31 Temmuz 2013 Çarşamba

Amerika'da bir Akdeniz şehri - SAN DIEGO


San Diego, Amerika’nın batı yakasının en güney noktalarından biri. Meksika’ya sınırı olduğu için de bolca İspanyolca duyduğunuz bir yer burası. 

İlk olarak yanılmıyorsam 2004 yılıydı, San Francisco gezimizin bir bölümünde, San Francisco’dan uçakla yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra San Diego’ya ulaşmıştık. Havalimanından şehre ulaşım çok kolay ve toplu taşıma yani Metro Bus kullanarak şehir merkezine rahatça ulaşabiliyorsunuz. Bu kez de kara yoluyla San Francisco'dan başlayan kara yolu yolculuğumuz sonunda ulaşıyoruz bu şirin Amerikan şehrine. 

San Diego, bizdeki Ege ve Akdeniz şehirlerine benzeyen sıcak bir şehir.  Şehri gezmenin en pratik ve ucuz yollarından biri eğer aracınız yoksa trolley... San Diego’da mavi, kırmızı, turuncu ve yeşil olmak üzere 4 ayrı trolley hattı var ve bunlarla çok rahat şehrin her noktasına ulaşabiliyorsunuz. Daha uzak yerlere gitmek içinse aracınız varsa işiniz çok daha kolay.

San Diego'da görülmesi gereken yerlerin başında Coronado Adası geliyor. Adanın ferry ile ulaşımı mümkün olduğu gibi kara yoluyla da bir köprü ile kısa sürede adadayız. Biz de aracımızla Ada'ya vardıktan sonra önce ferry iskelesinin olduğu bölümden San Diego'nun şehir manzarasını izleyip sonra biraz zengin adanın güzel evleri ve sokaklarını dolaşarak meşhur Coronado Oteli'ne gidiyoruz. 


Coronado'dan San Diego manzarası...

Coronado

Coronado

Coronado Oteli

Coronado Oteli


Coronado

Coronado

Adadan sonra San Diego'da görülmesi gereken ve şehir merkezinin biraz dışında kalan Imperial Beach'e uğruyoruz. Imperial Beach'in arka tarafından Meksika'nın Tijuana şehrini de uzaktan görmek mümkün.


Imperial Beach

Imperial Beach

Imperial Beach


Imperial Beach'ten aracımızla devam ederek Point Lama'ya ulaşıyoruz. Buraya yolunuz düşerse Point Lama Seafood adlı restoranda deniz ürünlerinin tadına bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Self-servis olan restoranda limana karşı oturarak çok zevkli bir yemek yeme şansını kaçırmayın derim. 


Point Lama Seafood

Point Lama Seafood

Buradan sonra da önce askeri mezarlığı görüp (ki buradan okyanus ve körfez manzarası da bir harika) Cabrillo Ulusal Anıtı olarak bilinen Park'a gidiyoruz. Buradan gel-git olaylarının sonucunda oluşan havuzları da gözlemlemek mümkünmüş. Ancak orada olduğumuz dönemde deniz yükseldiği için havuzları göremiyoruz. 


Askeri Mezarlık

Cabrillo Ulusal Parkı

Cabrillo Ulusal Parkı

Şehrin biraz dışındaki görülmesi gereken yerleri tamamladıktan sonra San Diego'nun olmazsa olmazı Old Town'da alıyoruz soluğu. Burada çok “tarihi” sayılmasa da  eski binaları görmek ve o zamanlarda halkın nasıl yaşadığını hissetmek için o dönemden kalma ev, okul ve binalarda dolaşabilir, kendinizi bir film setinde gibi hissedebilirsiniz:) Biz de kısa bir turun ardından  Old Town Mexican Cafe'de "happy hour"da güzel bir sohbetin eşliğinde harika margaritaların tadına bakarak günümüzü sonlandırıyoruz.


Old Town

Old Town

Old Town

Old Town

San Diego'daki son günümüzü Seaport Village denen okyanus kıyısındaki turistik mekanda açıyoruz. Burada alışveriş yapabileceğiniz dükkanların yanı sıra yemek için de birçok alternatif mevcut. Buradan, Big Bay diye adlandırılan körfezi ve Coronado Köprüsü’nün manzarasını seyretmenizi öneririm. Biz yakalayamadık ama her Pazar, East Plaza Gazebo denen bölümünde ücretsiz konserler oluyormuş.


Seaport

Seaport

Seaport

San Diego


Hemen Seaport'a yakın USS Midway  uçak gemisi müzesi ziyaret ettikten sonra dünyanın en büyük hayvanat bahçelerinden biri olan San Diego Hayvanat Bahçesi’ne ve 15 büyük müzeye de ev sahipliği yapan Balbao Park’ta aldık soluğu. Burası gerçekten gezilmesi, görülmesi gereken bir yer.  Park içinde yer alan bahçeler, müzeler ve sanat galerileri ayrıca görülmeye değer. Park içinde yer alan The Prado Restoran da tavsiye edeceğim harika bir Meksika Restoranı...


USS Midway

USS Midway

USS Midway

Prado

Balbao Park

Balbao Park



Akşama doğru, otelimizin de çok yakınında olduğu Gaslamp Quarter’daydık. Nispeten tarihi sayılabilecek bu yerin önce sokaklarını dolaşıp son gecemizde buradaki bar ve restoranların çoğunda olduğu üzere bir happy hour ile ödüllendirdik. Burası “Victorian” stili binalarla yüksek binaların bir arada olduğu daha çok restoran ve gece kulüplerinin olduğu 16 blok büyüklüğünde bir alan. 

San Diego Amerika ile Meksika sınırını çizen şehirlerden biri. Eğer ilginizi çekerse Trolley’nin mavi hattı Tijuana’ya yani Meksika sınırına kadar gidiyor ve buradan da çok rahat bir şekilde karşı tarafa geçebiliyorsunuz. Ancak dönüş için aynı rahatlık söz konusu değil, Amerika sınırında ciddi bir pasaport kontrolünden geçmeyi göze almanız gerek:)




22 Temmuz 2013 Pazartesi

PRAG

15 yıl önce gitmiştim Prag’a... Son olarak da geçtiğimiz hafta, anneme verdiğim sözü tutmak için tekrar kısmet oldu o tarafa yolculuk.



Charles Bridge - Karlov Most

Old Town


Kale yolu


Kale'den Prag

Kale'ye çıkarken- en ileride dünyanın 2. en çirkin kulesi:)

Burada da kurabiyeleri buldum:)

Charles Köprüsü - Karlov Most
 
Türkiye’den sadece 2:30 saat uzaklıkta bir şehir Prag. Ulaşımı çok rahat anlayacağınız. Yalnız şehre vardığınızda havalimanından merkeze ulaşırken kazıklanmak istemiyorsanız mutlaka önceden bir karşılama ayarlamanızı tavsiye ederim. Prag’ın taksileri genelde pazarlık usulü çalıştığından (taksimetre olduğunu söyleseler bile mutlaka pazarlık yapın), öyle Avrupa’ya geldik fiyat neyse odur yanılgısına kapılırsanız daha ilk dakikadan sıkıntı yaşarsınız. Ben de bu uyarıyı  daha önceden aldığımdan, İngiltere bazlı çalışan ve parasını da önceden ödemeniz gerekmeyen “prague airport transfers.co.uk” adında bir servisin hizmetini kullandım ve çok da memnun kaldım. Havalimanından şehre ulaşımı, 550 Kz (yaklaşık 20 Euro veya 55 TL)’ye yapıyorlar ve uçaktan indiğinizde havalimanında sizi karşılıyorlar. Hatta bir de bu servisi kullandığınız için size 4 saatlik rehberli şehir turu hediye ediyorlar (yalnız bu tur yürümeli bir tur).

Narodni Caddesi

Old Town'a giderken...

Otelimizin sokağı


Otelimiz Old Town denilen şehrin tam merkezinde, sakin bir sokaktaydı ve yerinden ötürü çok şanslı olduğumuzu söylemeliyim. İlk durağımız, otelimize 5 dakikalık yürüme mesafesindeki Old Town ve buradaki meşhur Astronomical Clock oldu. Bu saat, her saat başı çalıyor ve değişik bölümleri var. Her bölümünde farklı fonksiyonu olan kocaman bir guguklu saat gibi düşünebilirsiniz. Saat kulesine ve dolayısıyla Old Town’un merkezine çıkan caddelerden biri olan Parizska Caddesi’nden geçerek Jewish Town (Yahudi Mahallesi)’ne ulaştık. Parizska Caddesi, marka butiklerin yer aldığı ağaçlarla kaplı, gölgelik geniş bir alışveriş caddesi. Buraya bir nevi Prag’ın 5th Avenue’su diyebiliriz, yani genelde pahalı alışverişin merkezi... Buradan ya sola dönüp Jewish Town’a girebilir ya da Çek Köprüsü /Cech Bridge’den geçerek Kale’nin bulunduğu tarafa geçebilirsiniz. Biz, kale ziyaretini ertesi güne bırakıp Jewish Town’da zaman geçirdik.

Astronomical Clock

Old Town - Meydan

Parizska Caddesi

Jewish Town


Prag’da özellikle Old Town’da yürüyerek gezmek gerekiyor çünkü turist otobüsleri bu bölgeye giremiyor, hatta hop-on, hop-off diye bilinen gezi otobüsleri bile bu bölgeye giremiyor, buranın dışındaki Cumhuriyet Meydanı yani Çekçe ismiyle Namesti Republiky’den hareket ediyor. Bunun için de merkezden yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüşü göze almanız gerek.

Namesti Republiky yakınında bir pazar

Yemek konusu özellikle Old Town’da biraz sıkıntılı. Genelde hesap kadar bahşiş, kuver, hatta masada oturma parası ödeyebiliyorsunuz. Hesabı mutlaka gözden geçirmek gerek. Bunun bir alternatifi olarak, Old Town’dan biraz daha uzaklaşıp daha sakin yerlerde yemek yemeyi tercih ederseniz kafanız daha rahat edebilir. Bu anlamda, The Legion Bridge’in kale tarafındaki Vitezna Caddesi üzerinde yer alan Kolkovna Olympia Restoran’ı deneyebilirsiniz. Kahve için de hemen buraya yakın Savoy Oteli’ni tavsiye edebilirim. Ancak her iki yer de Old Town’a yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesinde biraz daha sakin yerler... Ayrıca, Wenceslas’a yakın Bredovsky dvur özellikle öğle yemeği saatinde kalabalık olan bir mekan ve önerebileceğim yerler arasında.

Olypia

Ertesi gün soluğu, meşhur Charles Köprüsü’nden (Çekçe ismiyle Karlov Most) geçerek Prag’ın olmazsa olmazlarından Prague Castle’da aldık. Her gün öğlen 12:00’de burada törenli bir muhafız değişim töreni gerçekleşiyor. Buraya gelişinizi buna göre ayarlarsanız hayli renkli olan bu törene şahitlik edebilirsiniz. Biz de, bir kafede tanıştığımız Amerikalı bir çiftin uyarısıyla 12:00’ye yakın bir saatte gittik kaleye ve bu törenin hepsini olmasa da büyük bölümünü izleyebildik. Yalnız, tören bayağı kalabalık oluyor, fotoğraf çekmek pek kolay olmuyor ne yazık ki... Prag Kalesi için birkaç saatinizi ayırmanız kalenin tümünü değilse bile küçük turu alıp en azından Saray’ı St. Vitus Katedrali’ni, St. Georges Basilica’sını ve Golden Lane’i görmeniz genel olarak burayı tanımanız için yeterli oluyor. Ama isterseniz daha farklı yerlere de ziyaret imkanı sunan bileti alabilir ve burada daha fazla zaman geçirebilirsiniz.  Küçük turun ücreti 250 Kz. (yaklaşık 25 TL), büyük turun ise 350 Kz. (yaklaşık 35 TL).

Charles Köprüsü'nden manzara



Charles Köprüsü

Charles Köprüsü üzerinde sokak müzisyenleri...

Prague Castle - Kale muhafız töreni


Kale ziyareti sonrasında, Nerudova’dan aşağı inip bu caddedeki veya Malostranske Meydanı’ndaki kafelerin birinde soluklanıp tekrar Charles Bridge’den geçip Old Town’a ulaşabilirsiniz. Son olarak, Wenceslas Square yani Çek’lerin tabiriyle Vaclavske Nam’ı gördüğünüzde Prag’da görülmesi gereken çoğu yeri gördünüz demektir:) Az daha unutuyordum; şehri ikiye ayıran Vltava Nehri üzerindeki köprülerden biri olan Jirasek Bridge’in tam kenarında inşa edilmiş Dancing House da Prag’lılar tarafından pek sevilmeyen, diğer taraftan da Fred Astaire ile Ginger Rogers’in dans etmesinden esinlenerek yapıldığı söylenen ve şu an ofis olarak kullanılan bir yapı.


Wenceslas


Royal Palace - Saray


Bu şehir hakkında öğrendiğim başka bir gerçek de, ilki Baltimore’da bulunan dünyanın en çirkin binalarından ikincisinin de bu şehirde bulunması oldu. Bu binanın yapımına 1989’da başlanmış ve amacı buraya kadar yayını ulaşan Avrupa Bağımsız Radyosu’nun yayınını kesmek ve ayrı bir radyo yayını yapmakmış ancak bina tamamlanamadan ülkedeki komünizm sona erdiğinden şimdilerde sadece dünyanın en çirkin ikinci binası statüsünde Prag semalarını süslüyor. Bir de Prag’da kaleye yakın “çakma” bir Eyfel Kulesi inşa edilmiş. Yapının kendisi gerçek Eyfel Kulesi’nden kısa olmasına rağmen, bir tepe üzerinde yapıldığından gerçek Eyfel Kulesi’nden 2 metre daha uzunmuş:)

Nehirde deniz bisikleti araba olmuş:)

Vltava Nehri

Dancing House


Prag, nüfusunun yaklaşık %80’i ateist olan bir şehir. Beni şaşırtan, bu gerçeğe rağmen şehirde her noktada karşımıza çıkan sayısız kilise oldu. Bu kiliseler, şimdilerde genelde farklı amaçlarla örneğin postane ya da kütüphane olarak kullanılıyor ya da akşamları konserler veriliyor. Biz de özellikle yaz aylarında yoğunlaşan bu klasik müzik konserlerinin birine gittik, güzel bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.

Konser dinlediğimiz kilise



15 yıl önceki ziyaretimde, büyülü, duygulu bir ambiyansa gizlenmiş bir resmiyet duygusu bırakmıştı bu şehir bende. İlginçtir; şimdi gittiğimde de benzer bir hisse kapıldım. Belki uzun süreler yaşadığı komünizmin etkisinden, ya da adını koyamadığım başka bir nedenle, atmosferi ve fiziksel görüntüsü şiir gibi olsa da ne yazık ki  aynı yumuşak ve huzurlu duyguyu alamadım bu şehirden. Kendimi bir Avrupa şehrinden ziyade, Avrupa  görüntüsündeki  bir Doğu ülkesinde hissettim.

Prag'da ay doğuyor...