Berlin’e yıllar önce iş
için gitmiştim. Ancak malum, iş gezileri hep sıkışık zamanlarda yapılıp fazla
da etrafı gezmeye fırsat vermediğinden, Berlin’i gerçekten tanıma fırsatını son
gidişimde buldum. Berlin – İstanbul arası uçakla 2.5 saat sürüyor ve hem Sabiha
Gökçen’den hem de Atatürk Havalimanı’ndan yapılan günde en az 5 sefer var. Biz
de birlikte seyahat edelim diye taa
Amerika’lardan gelen can arkadaşım Betül ile aylar öncesinden aldığımız biletle
öğle saatlerinde bindiğimiz uçakla 2.5 saatte Berlin Tegel Havalimanına vardık.
Aramıza arkadaşımız Gamze de katılınca muhteşem üçlümüzü oluşturmuş olduk:)
Berlin’de Tegel ve Schönefeld olmak üzere iki havalimanı var. Tegel Havalimanı şehre daha yakın ve THY de bu havalimanını kullanıyor.
Eğer buradan seyahat ediyorsanız şehir merkezine ulaşımın en pratik yolu TXL
(Tegel Havalimanının uluslararası kısaltması) adlı otobüsle merkeze 40 dakikada
ulaşmak mümkün. Bu otobüse ve tüm toplu taşıma araçlarına tek seferlik biniş
2.7 Euro ve biletler otobüs içinden de satın alınabiliyor. Ancak tren ve metro
kullanacaksanız, bileti istasyonlardaki makinelerden önceden satın almak gerekiyor. TXL Otobüsü ana
tren garı Hauptbahnhof’dan geçerek son durağı olan Alexanderplatz’a
gidiyor. Eğer günlük kart alırsanız da
6.9 Euro ödeniyor ve bu kartla 24 saat içinde tüm toplu taşımayı kullanmak
mümkün. Schönefeld Havalimanı’ndan da şehir merkezine toplu taşıma ile ulaşım
alternatifleri mevcut.
Berlin oldukça büyük bir
şehir. O yüzden toplu taşıma ya da araba kullanmaksızın dolaşmak pek kolay
değil. Size tavsiyem, ya havalimanındaki turizm ofisinden (ki ofis hemen TXL
otobüsünün kalktığı çıkış kapısına çok yakın bir noktada) Welcome Card ya da 24 saat-48 saat-72 saatlik toplu taşıma
kartlarından birini satın almanız. Welcome
Card’ın ücreti, sadece toplu taşıma için olanından alınırsa 72 saat için
27.9 Euro, eğer müze adası üzerindeki Pergamon
Müzesi gibi müzelere ücretsiz girişi sağlayan paketten alınırsa 44 Euro.
Welcome Card aynı zamanda pek çok müzeye girişte de %25 indirim sağlıyor.
Bu kart dışında, Berlin Pass denilen
ve biraz daha pahalı olan 24 saatlik- 48 saatlik ve 72 saatlik kartlardan da alabilirsiniz.
Bunun farkı, birkaç atraksiyona daha ücretsiz giriş sağlaması ve 24 saatlik
hop-on/hop-off tur otobüsünden, nehir turundan faydalandırması. Berlin Pass’ın 3 günlük ücreti 118 Euro.
Berlin, A,B ve C Bölgeleri olmak üzere 3 bölüme ayrılmış ve kartları alırken
eğer Tegel Havalimanından seyahat ediyorsanız AB kartı satın almanız yeterli,
ancak Potsdam’a gitmek ya da Schönefeld Havalimanından seyahat etmek
istiyorsanız ABC bölgelerinin tümünü kapsayan kartlardan satın almak gerekiyor.
Otelimiz,
Alexandarplatz’a çok yakın. Biz de TXL otobüsünün son durağının olduğu Alexanderplatz’dan
kısa bir yürüyüşle ulaştığımız otelimize yerleşir yerleşmez şehri tanımak üzere
yollara düşüyoruz. Hava da erken karardığından, şehri gün ışığında görmeyi
tercih ediyor ve ilk günü M4 tramvayıyla ulaşılan Hackescher Markt’tan kısa bir yürüyüşle gittiğimiz Müzeler
Adası’ndaki müzeleri gezmeye ayırıyoruz. Bergama Antik Kenti’nin eserlerinin
orijinallerinin sergilendiği Pergamon
Müzesi özellikle bizler için görülmeye değer. O büyük şehir kapılarının taa
Türkiye’den buralara getirilmiş olması çok şaşırtıcı... Pergamon Müzesi aynı zamanda İslam Sanatları Müzesine de ev
sahipliği yapıyor. Bu adada yer alan diğer önemli müzeler de Altes Museum, Neues Museum ve Bode Museum
denilen Sanat Müzeleri ve hepsi de görülmeye değer. Müzelere giriş 10-14 Euro
arasında değişen fiyatlarda, ancak Welcome Card ile tüm bu müzeler ücretsiz
gezilebiliyor. Müzeler, içindeki
eserlerin yanısıra sadece binaları için bile görülmeye değer. Bode Museum içinde yer alan kafe de kısa
bir kahve molası için çok hoş bir ortam sağlıyor. Müze Adası’nın (Museuminsel) güney ucunda Altes Museum , kuzey ucunda da Bode Museum yer alıyor.
|
Müzeler Adası'ndan Katedral |
|
Pergamon Müzesi |
|
Bode Museum |
|
Bode Museum |
Bode Museum’dan Spree Nehri’ni sağınıza
alarak devam ettiğinizde ulaşılan nokta Friedrichstrasse de şehrin en önemli
alışveriş caddelerinden biri. Burada birçok mağazanın yanı sıra restoran da
bulmak mümkün. Gecesi de gündüzü de ayrı ayrı hareketli olan bu caddeye uğramadan
şehirden ayrılmamak gerek.
Friedrichstrasse’den nehri arkanıza alıp devam ettiğinizde caddeyi dik kesen Unter den Linden Caddesine ulaşılıyor.
Bu cadde de pek çok zengin alışveriş mağazalarının ve bilinen markaların
yanısıra ünlü oteller mevcut. Bunların en bilineni Adlon Oteli. Unter den
Linden, bir ucu meşhur Branderburg
Kapısı (Breanderburg Tor)’da ve bu
kapının yer aldığı Pariser Platz
(Paris Meydanı)’da sonlanıyor. Bu meydan, aynı zamanda Amerikan Büyükelçiliği
ve Fransiz Büyükelçiliği Binaları’nın da bulunduğu yer. Kapıyı geçip sağa doğru
devam ederseniz, Reichstag denilen
halen Almanya Parlementosu’nun hizmet verdiği binaya ulaşılıyor. Reichstag, 1999 yılınsa Sir Norman
Foster tarafından yenilenip dış yüzü aynen korunup içine cam kubbe inşa
edilerek yeniden açılmış. Bu binayı
önceden rezervasyon yaptırıp sırada bekleyerek katılabilinen turlarla gezmek
mümkün ama önceden rezervasyonsuz gezilmesine güvenlik açısından ne yazık ki izin
verilmiyor.
|
Branderburg Kapısı |
|
Reichstag |
Branderburg Kapısı’nı
geçince karşımıza çıkan park da şehrin en bilinen parklarından biri olan Tiergarten. Tiergarten içinde ve Branderburg Kapısı’ndan devam eden Strasse des 17 Juni (17 Haziran Caddesi)
üzerinde yer alan Grosser Stern
(Zafer Anıtı) de şehrin alameti-i farikalarından biri.
|
Tiergarten |
Branderburg Kapısı’nın hemen yakınında yer alan Avrupa Yahudileri Soykırım Anıtı (Denkmal für die Ermordeten Juden Europas)
da şehrin en çok ziyaret edilen noktalarından biri. Her biri değişik yüksekliğe
sahip mezarları sembolize eden bu beton kütlelerin üzerinde Yahudi Medeni
Kanunu, tören kuralları ve dini
metinlerden oluşan Talmud’un birer sayfası yer alıyormuş ve anıt mezar Peter Eisenman
tarafından tasarlanmış.
|
Yahudi Soykırım Anıtı |
Alexanderplatz’dan da geçen 100 ve 200 No’lu otobüslerle şehir turu yapmak mümkünmüş.
Biz de otelimizin de çok yakınından geçen 200 No’lu otobüsü kullanarak Berlin
Katedrali’ne ulaşıyoruz. Berlin Katedrali (Berliner
Dom) şehrin mutlaka görülmesi gereken noktalarından biri. Buraya giriş 7
Euro ancak Welcome Card ile indirimli
olarak 5 Euro. Berlin Katedrali’nin en büyük özelliklerinden biri 267 basamakla
çıkılan terasından şehrin kuş bakışı izlemenin mümkün olması. Ancak hayli uzun ve
yorucu bir tırmanışı olduğunu söylemeliyim.
|
Berlin Katedrali |
|
Katedral Terası'ndan görüntü... |
|
Spree Nehri ve Katedral |
Burayı ziyaret ettikten
sonra tekrar 200 No’lu otobüse binerek Potsdamer
Platz’a gidiyoruz. Burada birleşmeden sonra inşa edilen Sony Center,
Daimler City gibi pek çok modern bina yer alıyor. Potsdamer Platz aynı zamanda Tiergarten
ve Branderburg Kapısı’na da komşu. Potsdamer Platz’dan yürüyerek önce Berlin Wall Memorial - Berliner Mauer (Berlin Duvarı Anıtı) ve
meşhur Checkpoint Charlie’yi ziyaret
ediyoruz. Checkpoint Charlie, 1961’de
Amerikan ve Sovyet tanklarının karşı karşıya durduğu ve geçiş noktası olarak
kullanılan kapı. Bu bölge civarında Doğu Alman’ların efsane araba markası Trabant temalı ürünlerin satıldığı pek
çok hediyelik eşya dükkanı var. Bir de Ampelmann
adı verilen Doğu Almanların trafik lambasında kullanılan işaret temalı ürünler
yine bu bölgede sıkça karşımıza çıkıyor.
|
Berlin Duvarı |
|
Checkpoint Charlie |
|
Trabant'lar... |
|
Ampelmann |
Hazır buraya kadar
gelmişken Stadtmitte denilen bölgeyi ziyaret etmeden olmaz. Burada yer alan Gerdarmenmarkt görülmesi gereken
meydanlardan biri. Meydanda yer alan Deutscher
Dom ve Französischer Dom (Alman ve
Fransız Kubbeleri) hali hazırda sergi ve konser mekanları olarak kullanılıyor.
Sonraki durağımız U1
metrosuyla ulaştığımız East Side Gallery
oluyor. Burası, Türklerin çoğunlukla yaşadığı Kreuzberg Bölgesi’nden geçilerek gidilen ve kesintisiz yaklaşık 1.3
km’lik bölümü ayakta kalan Berlin Duvarı’nın (Berliner Mauer) üzerine duvar resimleri yapılmış olan bölümü. East Side Gallery de hemen Spree Nehri’nin kenarında yer alıyor.
Buradan sonra tekrar U1
metrosunu kullanarak meşhur çok katlı mağaza KaDeWe’nin bulunduğu Kudamm’a
ulaşıyoruz. Buraya çok yakın yer alan Yıkık Kilise (Kaiser Wilhelm Gedachtniskirche) de Berlin’e gelmişken mutlaka
görülmesi gereken noktalardan.
|
East Side Gallery |
|
East Side Gallery |
|
Spree Nehri |
|
Yıkık Kilise |
Kiliselerden söz açılmışken, Nikolaikirche
(Nikolai Kilisesi) Berlin Katedrali’ne oldukça yakın bir noktada yer alıyor
ve parayla ziyaret edilebilen kilisede şu an genelde konserler düzenleniyor.
Ancak kilisenin de bulunduğu Nikolai
Viertel (Nikolai Bölgesi) küçük hediyelik eşya dükkanları ve renkli binalarıyla
görmekten ve dolaşmaktan zevk aldığımız
bir bölge oluyor.
|
Nikolai Bölgesi |
Son olarak, Berliner Fernsehturm (Berlin TV Kulesi )
368 metre yüksekliğiyle Almanya’nın en uzun yapısı olma özelliğini taşıyormuş.
Kuleye çıkış ücreti 13.5 Euro, ancak Welcome
Card ile %25 indirimli olarak çıkılabiliyor. 237 metrede yer alan 360
derecelik seyir terasına çıkan asansör
40 saniyede bu mesafeyi alıyor. Seyir terasının bir üst katında da bir restoran
yer alıyor. Geceyarısına kadar açık olan kuleyi
kuyruk beklemeden gezmek istiyorsanız gece saatlerinde gezmenizi tavsiye
ederim.
|
Katedral'den TV Kulesi... |
Gelelim Berlin’de ne
yenir konusuna... Almanya denilince akla ilk gelen bira ve “wurst” (sosis)
desem yeridir. Berlin’de her köşe başında diyebileceğim kadar çok currywurst ya da bratwurst satan sosis büfesi mevcut. Ayrıca lokal yemek yapan pek
çok restoranda da denemek mümkün. Ancak, sosislerin çoğunluğu domuz etinden
yapıldığından domuz eti tercih etmiyorsanız, dikkatli olmakta fayda var. Neredeyse
bütün Almanya’da “berliner” olarak bilinen donut’a benzer hafif hamur tatlısı
burada “pfannkuchen” olarak
tanınıyormuş. Restoran ve mağazaların yer aldığı Friedrichstrasse’de pek çok mağaza ve restoran var. Burada yer alan
Peter Pane oldukça rağbet gören bir
hamburgerci ve burada etsizinden etlisine hayli fazla çeşitte hamburger bulmak
mümkün. Fiyatları da Avrupa standartlarına göre oldukça uygun. Hamburger, bira
ve patates kızartmasından oluşan menümüze kişi başı 15 Euro ödedik. Ayrıca
şehrin pek çok yerinde zincirleri olan et restoranı Maredo ve meşhur İtalyan restoran zinciri Vapiano’nun da burada şubeleri var. Biz bildiğimiz yemekten
şaşmayız diyenlerdenseniz buralarda da yemek mümkün. Nikolai Kilisesi’nin hemen yanında yer alan bölgede pek çok lokal
restoran var. Bunlardan biri olan Zum
Gerichtslaube’yi deneyip memnun kaldık. Almanya’nın Noel klasiği “glühwein”
(sıcak şarap) da içeren atıştırmalık menümüze kişi başı 9 Euro civarında ödedik.
Hazır yeri gelmişken, Einstein adında şehrin pek çok yerinde
şubesi bulunan kafelerde de ister kahvaltı, ister çay-kahve molası vermek mümkün.
Büyük bir şubesi Unter den Linden ‘de
bulunan kafenin, başka bir şubesi de Checkpoint
Charlie civarında. Kudamm’da yer
alan KaDeWe mağazasının en üst
katında da güzel self-servis bir restoran ve bir alt katında da Eately’e benzer gurme yiyecek satın
alabileceğiniz bir market var. Eğer sushi seviyoranız Alexanderplatz’da TXL
otobüslerinin durağının hemen yanında yer alan Suno adlı restoranda Vietnam
mutfağı ya da sushi deneyebilirsiniz. Çok merkezi olmasına rağmen oldukça uygun
fiyatlı bu restoranı sevgili Betül’ün Berlin’de yaşayan kuzeni Esin sayesinde
tesadüfen bulduk ve pek memnun kaldık.
|
Suno |
|
Peter Pane |
Eskiden aynı şehirde iki
ayrı ülkeyken 1989’da yıkılan Berlin duvarıyla halkları tekrar birleşen Berlin’in,
neresi doğu tarafıymış, neresi batı tarafıymış şu an anlamak pek mümkün değil..
Gezerken herhalde burası Doğu Almanya’ydı dediğiniz bir yer Batı Almanya, ya da
tam tersi çıkabiliyor. Bu kadar kısa zamanda bu kadar rahat entegre olmalarının
sebebi sanırım ayrılsalar da ruhen beraberliklerini ve hemşehri ruhunu sürdürmeleri olmuş.