23 Kasım 2016 Çarşamba

BRÜKSEL



Belçika’nın başkenti Brüksel, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin de merkezi olarak biliniyor. Ülkede anadili Flamanca yanında, ikinci dil olarak başkent Brüksel’in de olduğu bölümde Fransızca ve ufak bir bölümünde de Almanca konuşuluyormuş. Buraya,  Istanbul’dan 3 saatlik bir yolculukla çok rahat bir şekilde ulaşmak mümkün.  Brüksel Havalimanından şehre ulaşım için taksi dışında otobüs ve tren alternatifleri mevcut. Hemen havalimanının -1 katında yer alan metro istasyonundan her 15 dakikada bir kalkan trenlerle 20 dakikada Brüksel’in merkezindeki 3 tren istasyonundan kuzey  (Gare du Nord) veya merkezdeki (Gare Centrale) istasyonlara ulaşım mümkün.  Tren yolculuğu için tek yön 8.60 Euro ödeniyor. Otobüs ile gelmek isterseniz de şehir merkezinin biraz kuzeyinde yer alan Kuzey Garı’na (Gare du Nord) ulaşıyorsunuz. Buradan şehir merkezine giden metro hattı yokmuş ancak 3 ve 4 numaralı tramvay hatlarıyla merkeze ulaşılıyormuş. Taksi alternatifini de kullanmak isterseniz yaklaşık 30 Euro gibi bir bedel ödeniyormuş.

Grand Place
 

Biz de otelimiz şehrin kalbi kabul edilen Grand Place (ya da Flamanca olarak Grote Markt)’a ve dolayısıyla Gare Centrale’ye yakın olduğundan tren alternatifini seçiyoruz. Her zaman olduğu gibi eşyalarımızı otelimize bırakır bırakmaz da Brüksel’i tanımak üzere yollara düşüyoruz.

Grand Place

Grand Place
  

İlk durağımız, otelimizin bulunduğu Place St-Jean Meydanı’na  bir sokak uzaklıktaki Grote Markt (Grand Place) oluyor. Buradaki binalar gerçekten görülmeye değer. Yaldızlı ve ihtişamlı yapılarıyla Avrupa’da en etkilendiğim meydanlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Burada yer alan en önemli yapılar ise Belediye Binası ve Müze’ye ev sahipliği yapan Broodhuis (Ekmek Binası). Gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı güzel olan bu meydan Brüksel'in olmazsa olmazlarından. 

Grand Place


Bu meydanın çok yakınında yer alan ve Brüksel’deki pek çok pasajdan belki de en bilineni Galleries Royal St-Hubert de içinde yer alan gurme çikolata mağazaları, kafeler ve tasarım mağazalarının yanısıra klasik görüntüsüyle hayran kaldığım yapılardan biri oldu.

Galleries Royal St.Hubert

Galleries Royal St.Hubert
 

Brüksel’in eski şehir merkezi, beşkenara benzeyen yaklaşık 1 km. çapında bir bölge. Bu bölgede görülmesi gereken yerler arasında Grand Place’ın yanısıra Manneken Pis olarak bilinen 60cm. boyundaki İşeyen Çocuk Heykeli’ni, Borsa Binası’nı, Michael & St. Gudula Katedrali’ni, Mont des ArtsTepesi’ni, Royal Place (Kraliyet Sarayı)’nı, Anspach Caddesi ile başka bir alışveriş caddesi ve aynı zamanda yaya yolu olan Rue Neuve’ü , St-Catherine Meydanı  ve Klilisesi’ni, Notre Dame Kilisesi’nin iki tarafında yer alan Place Petite Sablon & Place Grand Sablon Meydan’larını ve St-Gery’i sayabiliriz.  Hazır yeri gelmişken,  Manneken Pis Heykeli’nin Brüksel’in sembolü olmasından yola çıkarak bu heykelin bir de kadın versiyonu yapılmış. Jeanneke Pis denilen bu heykel de yine merkezde yer alan turistik bir nokta. 

Katedral

Anspach Caddesi

Petite Sablon

Mont des Arts

Manneken Pis

Borsa Binası

Adalet Sarayı

St. Gery


Brüksel’in merkezini keşfetmek yaya olarak çok rahat ancak şehir merkezinin dışında kalan noktalara ulaşmak için toplu taşıma ya da birçok şehirde yer alan hop-on, hop-off denilen kırmızı otobüsleriyle hizmet veren Sightseeing Turlarından faydalanmak yerinde bir tercih olabilir. Turistik otobüs olarak niteleyebileceğim bu turların güney ve kuzey olmak üzere iki ayrı hattı mevcut ve günlük ve(ya) 2 günlük alınan biletlerle, şehrin güneyinde yer alan Avrupa Birliği Binalarının yer aldığı bölüm ile Brüksel’in marka mağazalarının yer aldığı Louise Caddesi ve Brüksel’in önemli parklarından biri Cinquantenaire, kuzeydeki rotasıyla da 1958 yılında Brüksel’de gerçekleşen Expo için inşa edilen Atomium ile hemen buranın yanında yer alan Mini Europe’a ulaşılıyor. Bu turun 24 saatlik ücreti 25 Euro, 48 saatlik ücreti ise 30 Euro. Ancak kış aylarında hem servis sayısı azaldığından hem de hava erken kararıp seferler erken bittiğinden Hop-on Hop-off turları mantıklı bir tercih olmayabilir.

Atomium

Avrupa Komisyonu
 

Atomium, demir atomunun 165 milyar kez büyütülmüş halini tasvir ediyor. Mini Europe ise Avrupa’nın en bilinen minyatür parklarından biri ve burada yer alan tüm eserler, 1:25 ölçekle hazırlanmış. 


Şehrin kuzeyinde Atomium’a yakın bir bölgede yer alan ve şu an Kraliyet ailesinin yaşadığı Palais Royal de Laeken aynı zamanda geniş bir park alanına da sahip. Ancak burası ziyarete açık bir Saray değil. Şehrin merkezindeki Palais Royal’da ise kraliyet ailesi yaşamıyor ve burası yaz aylarında turistlerin ve halkın ziyaretine açılıyormuş. 


Palais Royal de Laeken

 
Palais Royal

Brüksel aynı zamanda müzeleriyle de ünlü bir şehir. Şehirde pek çok müzeden en bilinenleri, Art Nouveau’nun önemli temsilcilerinden Victor Horta’nın yaşadığı dönemde evi de olan Horta Müzesi, Müzik Enstrümanları Müzesi, Karikatür Müzesi ve Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi.  Art Nouveau (Yeni Sanat) akımına ait eserleri ve ilginç mimarili evi birarada göreceğiniz Horta Müzesi şehir merkezinin güneyinde yer alıyor ve buraya metro veya tramvayla ulaşım mümkün. Müzeye giriş 10 Euro ve kış aylarında 14:00- 17:30 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Bunun dışında ilginç mimarisi ile çok hoşumuza giden başka bir müze de Müzik Enstrümanları Müzesi oldu. Burası da şehrin merkezinde Mont des Arts’ın hemen yanıbaşında yer alıyor. Müzenin en üst katında harika manzaralı bir de kafe var. Müzeyi gezemeseniz bile bu kafede oturup hem manzaranın tadını çıkarıp hem de zevkle birşeyler atıştırabilirsiniz.

Müzik Enstrümanları Müzesi

Müzenin kafesinden Brüksel manzarası...
 

Hazır konu yemekten açılmışken, Brüksel’e gelince tadına bakmadan dönmemeniz gereken yiyeceklerden bahsedeyim. Brüksel’in en bilinen tatları her köşe başı rastlayacağınız patates kızartması, waffle ve çok fazla çeşidini görebileceğiniz bira. Ayrıca, bir şubesi Paris’te de bulunan ve Grand Place’ın hemen yanıbaşında karşılıklı dükkanları bulunan Chez Leon’da ya da Aux Armes de Bruxelles’de  midyenin tadına mutlaka bakmalısınız. Midyeler klasik olarak tereyağlı, kereviz soslu bir suda hazırlanıyor ve çorba şeklinde servis ediliyor ama bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine tattığım gratine midyeleri daha çok beğendiğimi söylemeliyim. Patates kızartması için şehrin hemen göbeğinde Manneken Pis’in yakınındaki Manneken Frites en bilinenlerden biri. Bunun yanında şehir merkezinin güneydoğusunda Cinquantenaire Park’a yakın Place Jourdan’da yer alan Chez Antoine’ın da patatesleri lezzetliymiş.  Ayrıca yine Place St-Jean’daki Papy Frites’ında patates kızartmaları denemeye değer ve günün her saati dolup taşıyor. Waffle konusuna gelince, yine Place St-Jean’daki  Gaufre de Bruxelles şehrin en bilinen waffle mekanlarından biri, aynı zamanda kahvaltısını da deneyebilirsiniz. Yalnız Brüksel’deki waffle’lar bizim alışık olduğumuzdan daha yumuşak ve kalın ve genelde üzerine krema konularak servis ediliyor.  Ayrıca sabah kahvaltısı ve kahve içmek için Galleries Royal St-Hubert içindeki MoCafe’yi tavsiye edebilirim. Ayak üstü balık ürünleri tatmak için de Place St-Catherine’deki Noordzee güzel bir alternatif. 

Aux Armes de Bruxelles

Chez Leon
 
Noordzee

MoKafe



Ve tabi çikolata... Brüksel’de fabrikasyon çikolataların yanısıra pek çok butik çikolata markası ve mağazası var. Bunlardan en bilinenleri Pierre Marcolini, Leonidas, Godiva ve Neuhaus. Hem yanınızda getirmek hem de oradayken tadına bakmak için güzel alternatifler olduğunu söylemeliyim.


Diyebilirim ki Brüksel, bir yanda eski ve klasik yapılarının yoğun olarak bulunduğu tarihi bölümü, diğer yanda ise yeni ve modern görüntüsüyle görülmeye değer bir Avrupa şehri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder