarak valide etmeniz gerekiyor. Bu otobüsle yolculuk, ağır bavullarla seyahat etmiyorsanız  gerçekten çok pratik. Havalimanından Marie Claude’un özel servisiyle şehre ulaştıktan sonra dönüş yolunda yol arkadaşlarım Paris’e devam ettiklerinden ben de bu otobüsü kullanarak havalimanına ulaştım.

Otelimiz Adagio, istenildiğinde uzun dönem kalma fırsatı da sağladığından, odamız bir otel odasından çok bir stüdyo daire... İçinde küçük bir mutfağı da var. Tam şehir merkezinde olduğu için her yere ulaşım çok rahat. Bordo, zaten küçük bir şehir olduğundan bütün şehri 2 gün içinde yürüyerek keşfetmek mümkün.

Otelimiz

Biz de otele yerleştikten sonra, arabayla attığımız şehir turunda gördüğümüz mekanları bir de yakından görmek için kendimizi Bordo sokaklarına atıyoruz. İlk durağımız, hemen otelden çıktıktan sonra karşımıza çıkan Gambetta Meydanı oluyor. Bu meydan birçok otobüs ve tramvay hattının durak noktası olan oldukça popüler bir yer. Meydanın ortasında yeşillik ve çiçeklerle kaplı büyük bir havuz var ve etrafında Bordo’lular çimenlerde uzanıp hem güneşleniyor hem de bir şeyler yiyorlar...


Gambetta Meydanı
 

Gambetta Meydan’ından devam ederek Cours de l’intendance üzerinden yürüyoruz. Burası sadece tramvayların geçtiği geniş bir yaya yolu. Cadde üzerinde pek çok mağaza var. Yolun sonunda  Paris’teki Opera binasının da prototipi olan Grand Theater (Büyük Tiyatro)ya ulaşıyoruz. Burada bir opera dinlemek çok zevkli bir deneyim olmalı diye geçiriyorum içimden.

Cours de l’intendance

Grand Theater
 

Grand Theater’dan hemen sonra Place de la Comedie’den geçip bu meydana açılan Rue de 30 Julliet caddesini takip ederek Qinconnes Meydanı’nda buluyoruz kendimizi. Rue de 30 Julliet üzerindeki turizm ofisini ziyaret ederek şehirde görülecek yerleri bir de oradan öğrenip güzel bir şehir haritası ediniyoruz.

Monument Aux Girondins
 

Qinconnes Meydanı girişindeki Monument Aux Girondins’i gördükten sonra nehre doğru devam ederek sütunların yakınındaki Montesquieu ve Montaigne heykellerinin arasından geçerek sahile ulaşıyoruz.

Quinconnes'deki sütunlar

Şimdiki hedefimiz Quai Louis 13th caddesi üzerinden geçerek Place de la Bourse. Burada hem meydan hem de hemen yolun karşısında nehir kenarına yapılmış Mirroir d’eau (Su Aynası)  gerçekten görülmeye değer. Özellikle Mirroir d’eau’yu mutlaka akşam gün batımı ve gece de ziyaret edin, buraya yansıyan binaların ve meydanın görüntüsü harika oluyor.


Place de la Bourse

Mirroir d’eau


Meydandan ilerleyerek eski şehir kapılarından biri olan Porte Cailhau geçip tekrar şehir içine giriyoruz. Hemen karşımıza gelen Cours d’Alsace et Lorraine’den ilerleyerek ilk sağa döndüğümüzde Rue des Argentiers’de buluyoruz kendimizi. Bu yolun sonunda St. Pierre Katedrali çıkıyor karşımıza. Katedrali gördükten sonra Rue Pt. St. Pierre sokağından geçerek Bordo’nun en önemli meydanlarından biri olan Place du Parliement’e ulaşıyoruz. Burada adını daha önce de birkaç yerde okuyup duyduğumuz Chez Jean’da akşam yemeğimizi yemeye karar veriyoruz. Ancak biz okuduklarımız kadar memnun kalmıyoruz yediklerimizden. Burada,  ana yemekler 20 Euro civarında...Vakit hayli ilerlediğinden ve biz de yorulduğumuzdan yolda, Hotel de Ville ve St.Andre Katedrali’nin hemen yanıbaşındaki Place Pey-Berland Meydanı’nda kahve içerek otelimize dönüyoruz.

Porte Cailhau
 
Quai Richelieu

St.Andre Katedrali
 

Ertesi gün ilk durağımız, okyanus kenarındaki Arcachon’a nasıl gidileceğini öğrenmek için tekrar turizm ofisi oluyor. Ancak, ne yazık ki tren çalışanlarının grevde olduğunu ve çoğu hattın çalışmadığını öğrendiğimizden okyanusu ziyaret hayalimiz suya düşüyor. Normalde  St.Jean Gar’ından kalkan trenlerle 50 dakikada Arcachon’a ulaşım mümkün.

Turizm ofisinden sonra yine Garonne nehri boyunca yürüyerek Quai de Douane ve Quai Richelieu’dan geçip 19. Yüzyıldan kalma Pont de Pierre’e ulaşıyoruz. Üzerinden hem arabaların geçtiği hem de iki tarafında yayalar ve bisikletliler için ayrı yolların olduğu estetik köprüyü geçer geçmez Stalingrad Bölgesi’ne ulaşıyoruz. Burada nehir manzaralı bir kafede kahvelerimizi yudumlayarak bir mola veriyoruz kendimize. 

Pont de Pierre
 

Bu molanın ardından tekrar karşı yakaya geçerek bu kez Cours Victor Hugo Caddesi’ne ulaşıyoruz. Saint Michel denilen bu bölge daha önce İspanyol ve Portekizlilerin yoğun bir şekilde yaşadığı bir yerken Tunus, Cezayir, Afrika, Ortadoğu’dan gelen göçmenlerin yoğun yaşadığı bir bölge haline gelmiş. Bu bölgede Türk nüfusu da oldukça fazla. Birçok Türk restoranı ve kebapçı da gözümüze çarpıyor. St. Michel’de ilk olarak Fleche St.Michel’i yani buradaki büyük kiliseyi görmek istiyoruz ancak renovasyonda olduğu için göremeden yolumuza devam etmek zorunda kalıyoruz. Bu rotada yörenin eski sakinleri İspanyol ve Portekizlilere ait bazı tapas bar’lar da var. 

Bir Türk manavı...



Victor Hugo Caddesi’nden devam ederek Grosse Cloche (Büyük Çan Kulesi)ne ulaşıyoruz. Buradan geçip Rue St.James üzerinden bu kez Place Lafargue’deyiz. Öğle yemeğimizi buradaki gençlerin pek rağbet ettiği Santoshada adındaki restoranda yiyoruz. Menümüzde deniz mahsüllü thai noodle var ve önceki akşam yediğimiz yemekten sonra çok lezzetli geliyor bize. 

Grosse Cloche

Yemek sonrasında Rue des Ayres’den geçerek bir alışveriş caddesi  ve aynı zamanda bir yaya yolu olan Rue Sainte Catherine’den boylu boyunca yürüyoruz. Bu cadde kuzeyde Grand Theater’ın hemen yanından başlayarak güneyde Victoire Meydanı’nda sonlanıyor. Ancak kuzeyinde daha pahalı ve şık mağazalara ev sahipliği yaparken güneye doğru indikçe çehresi tamamen değişiyor. 

Rue Sainte Catherine

Şehirdeki son günümüzde okyanus olmasa da bari gölü görelim diyerek şehrin kuzeyindeki göle gitmeye karar veriyoruz. Bu kez Quinconnes Meydanı’ndaki duraktan pembe hatta binerek şehrin en kuzeyindeki Berges du Lac durağında iniyoruz. Bu bölgede, gölün tam aksi yönünde aynı zamanda işyerleri ve bir de büyük alışveriş merkezi var. Bu gölde yüzülebildiği gibi yelken yapanları da görüyoruz. Burada kısa bir mola verip tekrar merkeze iniyor ve Bordo sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz. 


Quinconnes'teki tramvay durağı

Göl
 

Akşam yemeğimizi ise St. Pierre Meydanı’ndaki Le Grilladin St. Pierre adındaki restoranda yiyoruz. Burada giriş, ana yemek ve bir tatlıdan oluşan menüye 17 Euro ödüyor ve hem servisten memnun kalıyor hem de oldukça lezzetli bir yemek yiyoruz. Bordo’daki son gecemizde bu kez akşam görmek üzere Mirroir d’eau’ya gidiyor ve manzarayı görüp fotoğraflayabileceğimiz güzel bir noktaya yerleşiyoruz. Gerçekten de gün batımında da, karanlık basıp şehir ışıkları yanınca da harika fotoğraflar veriyor burası. Artık veda zamanı geliyor bu küçük ve güzel Fransız şehrine...


Mirroir d’eau

21 Haziran 2014 Cumartesi

KOS - Nam'ı diğer İSTANKÖY ADASI



Kos, Bodrum’un sadece 15 km. açığında yer alan ve bizim İstanköy diye de tanıdığımız oniki Yunan adasından biri. Kos’un 30.000 civarı olan nüfusunun, 3.000 kadarı en büyük dini azınlık olan müslüman Türklerden oluşuyormuş... 

Adaya, Bodrum’dan 40 dakikada küçük feribotlarla ulaşabileceğiniz gibi diğer Yunan adalarından da deniz otobüsü veya feribotla ulaşım mümkün. Bodrum’dan Turkish Sealines seferleriyle ulaşmak isterseniz gidiş-dönüş ücreti 22 Euro, tek yön ücreti ise 17 Euro. Biz önce Symi adasına gittiğimiz için, Kos’a Symi’den Yunan Dodekanisos firmasının deniz otobüsüyle geçiyoruz. Bunun tek yön ücreti ise 22 Euro. Symi’den sabah 9:30’da bindiğimiz feribotla 11:00’de Kos’a varıyoruz. 

Bizi Kos'a getiten deniz otobüsü

Kos’ta gemilerin yanaştığı bir liman ve bu limanın bir batısında daha çok turistik teknelerin yanaştığı içerlek bir marina, diğer tarafında da daha özel teknelerin yanaştığı sadece tekne sahiplerinin girebildiği daha özel bir marina var. Bizim otelimiz de işte bu marina ile liman arasında yer alan Vasileos Georgiou Caddesi üzerinde. Burası adaya geldiğinizde kalmanızı önerebileceğim bir bölge. Limanın diğer tarafındaki marina hayli turistik ve kalabalık, Bodrum’un bir kopyası adeta... Ancak fiyatlar Bodrum’dan hayli ucuz. Bu marinadan daha batıya doğru ilerlediğinizde oteller, plajlar ve tavernalar yer alıyor. Buradaki plajlar, bizim kaldığımız taraftaki plajlardan daha popüler ve aynı oranda da kalabalık. Daha yüksek volümlü müzik var.

Marina

Barbouni'den plajların görüntüsü

Averof Caddesi üzerinde bir restoran
 

Bu kısa tanıtımdan sonra küçük de bir hatırlatma yapayım. Günübirlik geldiyseniz pasaport kontrolünden mümkün olduğunca hızlı çıkmaya bakın, çünkü özellikle bayram gibi yoğun talebin olduğu zamanlarda ciddi kuyruklar oluyormuş ve zaten birkaç saat geçirebileceğiniz adada kısıtlı zamanınızı bu kuyrukta geçirmek pek akıllıca olmayabilir. 

Gelelim adada neler yapılabileceğine... Limandan çıkıp taksiyle 5 dakika içinde sahile yakın otelimize varıyoruz. Yürüyerek de bu yolu 15 dakikada almak mümkün. Otelimiz Triton, 3 yıldızlı ve altında aynı zamanda kahvaltılarımızı da yaptığımız deniz manzaralı bir İtalyan restoranı var. Önündeki yoldan geçerek hemen denize ve plaja ulaşıyorsunuz. Hemen yolun karşısındaki Kos Aktis Art Hotel bence adanın en güzel otellerinden biri ve kendi plajı da var. Biz de, bu otelin hemen yanındaki Avra adındaki “beach club” diye niteleyebileceğim mekanın plajını kullanıyoruz. Burada, şemsiye ve şezlonglar ücretsiz, sadece yediğiniz içtiğinize para ödüyorsunuz. Hafif bir müzik de yormadan bize eşlik ediyor. Kaldığımız iki gün boyunca buradan denize girdik, çok da memnun kaldık. 

Otelimizin restoranı

Avra

Otelimiz

Kos Aktis Art Hotel ve Plaj

Biz Türkler, ada sakinleri arasında pek seviliyoruz. Komşu olmanın, bir şekilde sonradan uzaklaşmış olsak da aynı kültürü paylaşmış olmanın avantajını kullanıyoruz sanırım. Burada da Symi’de rastladığımız yakın ilgiyi görüyoruz. Ada halkı, anakarada yaşayan Yunan halkından çok farklı yaklaşıyor bizlere... 

Unutmadan, hemen otelimizin karşısında To Special adındaki pastanenin dondurmalarından deniyoruz. Dükkandaki tüm tatlılar da ağzımızı sulandıracak cinsten. Avra’daki deniz molamızın ardından otelimize dönüp üstümüzü değiştirdikten sonra kısa bir yürüyüşle adanın merkezinde buluyoruz kendimizi. İlk durağımız, şehir surlarından geçerek ulaştığımız Cezayirli Gazi Hasan Paşa Cami oluyor. Ancak cami ne yazık ki kapalı, hatta o kadar kapalı ki camlarına bile tahtalar çakılmış. İnsanın böyle manzaraları görünce içi acıyor doğrusu. Hemen caminin altında hediyelik eşya dükkanları var. Buradan biraz daha ilerlediğimizde Kos’un ana meydanı diyebileceğimiz Eleftherias Meydanı’ndayız. Burası Defterdar Cami, içinde yiyecek ve hediyelik eşyaların satıldığı kapalı bir çarşı olan Belediye Çarşısı ve bir tarafında da Saat Kulesi ve yanı başındaki restoranlarla çevrelenmiş. Bu restoranlardan biri de kadınların oluşturduğu kooperatifin restoranı. Aegli adındaki bu restoranda lokal yemeklerin tadına bakmanızı öneririm. Burada hem yemek yapanlar, hem de çalışanlar kadın.  Bazı Anadolu kasabalarında rastladığım gibi burada çalışıp bu kooperatifin verdiği parayla bütçelerine katkıda bulunuyorlar. Özellikle sarma dolmaları bir harikaydı. Uzun süredir yediğim balıktan sonra farklı bir şey yemek hoşuma gitti doğrusu. Bu meydandan biraz ilerleyince Kos'un merkezindeki beş kiliseden belki de en güzeli olan Agia Paraskevi'ye ulaşıyoruz. Buranın gece aydınlatması da görülmeye değer.



Cezayirli Gazi Hasan Paşa Cami

Çarşı - Eleftherias Meydanı

Çarşı

Agia Paraskevi Kilisesi - Kos

Eski şehir kalıntıları

Defterdar Cami
 

Bu bölgede sokaklara dalarak Bodrum’daki sokaklara benzer şekilde hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar arasında geziyoruz. Gezinin sonuna doğru sokaklar arasında dolaşırken Ciao adlı İtalyan restoranında bir frappe molası veriyoruz kendimize. Adada kahve için en fazla 2 Euro, frappe için de 3 Euro ödüyoruz. Genelde içki ve bira fiyatları karşı yakadaki Bodrum’dan çok daha ucuz. Ayrıca eğer uçakla seyahat etmeyecekseniz ve taşıyacak yeriniz varsa Kos’taki marketlerden içki alışverişi yapabilirsiniz. Bodrum’daki çoğu mekan, içki alışverişini buradan yapıyormuş.

Şehir içinde değil de sahile sıfır restoranların birinde yemek isterseniz batı taraftaki Averof Caddesi üzerinde yer alan Barbouni adlı restoranda da yediğimiz yemekten hayli memnun kaldık. Mürekkepbalıklı risotto, balık ızgaradan oluşan menümüze içkilerimizle birlikte kişi başı 20 Euro gibi bir ücret ödedik. Ancak risottonun çok başarılı olmadığını da söylemeden geçmeyeyim. Barbouni’de yemek takımlarının Paşabahçe, kahve fincanlarının da Kütahya Porselen imzalı olması da gözümüzden kaçmadı:)


Barbouni
 

Biz, merkez dışındaki plajların hiçbirine gitmedik ama merkezin kuzeybatısında hemen Akyarlar’ın karşısında Lambi  Plajı, doğusunda ise Psalidi, Paradisi plajları yer alıyor. Merkezden kalkan otobüslerle Tigaki veya adanın en arkasındaki Kefalos Köyü’ne de gidebilirsiniz. Ancak Kefalos’a yol 2 saat kadar sürüyormuş. Tigaki ise beyaz kumlu olmasına rağmen dalgası bol bir plajmış. 

Kos Adası aynı zamanda Hipokrat’ın adası olarak biliniyor. Hipokrat, adada Asklepion denilen antik kentte yaşamış. Merkezde de kendi adıyla anılan bir ağaç var. Bu ağaç, koruma altına alınmış. Denildiğine göre Hipokrat, bu ağacın altında arkadaşları ve meslektaşlarıyla uzun sohbetler yaparmış. Marinanın girişinden kalkan mini tren, ücretsiz olarak sizi Asklepion’a götürüyor, buradaki antik şehri gezmek isterseniz ücreti 4 Euro.  Marina da bir de 5 Euro vererek hem şehir içini 20 dakikada gezebileceğiniz, hem de sizi Asklepion’a götüren ikinci bir tren daha var. Ancak, şehri yürüyerek gezmek de çok rahat. Hazır yeri gelmişken; Asklepion yolu üzerinde Platani denen Türk köyünden geçiliyor. Burada da Türk yemekleri yapan restoranlar var. Adanın tam ortasındaki Zia Köyü de tanınıyor. Yüksekte kaldığı için aynı zamanda manzarası da çok güzelmiş Zia’nın.  Ne yazık ki buraya gidecek kadar zamanımız olmadığından bir daha sefere diyerek adadan ayrılıyoruz.


Hipokrat Ağacı

Asklepion Giriş Yolu


Platani

 
Kos, gördüğüm Yunan adaları içinde en büyüklerinden biri. Şu sıralar ekonomik zorluklar yaşayan Yunan adalarına en fazla para harcayan turist Türkiye’den gidiyor. Bu yüzden de yerli halkın çoğu Türkçe öğrenmeye çalışıyor. Hal böyle olunca da, Türkiye’den ve özellikle İstanbul’dan geldiğimiz öğrenilince hayli ilgi gösteriliyor. Türkçe konuşmak, adalılar arasında bir marifet sayılıyor ve otel ve restoranlarda “Türkçe konuşulur “ yazısını sıkça görmek mümkün. Anlayacağınız uzun süredir ilk defa bir Schengen ülkesinde yabancı hissetmiyorum kendimi.

15 Haziran 2014 Pazar

SYMI - Nam'ı Diğer SÖMBEKİ ADASI



Osmanlıca adı Sömbeki’yi, Sömbek adı verilen küçük teknelerin burada yapılmasından alan ada, Yunanca adı Symi’yi de Yunan mitolojisinde deniz tanrısı Poseidon’un eşi Nymph Symi’den almış. Ege Denizi ile Akdeniz’in buluştuğu bölgede yer alan adanın Rodos’a uzaklığı ise 40 km. 


Liman

Symi’ye, Bodrum’dan 1,5 saatlik bir deniz otobüsü yolculuğu ile ulaşıyoruz. Deniz otobüsü dediğime bakmayın, aslında “hovercraft” denilen araçların sadece suda giden bir versiyonu bindiğimiz. Turkish Sealines’ın, bizim gittiğimiz dönemde, sadece Pazar günleri Bodrum’dan yapılan tarifeli seferi ile Symi’ye ulaşıyoruz. Günübirlik tur alırsanız bu seyahatin bedeli gidiş-dönüş 57 Euro, ancak tek gidiş alırsanız 40 Euro ödüyorsunuz. Biz, sonrasında Kos adasına da geçeceğimiz için 40 Euro ödeyerek tek yön bilet alıyor ve dönüşümüzü Kos üzerinden yapıyoruz.

Bizi getiren tekne...
 

Adaya vardığımızda ilk gözümüze çarpan pastel renkli evleri oluyor. Bu özelliğiyle mavi-beyaz hakimiyeti olan diğer Yunan adalarından hayli farklı bir görüntüsü var. Symi’ye vardığımızda sınır polisinin gelmesi ve bizi tekneden karşılaması için bir süre teknemizin içinde bekliyoruz. Yaklaşık 15 dakika sonra iki polis geliyor ve tek tek pasaportlara bakıyor, ancak pasaportlara damga basılması için gerekli ekipman başka bir binada olduğu için pasaportlarımızı alıyorlar ve bize iki saat sonra gelmemizi söylüyorlar. Günübirlik seyahat edenlerse aynı araçla dönüleceğinden pasaportlarını dönüşte tekne görevlilerinden alacaklar... Biz de bizi almaya gelen otel görevlisinin güveneceğimizi söylemesi üzerine pasaportlarımızı sınır polisinde bırakıp Pedi Beach’de kalacağımız otelin transfer aracına biniyoruz. Tabi aklımız biraz geride bıraktığımız pasaportlarda kalıyor ama yapacak pek bir şey yok. Neyse ki iki saat sonra limana geri döndüğümüzde pasaportlarımıza sağ salim giriş damgası bastırıp gönül rahatlığıyla tatilimize başlıyoruz:)

Marina Bölgesi


Symi küçücük bir ada. Merkezi, tam anlamıyla renkli küçük evleriyle İtalyan kasabalarını andırıyor. Biz, merkez yerine denizinin daha güzel olduğunu duyduğumuz Pedi Beach’de kalıyoruz. Ancak, size tavsiyem şehir içinde kalmanız ve buradan isterseniz her saat başı kalkan otobüsle Pedi Beach’e günübirlik gitmeniz. Akşamları Symi merkezi daha renkli ve yüksek sezonda bile Pedi yönündeki son sefer 23:00’de yapılıyor, biz gittiğimizde Haziran başı olduğundan seferler 22:00’de sonlanıyordu. Taksi her ne kadar bulunması kolay ve 5 Euro dense de gece belli bir saatten sonra taksi bulmak hayli zorlaşıyor ve fiyatları da talep arttıkça katlanıyor.

Symi
 

Pedi Beach’te bizim de kaldığımız Pedi Beach Hotel, orada benim gördüğün tek otel ama isterseniz günübirlik geldiğinizde zaman geçirip tam denizin üstünde yemek yiyebileceğiniz güzel bir restoran da var. Denizi billur gibi gerçekten ama öyle bizim alışık olduğumuz geniş kumsalı pek yok. Pedi Beach’te de Symi merkezdeki sahilde de kumsal hayli dar. Çakıl, kum karışık bir yapısı var. Pedi Beach Hotel, 20 yıl kadar Almanya’da yaşamış Maria ve Spiros tarafından işletilen küçük bir otel. Ama Maria ve Spiros o kadar misafirperverler ki, iki gün kalmamıza rağmen biz ayrılırken arkamızdan su dökmedikleri kalıyor. Türkiye’dekiler dahil, bu denli yakın ilgi gördüğüm pek az otel konaklaması tecrübem olmuştu. Bu arada adaların tümünde Atina’nın aksine Türk olduğumuz duyulunca yakın ilgi görüyoruz. Hele İstanbul’dan geldiğimiz öğrenilince herkes ne kadar şanslı olduğumuzdan ve İstanbul’un ne kadar güzel bir şehir olduğundan dem vuruyor. Haksız da sayılmazlar!


Pedi Beach

Pedi Beach

Symi merkezi, birbirinden 19.yüzyılda inşa edilmiş bir saat kulesiyle ayrılan iki koydan oluşuyor. Merkezde kalmak isterseniz, marinayı, gemilerin yanaştığı limanı  ve saat kulesini geçtikten sonra plaja yakın otelleri seçmeniz daha iyi bir tercih olabilir. Buradaki otellerde kalmadım ama gelip giderken yeri ve genel görüntüsüyle beğendiğim iki otel vardı: Bunlardan ilk olarak hemen saat kulesinin arkasındaki Nireus,diğeri de biraz daha plaja yakın Aliki...

Saat Kulesi
 
Plaj tarafından Saat Kulesi ve Nireus Oteli


Symi merkezde “Little Train” adı verilen ve 40 dakikada size kısa bir ada turu yaptıran trene de binip adayı Yunan müzikleri eşliğinde tanıyabilirsiniz. Buna çok benzer bir trene Sorrento’da da bindiğimi hatırlıyorum. Bu trene binmek isterseniz ücreti 6 Euro. Ancak bizim gittiğimiz akşamüstü saatlerinde henüz sezon da açılmadığından olsa gerek  bu trene, turistlerden çok ada çocuklarının rağbet ettiğini de eklemeden geçmeyeyim:)


Symi

Merkezdeki Plaj

Symi
 

Biz de günümüzü Pedi Beach’de deniz ve güneşten faydalanarak geçirdikten sonra hem Symi’yi daha iyi görmek hem de yemeğimizi yemek için, Pedi’den kalkan otobüs ile Symi’ye geliyoruz. Marina ve liman boyunca pek çok hediyelik eşya, deniz kıyafeti ve doğal sünger satan dükkan var. Süngerin asıl çıktığı ada Kalimnos’muş ama Symi’de de kayda değer miktarda sünger çıkarılıyormuş. Symi daha çok yat turizmine hitap ettiği için bizim Göcek civarındaki gibi daha zevkli hediyelik eşya ve butik dükkanlara rastlayacağınız bir ada. Alışveriş için en iyi mekanlar marinadaki Smms ve köprüyü geçer geçmez içeri girdiğiniz sokaktaki marketten devam ederek ulaştığınız pastane ve dondurmacının hemen yanındaki Mina. Buradaki dondurmacının dondurmalarından da tatmayı ihmal etmeyin. 

Dondurmacı

Symi’de başka nereyi görmeliyim derseniz; Chorio Tepesi derim. Pedi Beach’e giden otobüsler burada da duruyor ve buradan kuşbakışı olarak Symi’ye bakabilirsiniz. Chorio Tepesi’nde 19 yüzyılda inşa edilmiş binada hizmet veren Arkeoloji Müzesi’ni de ziyaret edebilirsiniz. Chorio Tepesinden 375 basamaklı merdivenlerden inerek Gialos diye adlandırılan Liman Bölgesi’ne ulaşılıyor.


Tepeden bakış...


Son olarak Simi merkeze yaklaşık 25km.lik mesafedeki Panomiti Koyu’nda yer alan manastırı ziyaret edebilirsiniz. Biz, hem denizde daha fazla vakit harcamak istediğimizden biraz da ilgi alanımıza girmediğinden manastır ziyaretini yapmadık. Ancak burası, özellikle yaz aylarında anakaradan gelen birçok Yunan turiste hizmet veriyormuş. Burada oda kiralayıp birkaç gün geçiren Yunanlılar kendilerince huzur buluyorlarmış. Ayrıca, manastır içindeki baş melek Mikail ikonasına yüz süren Ortodokslar hacı oluyorlarmış.

Yemek konusuna gelince, Symi’de pekçok alternatif mevcut. Menüler genelde balık-meze üzerine kurulmuş. En bilinen taverna Manos, ama burada fiyatlar hayli pahalı. Buradan biraz daha uygun fiyata iki kardeşin işlettiği Pantelis’i öneririm. Bir de hemen taksi durağının yanında tesadüfen otelde tanıştığımız Türk arkadaşlarımızın bize tavsiye ettiği Teverna Haris (XAPHS diye yazılıyor)’i denemeden geçmeyin. Tattığımız her şey çok lezzetliydi. Özellikle mürekkepbalığı risottosunun bu kadar güzelini İtalya’da bile yemedim. Bir de Simi karidesi dedikleri çok küçük boydaki karidesleri çok lezzetli, mutlaka tadına bakın. İkramları çok iyi ve hesap ta kişi başı içki dahil 20 Euro geldi. Yolunuz düşerse, orada Haris ile birlikte çalışan Dimitris’e selam söyleyin.

Ayrıca, arzu ederseniz Symi limanından ve Pedi Beach’den kalkan teknelerle de 5-6 Euro gibi bir ücret ödeyerek Saint Marina’s ve Saint Nicola’s plajları gibi değişik koylara uğrayan bir tekne turu da yapabilirsiniz. 

Özetlemem gerekirse, Yunan Adaları içinde en zenginlerinden biri ve en romantiği olarak bilinen Symi, pastel renkli evleri ve daracık sokaklarıyla görülmeye değer...