23 Kasım 2017 Perşembe

BERLİN



Berlin’e yıllar önce iş için gitmiştim. Ancak malum, iş gezileri hep sıkışık zamanlarda yapılıp fazla da etrafı gezmeye fırsat vermediğinden, Berlin’i gerçekten tanıma fırsatını son gidişimde buldum. Berlin – İstanbul arası uçakla 2.5 saat sürüyor ve hem Sabiha Gökçen’den hem de Atatürk Havalimanı’ndan yapılan günde en az 5 sefer var. Biz de  birlikte seyahat edelim diye taa Amerika’lardan gelen can arkadaşım Betül ile aylar öncesinden aldığımız biletle öğle saatlerinde bindiğimiz uçakla 2.5 saatte Berlin Tegel Havalimanına vardık. Aramıza arkadaşımız Gamze de katılınca muhteşem üçlümüzü oluşturmuş olduk:)


Berlin’de Tegel ve Schönefeld olmak üzere iki havalimanı var. Tegel Havalimanı şehre daha yakın ve THY de bu havalimanını kullanıyor. Eğer buradan seyahat ediyorsanız şehir merkezine ulaşımın en pratik yolu TXL (Tegel Havalimanının uluslararası kısaltması) adlı otobüsle merkeze 40 dakikada ulaşmak mümkün. Bu otobüse ve tüm toplu taşıma araçlarına tek seferlik biniş 2.7 Euro ve biletler otobüs içinden de satın alınabiliyor. Ancak tren ve metro kullanacaksanız, bileti istasyonlardaki makinelerden  önceden satın almak gerekiyor. TXL Otobüsü ana tren garı Hauptbahnhof’dan geçerek son durağı olan Alexanderplatz’a gidiyor.  Eğer günlük kart alırsanız da 6.9 Euro ödeniyor ve bu kartla 24 saat içinde tüm toplu taşımayı kullanmak mümkün. Schönefeld Havalimanı’ndan da şehir merkezine toplu taşıma ile ulaşım alternatifleri mevcut. 


Berlin oldukça büyük bir şehir. O yüzden toplu taşıma ya da araba kullanmaksızın dolaşmak pek kolay değil. Size tavsiyem, ya havalimanındaki turizm ofisinden (ki ofis hemen TXL otobüsünün kalktığı çıkış kapısına çok yakın bir noktada) Welcome Card ya da 24 saat-48 saat-72 saatlik toplu taşıma kartlarından birini satın almanız. Welcome Card’ın ücreti, sadece toplu taşıma için olanından alınırsa 72 saat için 27.9 Euro, eğer müze adası üzerindeki Pergamon Müzesi gibi müzelere ücretsiz girişi sağlayan paketten alınırsa  44 Euro. Welcome Card aynı zamanda pek çok müzeye girişte de %25 indirim sağlıyor. Bu kart dışında, Berlin Pass denilen ve biraz daha pahalı olan 24 saatlik- 48 saatlik ve 72 saatlik kartlardan da alabilirsiniz. Bunun farkı, birkaç atraksiyona daha ücretsiz giriş sağlaması ve 24 saatlik hop-on/hop-off tur otobüsünden, nehir turundan faydalandırması. Berlin Pass’ın 3 günlük ücreti 118 Euro. Berlin, A,B ve C Bölgeleri olmak üzere 3 bölüme ayrılmış ve kartları alırken eğer Tegel Havalimanından seyahat ediyorsanız AB kartı satın almanız yeterli, ancak Potsdam’a gitmek ya da Schönefeld Havalimanından seyahat etmek istiyorsanız ABC bölgelerinin tümünü kapsayan kartlardan satın almak gerekiyor.


Otelimiz, Alexandarplatz’a çok yakın. Biz de TXL otobüsünün son durağının olduğu Alexanderplatz’dan kısa bir yürüyüşle ulaştığımız otelimize yerleşir yerleşmez şehri tanımak üzere yollara düşüyoruz. Hava da erken karardığından, şehri gün ışığında görmeyi tercih ediyor ve ilk günü M4 tramvayıyla ulaşılan Hackescher Markt’tan kısa bir yürüyüşle gittiğimiz Müzeler Adası’ndaki müzeleri gezmeye ayırıyoruz. Bergama Antik Kenti’nin eserlerinin orijinallerinin sergilendiği Pergamon Müzesi özellikle bizler için görülmeye değer. O büyük şehir kapılarının taa Türkiye’den buralara getirilmiş olması çok şaşırtıcı... Pergamon Müzesi aynı zamanda İslam Sanatları Müzesine de ev sahipliği yapıyor. Bu adada yer alan diğer önemli müzeler de Altes Museum, Neues Museum ve Bode Museum denilen Sanat Müzeleri ve hepsi de görülmeye değer. Müzelere giriş 10-14 Euro arasında değişen fiyatlarda, ancak Welcome Card ile tüm bu müzeler ücretsiz gezilebiliyor.  Müzeler, içindeki eserlerin yanısıra sadece binaları için bile görülmeye değer. Bode Museum içinde yer alan kafe de kısa bir kahve molası için çok hoş bir ortam sağlıyor. Müze Adası’nın (Museuminsel) güney ucunda Altes Museum , kuzey ucunda da Bode Museum yer alıyor. 

Müzeler Adası'ndan Katedral

Pergamon Müzesi

Bode Museum

Bode Museum
 

Bode Museum’dan Spree Nehri’ni sağınıza alarak devam ettiğinizde ulaşılan nokta  Friedrichstrasse de şehrin en önemli alışveriş caddelerinden biri. Burada birçok mağazanın yanı sıra restoran da bulmak mümkün. Gecesi de gündüzü de ayrı ayrı hareketli olan bu caddeye uğramadan şehirden ayrılmamak gerek.


Friedrichstrasse’den nehri arkanıza alıp devam ettiğinizde caddeyi dik kesen Unter den Linden Caddesine ulaşılıyor. Bu cadde de pek çok zengin alışveriş mağazalarının ve bilinen markaların yanısıra ünlü oteller mevcut. Bunların en bilineni Adlon Oteli. Unter den Linden, bir ucu meşhur Branderburg Kapısı (Breanderburg Tor)’da ve bu kapının yer aldığı Pariser Platz (Paris Meydanı)’da sonlanıyor. Bu meydan, aynı zamanda Amerikan Büyükelçiliği ve Fransiz Büyükelçiliği Binaları’nın da bulunduğu yer. Kapıyı geçip sağa doğru devam ederseniz, Reichstag denilen halen Almanya Parlementosu’nun hizmet verdiği binaya ulaşılıyor. Reichstag, 1999 yılınsa Sir Norman Foster tarafından yenilenip dış yüzü aynen korunup içine cam kubbe inşa edilerek  yeniden açılmış. Bu binayı önceden rezervasyon yaptırıp sırada bekleyerek katılabilinen turlarla gezmek mümkün ama önceden rezervasyonsuz gezilmesine güvenlik açısından ne yazık ki izin verilmiyor.

Branderburg Kapısı

Reichstag
  

Branderburg Kapısı’nı geçince karşımıza çıkan park da şehrin en bilinen parklarından biri olan Tiergarten. Tiergarten içinde ve Branderburg Kapısı’ndan devam eden Strasse des 17 Juni (17 Haziran Caddesi) üzerinde yer alan Grosser Stern (Zafer Anıtı) de şehrin alameti-i farikalarından biri.

Tiergarten
 

Branderburg Kapısı’nın hemen yakınında yer alan Avrupa Yahudileri Soykırım Anıtı (Denkmal für die Ermordeten Juden Europas) da şehrin en çok ziyaret edilen noktalarından biri. Her biri değişik yüksekliğe sahip mezarları sembolize eden bu beton kütlelerin üzerinde Yahudi Medeni Kanunu, tören kuralları  ve dini metinlerden oluşan Talmud’un birer sayfası yer alıyormuş ve anıt mezar Peter Eisenman tarafından tasarlanmış. 

Yahudi Soykırım Anıtı
 

Alexanderplatz’dan da geçen 100 ve 200 No’lu otobüslerle şehir turu yapmak mümkünmüş. Biz de otelimizin de çok yakınından geçen 200 No’lu otobüsü kullanarak Berlin Katedrali’ne ulaşıyoruz. Berlin Katedrali (Berliner Dom) şehrin mutlaka görülmesi gereken noktalarından biri. Buraya giriş 7 Euro ancak Welcome Card ile indirimli olarak 5 Euro. Berlin Katedrali’nin en büyük özelliklerinden biri 267 basamakla çıkılan terasından şehrin kuş bakışı  izlemenin mümkün olması. Ancak hayli uzun ve yorucu bir tırmanışı olduğunu söylemeliyim. 

Berlin Katedrali

Katedral Terası'ndan görüntü...


Spree Nehri ve Katedral
 

Burayı ziyaret ettikten sonra tekrar 200 No’lu otobüse binerek Potsdamer Platz’a gidiyoruz. Burada birleşmeden sonra inşa edilen Sony Center, Daimler City gibi pek çok modern bina yer alıyor. Potsdamer Platz aynı zamanda Tiergarten ve Branderburg Kapısı’na da komşu. Potsdamer Platz’dan yürüyerek önce Berlin Wall Memorial - Berliner Mauer (Berlin Duvarı Anıtı) ve meşhur Checkpoint Charlie’yi ziyaret ediyoruz. Checkpoint Charlie, 1961’de Amerikan ve Sovyet tanklarının karşı karşıya durduğu ve geçiş noktası olarak kullanılan kapı. Bu bölge civarında Doğu Alman’ların efsane araba markası Trabant temalı ürünlerin satıldığı pek çok hediyelik eşya dükkanı var. Bir de Ampelmann adı verilen Doğu Almanların trafik lambasında kullanılan işaret temalı ürünler yine bu bölgede sıkça karşımıza çıkıyor.

Berlin Duvarı

Checkpoint Charlie

Trabant'lar...

Ampelmann
 

Hazır buraya kadar gelmişken Stadtmitte denilen bölgeyi ziyaret etmeden olmaz. Burada yer alan Gerdarmenmarkt görülmesi gereken meydanlardan biri. Meydanda yer alan Deutscher Dom ve Französischer Dom (Alman ve Fransız Kubbeleri) hali hazırda sergi ve konser mekanları olarak kullanılıyor. 


Sonraki durağımız U1 metrosuyla ulaştığımız East Side Gallery oluyor. Burası, Türklerin çoğunlukla yaşadığı Kreuzberg Bölgesi’nden geçilerek gidilen ve kesintisiz yaklaşık 1.3 km’lik bölümü ayakta kalan Berlin Duvarı’nın (Berliner Mauer) üzerine duvar resimleri yapılmış olan bölümü. East Side Gallery de hemen Spree Nehri’nin kenarında yer alıyor.

Buradan sonra tekrar U1 metrosunu kullanarak meşhur çok katlı mağaza KaDeWe’nin bulunduğu Kudamm’a ulaşıyoruz. Buraya çok yakın yer alan Yıkık Kilise (Kaiser Wilhelm Gedachtniskirche) de Berlin’e gelmişken mutlaka görülmesi gereken noktalardan.  

East Side Gallery

East Side Gallery

Spree Nehri

 
Yıkık Kilise

Kiliselerden söz açılmışken, Nikolaikirche (Nikolai Kilisesi) Berlin Katedrali’ne oldukça yakın bir noktada yer alıyor ve parayla ziyaret edilebilen kilisede şu an genelde konserler düzenleniyor. Ancak kilisenin de bulunduğu Nikolai Viertel (Nikolai Bölgesi) küçük hediyelik eşya dükkanları ve renkli binalarıyla görmekten ve dolaşmaktan zevk aldığımız bir bölge oluyor. 

Nikolai Bölgesi
 

Son olarak, Berliner Fernsehturm (Berlin TV Kulesi ) 368 metre yüksekliğiyle Almanya’nın en uzun yapısı olma özelliğini taşıyormuş. Kuleye çıkış ücreti 13.5 Euro, ancak Welcome Card ile %25 indirimli olarak çıkılabiliyor. 237 metrede yer alan 360 derecelik seyir terasına  çıkan asansör 40 saniyede bu mesafeyi alıyor. Seyir terasının bir üst katında da bir restoran yer alıyor. Geceyarısına kadar açık olan kuleyi  kuyruk beklemeden gezmek istiyorsanız gece saatlerinde gezmenizi tavsiye ederim. 

Katedral'den TV Kulesi...


Gelelim Berlin’de ne yenir konusuna... Almanya denilince akla ilk gelen bira ve “wurst” (sosis) desem yeridir. Berlin’de her köşe başında diyebileceğim kadar çok currywurst ya da bratwurst satan sosis büfesi mevcut. Ayrıca lokal yemek yapan pek çok restoranda da denemek mümkün. Ancak, sosislerin çoğunluğu domuz etinden yapıldığından domuz eti tercih etmiyorsanız, dikkatli olmakta fayda var. Neredeyse bütün Almanya’da “berliner” olarak bilinen donut’a benzer hafif hamur tatlısı burada “pfannkuchen” olarak tanınıyormuş. Restoran ve mağazaların yer aldığı Friedrichstrasse’de pek çok mağaza ve restoran var. Burada yer alan Peter Pane oldukça rağbet gören bir hamburgerci ve burada etsizinden etlisine hayli fazla çeşitte hamburger bulmak mümkün. Fiyatları da Avrupa standartlarına göre oldukça uygun. Hamburger, bira ve patates kızartmasından oluşan menümüze kişi başı 15 Euro ödedik. Ayrıca şehrin pek çok yerinde zincirleri olan et restoranı Maredo ve meşhur İtalyan restoran zinciri Vapiano’nun da burada şubeleri var. Biz bildiğimiz yemekten şaşmayız diyenlerdenseniz buralarda da yemek mümkün. Nikolai Kilisesi’nin hemen yanında yer alan bölgede pek çok lokal restoran var. Bunlardan biri olan Zum Gerichtslaube’yi deneyip memnun kaldık. Almanya’nın Noel klasiği “glühwein” (sıcak şarap) da içeren atıştırmalık menümüze kişi başı 9 Euro civarında ödedik.  Hazır yeri gelmişken, Einstein adında şehrin pek çok yerinde şubesi bulunan kafelerde de ister kahvaltı, ister çay-kahve molası vermek mümkün. Büyük bir şubesi Unter den Linden ‘de bulunan kafenin, başka bir şubesi de Checkpoint Charlie civarında. Kudamm’da yer alan KaDeWe mağazasının en üst katında da güzel self-servis bir restoran ve bir alt katında da Eately’e benzer gurme yiyecek satın alabileceğiniz bir market var. Eğer sushi seviyoranız Alexanderplatz’da  TXL otobüslerinin durağının hemen yanında yer alan Suno adlı restoranda  Vietnam mutfağı ya da sushi deneyebilirsiniz. Çok merkezi olmasına rağmen oldukça uygun fiyatlı bu restoranı sevgili Betül’ün Berlin’de yaşayan kuzeni Esin sayesinde tesadüfen bulduk ve pek memnun kaldık.

Suno

Peter Pane
 

Eskiden aynı şehirde iki ayrı ülkeyken 1989’da yıkılan Berlin duvarıyla halkları tekrar birleşen Berlin’in, neresi doğu tarafıymış, neresi batı tarafıymış şu an anlamak pek mümkün değil.. Gezerken herhalde burası Doğu Almanya’ydı dediğiniz bir yer Batı Almanya, ya da tam tersi çıkabiliyor. Bu kadar kısa zamanda bu kadar rahat entegre olmalarının sebebi sanırım ayrılsalar da ruhen beraberliklerini ve  hemşehri ruhunu sürdürmeleri olmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder