Güney Afrika Cumhuriyeti’nin
en önemli şehirlerinden ve Pretoria, Bloemfontein ile birlikte başkentlerinden
biri olan Cape Town İstanbul’dan uçak hızıyla 11.5 saat uzaklıkta. THY’nin
tarifeli seferiyle sabaha karşı kalkan uçakla saat farkı da sadece 1 saat
olduğundan (yaz saati uygulandığı aylarında saat farkı yok) öğle saatlerinde
Cape Town’a ulaşılıyor.
Cape Town denilince ilk
akla gelen yerlerden biri Masa Dağı. Ancak ne yazık ki buraya çıkmak hava
durumundan dolayı her zaman mümkün olmuyor. Ancak bulutların hızla kapamadığı açık,
güneşli ve az rüzgarlı günlerde çalışan teleferik ile 1085 metrelik Masa Dağı’na
çıkmak mümkün oluyor. Biz de uçaktan iner inmez ayağımızın tozuyla güzel havadan
faydalanarak ilk iş olarak Masa Dağı’na
gittik. Buraya çıkan teleferiğin döner tabanı sayesinde çıkarken bile 360 derece
seyirli bir şekilde 1067 metreye çıkılıyor. Bundan sonrası da artık güzel
fotoğraf almak için size kalmış. Teleferiğin hemen yanında bir kaç merdivenle
çıkılan kafede manzaranın seyrine dalarak kendinize küçük bir mola
verebilirsiniz.
|
Masa Dağı'na çıkarken Cape Town |
|
Teleferik |
|
Masa Dağı'ndan Cape Town |
|
Kafe ve Atlas Okyanusu |
|
Masa Dağı'ndan Atlas Okyanusu |
Cape Town, modern bir
şehir olmasına rağmen Güney Afrika’nın çoğunda olduğu gibi zenginler ve
fakirler arasındaki çok büyük gelir farkından dolayı pek güvenli bir şehir
sayılmaz. Zenginlerin yaşadığı bölgeler ve evleri elektrikli teller,
parmaklıklar gibi pek çok mekanizmayla korunuyor. Genelde gündüzleri sokaklar
daha güvenli ama geceleri zengin bölgelerde bile sokağa çıkarken dikkat etmek
gerek.
Cape Town denilince görülmesi
gereken başka bir nokta da Waterfront denilen sahil kesimi. Burada pek çok
restoran, mağaza ve büyük bir alışveriş merkezi var. Ayrıca en uç noktasında
fokları gözlemleyebileceğiniz bir iskele de mevcut. Biz de ilk günümüzü otele
yerleşip biraz dinlendikten sonra Waterfront’ta Quay4 isimli daha önceden
methini duyduğum bir restoranda tamamlıyoruz. Yemekleri hayli güzel ama belki
de kalabalıktan olsa gerek servisleri çok yavaş. Önceden kararlaştırılan yemeğimizi
tamamlamamızın 3 saati bulduğunu söylersem sanırım yavaşlık hakkında bir fikir
vermiş olurum.
|
Waterfront |
|
Waterfront |
|
Waterfront |
Western Cape denilen ve Cape
Town’dan başlayıp en uç noktası Ümit Burnu olan bölge de ayrıca gezilip
görülmesi gereken bir yer. Cape Town merkezinden başladığımız rotada sırasıyla
Clifton Bay, Camps Bay’i takip ederek Hout Bay’e ulaşıyoruz. Buradan tekneye binerek oldukça dalgalı bir
suda Duiker Adası’nda meşhur “kürklü fok”ları görüyoruz. Geri dönüp yola devam
ediyoruz. Buradan güneye inen normal yolun dışında ikinci ve daha güzel olan
diğer bir alternatif de Chapman’s Peak Drive. Bu yol, pek çok seyahat kitabında
yer alan manzarasıyla ünlü tarihi bir yol. Ancak girişi paralı olduğundan dolayı
genellikle turlar bu yolu kullanmayı tercih etmiyorlar. Biz rehberimiz Veysel
Bey’in sayesinde buradan da geçme fırsatı bulduk. Bu yolu takip ederek Noordhoek üzerinden Western Cape yarımadasının doğu tarafına ulaşarak
penguenleri izleyeceğimiz Simons Town’da yer alan Boulders’ Beach (Boulders
Plajı)’na ulaştık. Buraya giriş ücreti 75 Rant (yaklaşık 25 TL). Ancak buraya
girmek istemezseniz hemen yanındaki halk plajından da penguenleri gözlemlemek
mümkün. Biz gittiğimizde (Kasım sonu)
penguenlerin yaklaşık 1 ay süren tüy dökme dönemine denk geliyoruz. Penguen
ziyaretimizden sonra hemen halk plajının yanındaki Seaforth adlı restoranda
deniz ürünlerinden oluşan yemeğimizi yiyoruz ve bu yemekten memnun ayrılıyoruz.
|
Hout Bay |
|
Duiker Adası |
|
Chapman's Peak Derive |
|
Boulders' Beach |
Yemek sonrası hedefimiz
Afrika’nın en güney batı ucu olan Ümit Burnu (Cape of Good Hope) ve hemen
buranın yukarısında yer alan ve şimdilerde kullanılmayan deniz fenerinin yer
aldığı Cape Point. Ümit Burnu’nun alamet-i farikası tabelanın önünde foto
çekimlerimizi yapar yapmaz aracımızla Cape Point’a doğru gidiyoruz. Ancak
araçla belli bir noktaya kadar çıkılıyor buradan ister teleferikle ister
yürüyerek fenerin olduğu tepeye çıkmak mümkün. Hem Ümit Burnu hem de Cape Point,
Table Mountain National Park (Masa Dağı Ulusal Parkı) içinde yer alıyor ve
girişi 145 Rant (yaklaşık 40 TL). Ancak Cape Point’e çıkan teleferik için
ayrıca 65 Rant (yaklaşık 23 TL) ödeniyor.
|
Ümit Burnu |
|
Ümit Burnu'nda Ben:) |
|
Cape Point'den Ümit Burnu |
Bu ziyaretlerle
tamamladığımız günümüzden sonunda tekrar
Cape Town merkeze dönüyor ve akşam yemeği için yine Waterfront Bölgesi’nde
alıyoruz soluğu. Cape Town’daki son günümüzde ise ilk olarak Signal Hill’e
gidiyoruz. Adını siyahların köleliğinin sona erdirildiğini belirten topların
atıldığı tepe olmasından alan tepeden, yamaç paraşütü yapanları izlemek ve
Nelson Mandela’nın uzun yıllar hapis tutulduğu Robben Adası ‘nı kuş bakışı
görmek mümkün. Ve tabi şehrin pek çok yerinde yer alan büyük fotoğraf
çerçevelerinden burada da var. Bir Cape Town klasiği olarak, bu çerçevenin
arkasına geçip arkamıza Masa Dağı manzarasıyla kendimizi fotoğraflamayı da
ihmal etmiyoruz.
Signal Hill’den sonra
aslında Malezyalıların çoğunlukla yaşadığı bir bölge olan ve renkli evleriyle
meşhur Bo Kaap Bölgesi’ne uğruyor ve buradaki renkli evleri fotoğrafladıktan
sonra “İyi Dilekler Şatosu” (Castle of Good Hope)’na gidiyor ve burayı fotoğraflıyoruz. Sonra da
Cape Town’un benim gördüğüm tek parkı olan “The Company’s Garden” adındaki
parkından geçerek otelimizin de çok yakınında yer alan Long Street ve Green
Market’a uğruyoruz. Parkın bir ucunda siyahi hareketin önemli isimlerinden biri
olan Desmond Tutu’nun da bir dönem görev yaptığı St. George Katedrali, diğer
ucunda ise Afrikan Müzesi yer alıyor. Long
Street pek çok mağaza ve kolonyal yapıların olduğu adı gibi “uzun” bir cadde.
Burada yer alan ve caddenin bir binaya resmedilmiş Güney Afrika bayrağı olan
ucuna ulaşmadan hemen önce yer alan Long Street Cafe de burada meşhurmuş. Biz
de burada bir şeyler atıştırıp caddede yürüyüşümüze devam ediyor, bu uzun caddeyi
kesen ve kilisenin de bulunduğu sokağın içinde yer alan Green Market’a
uğruyoruz. Burası pek çok yerel hediyelik eşya ürününü bulabileceğiniz açık bir
Pazar. Ancak Güney Afrika’da özellikle bu çeşit pazarlarda alışveriş yapmak
biraz sancılı. Zira pazarlıksız hiçbir şey almak mümkün olmadığı gibi
satıcılardan yakanızı sıyırmak da hayli zor. Bu tarz alışveriş son dönemlerde pek
tercih ettiğim bir yöntem olmadığından pek alışveriş yerine fotoğraf çekmekle
yetiniyorum:)
|
Bo Kaap |
|
Bo Kaap |
|
Bo Kaap |
|
Bo Kaap |
|
İyi Dilekler Şatosu |
|
Long Street |
|
Long Street |
|
Long Street Cafe |
|
Green Market |
Cape Town’daki son gecemizde
de aynı zamanda yerel dans gösterilerinin de yapıldığı ve Waterfront Bölgesi’ne
yakın bir noktadaki “Gold Opulent Africa” adlı restorana gidiyoruz. Burada Afrika’nın
özelliklerini yansıtan dans ve müzik gösterileri eşliğinde yerel tatlardan
oluşan bir menü sunuluyor.
|
Gold Opulent Africa |
|
Gold Opulent Africa |
Diyebilirim ki, Cape Town
belki de Güney Afrika’nın hatta Afrika’nın en modern şehirlerinden biri.
Zenginler harika evler ve mekanlar arasında, ancak teller arkasında harika bir
hayat yaşarken fakirler de gerçekten fakir. Belki de bu uçurumdan olsa gerek
şehirde istediğiniz sokakta rahatça yürüyerek dolaşmak pek mümkün değil. Bir yerden bir yere giderken ya otellerin
tahsis ettiği araçları ya bildiğiniz taksileri ya da özel aracınızı kullanmak
zorunda kalıyor insan. Bu da açıkçası turist olarak gezmek istediğiniz bir yerde
insanı yoran bir durum yaratıyor. Yine de özellikle penguenleri, fokları, harika
manzaraları ile Cape Town,anılarımda oldukça farklı bir noktaya oturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder