Bologna, bizim bolonez sosu olarak bildiğimiz, lokal olarak ragu denilen makarna sosunun doğduğu,
portici (ya da portico) adında, bizim revaklarımıza
benzer mimari yapısıyla ünlü bir ortaçağ şehri. İstanbul’dan yaklaşık 2 saatlik
bir yolculukla çok rahat bir şekilde ulaşım mümkün.
|
Bologna Sokakları yılbaşına hazırlanıyor... |
Havalimanı, şehrin kendisi gibi tenha ve küçük.
Şehre 15 dakika mesafede olduğu için de şehre ulaşım çok kolay. 6 Euro vererek
havalimanı shuttle otobüsü ile merkeze gidebileceğiniz gibi taksi ile de 16-19
Euro vererek merkeze ulaşabiliyorsunuz.
|
Vitrinler... |
|
Bologna sokakları ve 'potico'lar |
Biz de, havalimanına indikten 45 dakika sonra şehrin
merkezinde, Via Marsala caddesi
üzerindeki Residenza Ariosto adındaki
otelimizde daha doğrusu kiraladığımız apart otelimizdeydik. Bologna’da Avrupa’nın
en eski üniversitelerinden biri var. 1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesi’nde (Alma
Mater Studiorum), Dante, Petrarca, Erasmus gibi
pek çok önemli isim de öğrencilik yapmış. Gülün
Adı adlı romanıyla tanınan Umberto Eco’da
halen bu üniversitede akademisyenlik yapıyormuş. Uzun sözün kısası, Bologna üniversite şehri olduğu, biz de üniversiteye yakın bir
yerde kaldığımız için resepsiyonda bile öğrenciler çalışıyordu.
|
Portico'lar.. |
Eşyalarımızı dairemize bıraktıktan sonra şehrin kalbi
diyebileceğimiz Piazza Maggiore’ye
doğru yola çıkmaya hazırız. Üniversite şehri statüsünden olsa gerek genç nüfus
hayli fazla. Günlerden Pazar olmasına
rağmen kafe ve restoranlar oldukça hareketli ve kalabalık. Otelden çıkıp Via Marsala’dan devam ederek, Via dell’Indipendenza üzerinden
ilerliyoruz. Yol boyunca şehrin tamamında hakim olan portico’lar dikkatimizi çekiyor. Portico’lar kışın kar ve yağıştan, yazın ise güneşten korunmak için
ideal.
Via dell’Indepenzia, bir
ucu merkez tren ve otobüs istasyonuna, diğer ucu Piazza Nettuno (Neptün Meydanı)’na uzanan uzun bir cadde. Biz, Piazza Nettuno yönünde ilerliyoruz. İlk
durağımız, San Pietro Katedrali.
Gayet ihtişamlı olan bu kiliseyi gördükten sonra biraz daha yola devam ederek
Neptün Heykel’ine ulaşıyoruz. Bu
heykelin altında yer alan melek motifleri o zamana kadar keşfedilmiş 4 büyük
nehri (Amazon, Nil, Ganj ve Tuna) temsil ediyormuş. Ayrıca, Maserati markasının ambleminin de, Neptün Heykeli'nin figürlerinden esinlenilerek yapıldığını öğreniyoruz. Piazza Nettuno’yu, Palazzo d’Accursio ve Palazzo
Re Enzo ve Palazzo del Podesta çevreliyor.
Palazzo d’Accursio buradaki en eski
binalardan biri ve içinde halen kütüphane olarak hizmet veren Sala Borsa yer alıyor. Şehrin tek turizm ofisinin bulunduğu Palazzo del Podesta’da, hemen turizm ofisinin arka kapısının
dışındaki pasajın içinde karşılıklı iki köşede ilginç bir ses sistemi var.
Arkanızı dönerek fısıldadığınızda bile sesinizi karşı köşedeki arkadaşınız
duyabiliyor. İnanması güç ama etraftaki kalabalığa rağmen işlediğini görmek çok
şaşırtıcı oluyor.
|
Palazzo Re Enzo'dan Neptün Heykeli |
|
Palazzo Re Enzo'dan Sala Borsa manzarası |
|
Neptün Heykeli |
Biraz daha ilerlediğimizde kendimizi Piazza Maggiore’de buluyoruz. Burası, Palazzo de Banchi, Basilica
of San Petrnino ve Palazzo dei Notai
ile çevrelenmiş büyük bir meydan. Basilica
San Petronino, içindeki duvar panolarından birinde Hz. Muhammed’in bir
zebaniyle resmedildiği kilise. Bu
yüzden büyük tartışmalara yol açmış ve çok
sayıda polisi, güvenlik amacıyla bu kilisenin çevresinde görmek mümkün.
Palazzo dei Banchi’nin
hemen yanındaki Via Clavature’den
devam ederek kendimizi daha çok şarküteri ve lokal yiyecek ürünleri ile yöresel
hediyelik eşyaların satıldığı küçük dükkanların bulunduğu Quadrilatero Bölgesi’nde buluyoruz. Via Clavature ‘den devam ederek önce Via Castiglione’ye ve buradan da sola dönerek Piazza Della Mercanzia’ya ulaşıyoruz.
|
Quadrilatero'da yöresel yiyecek satan dükkanlar |
|
Quadrilatero'dan manzaralar |
|
Quadrilatero'da bir çiçekçi |
Piazza della Mercanzia’dan
sonraki durağımız, bence Bologna’nın en güzel meydanı olan Piazza S.Stefano oluyor. Bu
meydana gelmeden önce Strada Maggiore ve Via Santo Stefano’yu birbirine bağlayan bir pasaj olan “Corte Isolani”yi geziyoruz. Yılbaşı
nedeniyle şehrin tümü gibi burası da süslenmiş, içerdeki restoranlar ve
dükkanlar ışıl ışıl. Hava soğuk ama bu ışıltıyı gördüğümüz için de kendimizi
şanslı sayıyoruz. S. Stefano
Meydanındaki Santo Stefano Kilisesi, birbirinden duvarlarla ve geçit kapılarıyla
ayrılmış değişik dönemlerde inşa edilmiş farklı kiliselerden oluştuğu için Rus
matruşka bebeklerine benzetilyor. Bence Bologna’da mutlaka görülmesi gereken
yerlerden biri.
|
Piazza Santo Stefano |
Hem vakit hayli ilerlediğinden hem de karnımız iyice
acıktığından şehir turumuzun devamını ertesi güne bırakarak yemek yemeye karar
veriyoruz. Bologna’da genelde restoranlar akşam yemeği için 19:00’dan sonra
açılıyor ve çoğunluğu 15:00-19:00 saatleri arasında kapalı.
Bir ucu üniversiteye kadar uzanan ve otelimize
de hayli yakın Via Belle Arti üzerindeki Trattoria
Anna’ya gidiyoruz. Vardığımızda 19:00 olmadığı halde üşüdüğümüzü gören Anna’nın
yardımcısı bizi içeriye alıyor, ve güzel bir masaya yerleştiriyor. Servis saatine kadar seçim yapmamız için de
hepi topu 20 yemekten oluşan menüyü veriyor. Benim tercihim, Bologna’ya
geldiğimi daha iyi anlamam için ragu
yani Bolonez soslu makarna oluyor. Buradaki ana yemekler 15-20€ civarında.
Restoranın sahibi de orada ve bizden sonra dolan restorandaki masaları tek tek
dolaşıyor. Bizim masaya da uğruyor, tabi biz İtalyanca bilmediğimizden, o da ne
İngilizce ne de Türkçe bilmediğinden biz Türkçe, o İtalyanca konuşarak gayet
güzel anlaşıyoruz:)
Yemekleri ve yemek sonrası yediğimiz panna
cota’yı çok beğeniyoruz.
|
Ragu - Bolonez soslu makarna |
|
Krem Karamel görüntüsünde Panna Cota |
Ertesi gün ilk durağımız, Via Piella üzerinde, Bologna’da kanal
görüntüsü izleyebileceğiniz ufak bir pencere oldu. Burası, portico’ların içindeki bina duvarlarının birinin üzerine açılmış
küçük bir pencere. Yakınına gitmeden aslında bir pencere olduğunu anlamanız
mümkün değil ama bakınca karşınıza Venedik kanallarına benzer ufak bir kanal
çıkıyor. Ne yazık ki biz gittiğimizde kanal kurumuştu.
|
Via Piella'dan kanal görüntüsü |
|
Kanalı görmek için baktığımız koca duvardaki ufak pencere:) |
Piazza dell’8 Agosto
ve Piazza XXSettembre’den geçerek
tren istasyonunun tam karşısındaki duraktan 32 no’lı Circolare adlı otobüs hattına binerek şehrin dış kapılarının
etrafında 1 saatlik güzel bir tur yapıyoruz. Ana tren garının hemen önündeki ya
da karşısındaki duraktan ring seferi yapan 32 veya 33 no’lu otobüslere binerek saat yönüne
veya tersine bu turu yapmanız mümkün. Hem eski şehrin bütün kapılarını hem de
yürüyerek ulaşamayacağınız birçok noktasını görebiliyorsunuz. Bu otobüslere,
mavi T işaretli sigara satan büfelerden 1.60€’luk bilet alarak binebilirsiniz.
Yaklaşık bir saat süren bu turu yapmanızı öneririm. Bize bu ipucunu veren
sevgili kardeşime de çok teşekkür ediyorum. Şehri tanımak için gerçekten çok
ucuz ve pratik bir yol. Bu otobüs çok sık, o yüzden eğer ilk gelen otobüs kalabalıksa
bir sonrakini bekleyebilirsiniz.
|
Piazza dell'8 Agosto |
|
Eski şehir kapılarından biri |
Bu turdan sonra tekrar merkeze doğru dönmek için bu kez Via Oberdan ‘ı kullanıyoruz. Bu caddenin
üstündeki Caffe Terzi çok meşhur
bir kafe. Kahve hazırlamanın eğitimini de veren bir yermiş. İtalyanların yaptığı
gibi giriş bölümündeki tezgah önünde
ayakta kahve içmeyip içerde 4 masanın olduğu küçük odada kahve içmeyi
seçerseniz 2 € fark ödüyorsunuz. Kahveleri ve sunumları gerçekten denemeye
değer. Biz, o haftaya özgü tatları olan cennet hurması ile hazırlanan kremalı
kahvelerini (Kakicaffe) seçiyor ve seçimimizden de memnun kalıyoruz.
|
Caffe Terzi'de Kakicaffe |
Via Oberdan’dan
devam ederek kendimizi yeniden önceki gün geçtiğimiz Quadrilatero Bölgesi’nin birbirinden renkli dükkanlarının arasında
buluyoruz. Sonra da,1088 yılında kurulduğunda, Bologna Üniversitesi’nin ilk
binası olarak hizmet vermiş Palazzo del
Archiginnasio’ya giderek burada ilk anatomi dersinin verildiği Anatomical Theater’i (Teatro
Anatomico) görüyoruz. Burası, ufak bir anfi şeklinde düzenlenmiş bir sınıf
ve ortasında da büyük mermer bir masa var. Masanın tam tepesindeki Apollon Heykel’ini, duvarları süsleyen
Hipokrat gibi bilim adamlarının heykellerine hayranlıkla bakıyoruz.
|
Palazzo del Archiginnasio |
|
Teatro Anatomico |
|
Tavandaki Apollo Heykeli |
|
Hipokrat Heykeli |
Sonraki durağımız Piazza
Cavour oluyor. Buradan tekrar geri dönerek bu kez şehrin 2 eğik kulesinin
yanından geçerek Via San Vitale üzerindeki
Pizzeria Ristorante Brace’de yemek
yiyoruz. Burası tavanındaki futbolcu
formalarıyla ün yapmış, yemekleri hem lezzetli hem de nispeten hesaplı bir
restoran. Yemek saati olduğu için de hayli kalabalık. Pizza ve risotto’lar
8-10€ civarında. Yine aynı caddenin girişinde yer alan Gelateriagianni’de ricotta’lı dondurma çok meşhurmuş. Denemeden
olmaz diyerek denedim ama bana fazla kremalı geldi, ancak bunun dışındaki
dondurmaları da harika.
|
Pizzeria Ristorante Brace |
|
Gelateriagianni |
Bu dondurmacının hemen yanıbaşındaki Asinelli ve Garisenda kulelerini tekrar görüyoruz. İtalya’da Pisa kulesinin tek örnek olmadığını bu
kuleye bakınca daha net anlıyorum. Bologna’da ortaçağda yaşayan zengin ailelere
ait 180’e yakın kule varmış, zamanla bunların çoğu yıkılmış. Günümüzde ayakta
kalabilen bu iki kuleden biri 3, diğeri 1.5 metre eğikmiş. Bakımda olduğu
için içine girilmesi mümkün değil ne yazık ki.
|
Asinelli ve Garisenda |
|
Asinelli Kulesi |
Merkezdeki Qadrilatero
Bölgesi’nde biraz daha dolaşıp yakındaki coop adlı market zincirine uğrayıp eve götürülmek üzere yörenin
meşhur Parmesan Peyniri ve Modena Bölgesi’ne ait balsamik sirke satın
alıyoruz. Ufak bir not; kaliteli
balsamik sirke, bizdeki nar ekşisine benzer bir kıvamda ve yıllandırılmışları
hayli pahalı.
|
Oyuncaklar o kadar canlı ki, cocuk olup oynayasım geldi:) |
|
Çikolata isteyen?? |
|
Taze makarna |
|
Vitrinler rengarenk |
Bologna’da bir İtalyan klasiği olan Bistecca alla Fiorentina (Fiorentina Steak) yemeniz için Via Mentana üzerindeki Osteria Dell’Orsa’yı önerebilirim.
Lezzetli ve birçok yere göre daha hesaplı yemekleri var. Bir de önünden
geçtiğimiz, menüsünü beğendiğimiz ama zamansızlıktan dolayı deneme fırsatı
bulamadığımız Via Oberdan üzerindeki
Michelin yıldızlı Ristorante Teresina
önerebileceğim yerler arasında. Son olarak, Via Castiglione üzerindeki Sorbeteria Castiglione’ye de mutlaka
uğramanızı tavsiye ederim. Hem dondurmaları hem de şekersiz olarak hazırlanan
sorbeleri bir harika.
|
Portico'lar şehrin her yerinde |
Gerçekten bir ortaçağ şehrinde yaşıyormuşum gibi hissettim
Bologna’da. Öyle ki; sanki şehirdeki motorlu araçları ve elektrikli
lambaları çıkarıp yerine atlı arabalar ve meşaleler ya da gazlı sokak lambaları
koysanız ortaçağa dönüvereceğiniz bir film platosu gibi. İyi ki gelmişim
dediğim yerlerden biri oldu kısacası.