20 Kasım 2013 Çarşamba

LİZBON



Portekiz’in başkenti Lizbon’a, İstanbul’dan yaklaşık 5 saatlik bir uçak yolculuğu sonrasında ulaştık. Lizbon Havalimanı, şehir merkezine yakın olduğundan havalimanından şehre ulaşım çok rahat.

Lizbon
 
Marques De Pompal'in gece görüntüsü

Avenida da Liberdade


Lizbon da, İstanbul gibi tepeler üzerine kurulmuş. Aynı zamanda okyanus ile Tejo Nehri’nin de kesiştiği bir noktada. Bana İstanbul’u çağrıştıran bu şehirde görülebilecek ve yapılabilecek çok şey var. 


Otelimiz, şehir merkezi diyebileceğimiz Marques De Pompal Meydanı’nındaydı. Görmek için ancak bir gün ayırabildiğimiz Lizbon’daki  turumuza, otelden çıkıp şehrin en büyük caddelerinden biri olan Avenida Liberdade’den hafif yokuş aşağı yürüyerek başlıyoruz. Bu cadde, bana  Paris’teki Champs Elysee’yi çağrıştıran ama o kadar trafik olmayan geniş bir bulvar. Cadde’nin iki yanındaki kaldırımların yanısıra ortasında da hayli geniş, ağaçlı, desenli parke taşları ve üzerindeki heykeller ile yürümekten çok zevk aldığım ayrı bir bölüm var.

Odamdan Marques de Pompal manzarası
 
Avenida da Liberdade

Avenida da Liberdade
 
Avenida de Liberdade’den Tejo Nehri’ne doğru yaptığımız 15 dakikalık bu zevkli yürüyüş sonrasında Restauradores denen bölgeye ulaşıyoruz. Hemen yanı başımızda tren istasyonu ve Praça D.Pedro var. Biraz ileriden sola doğru kıvrıldığımızda Praça Da Figueira  Meydanı’nda buluyoruz kendimizi. Burada, 1959’da çıkan yangında zarar gören ve bu yangına ithafen fazla lüksten kaçınılarak renove edilip iç kubbesi kırmızıya boyanmış Katedrali ziyaret ediyoruz. Çok ihtişamlı olmasa da bu kilise görülmeye değer.
Tren İstasyonu

Katedral

Restauradores bölgesinde tarihi cafe:)



Artık Lizbon’un tam merkezindeyiz. Burada nehre doğru uzanan dikey sokaklardan her biri  altın, ayakkabı, gümüş  gibi değişik zanaatlere ait dükkanlara ev sahipliği yapıyor. Sokakların isimleri de üzerinde bulunan dükkanlarda satılan ürünlerden geliyor. Ne yazık ki bu zevkli bölgede alışverişe fazla zaman ayıramıyoruz. “Altın Sokağı” yani Rua do Ouro’nun sonunda yer alan Elevador de Santa Justa ile şehrin gece hayatının merkezi olan Bairro Alto bölgesine çıkmak mümkün. Ancak biz akşam bu bölgedeki bir restoranda yemek yiyeceğimiz için asansörü görmekle yetiniyor ve turumuza devam ediyoruz.

Lizbon'un kalemle çizilmiş sokakları

Elevador de Santa Justa

Praça da Figueira

Figueira Meydanı’ndan tekrar aracımıza binerek, bu kez şehrin biraz daha tepelik olan Alfama Bölgesi’ne gidiyoruz. Burası, yokuşlu sokakları ile gerçekten görülmeye değer. En üst noktalarından birindeki Mirador’dan nehir ve şehir manzarasını görmenizi tavsiye ederim. Biz de, bu manzaranın tadını çıkardıktan sonra nehre doğru bu kez daha dar sokaklardan geçerek iniyoruz. Bu gezinti bende sanki Antalya Kaleiçi’nin dar sokaklarında geziyormuşum gibi bir his uyandırıyor. Sahile çok yaklaştığımız bir noktada,Yahudi Mahallesi’nde, top oynayan çocuklarla karşılaşıyor ve Arco do Rosairo’dan geçerek sahile ulaşıyoruz.

Mirador'dan Tejo Nehri

Alfama

Alfama'nın dar sokakları

Arco do Rosairo

Artık aracımıza binerek bu kez sahile paralel cadde üzerinden ilerleyerek sonraki durağımız Belem’e gidiyoruz. Bu yol üzerinde yol alırken, Tejo Nehri'nin karşı tarafında Almada Bölgesi'nde, benzeri Rio'da bulunan Cristo Rei Anıtı'nı (İsa Heykeli) ve tabi ki Tejo Nehri üzerinde inşa edilen Avrupa'nın sayılı köprülerinden biri Vasco da Gama Köprüsü'nü görüyoruz.  

Cristo Rei Anıtı ve Vasco da Gama Köprüsü

Belem’de sahildeki kale ve anıtı görmeden önce buradaki din adamlarının yıllarca önce başlattığı geleneğe uyarak Pasteis de Belem’e uğruyor ve bu tarihi pastanede içi pişmiş kremayla hazırlanan hafif bir tatlı olan Belem tatlısının tadına bakıyoruz. Belem Pastanesi, önünde her daim kuyruk olan ve tatlısı çok meşhur bir yer ama biz şanslıyız ve içindeki birçok odacıktan birinde yer bulmayı başarıyoruz. Bu güzel moladan sonra hemen pastanenin yanı başındaki Mosterio dos Jeronimos (Jeronimos Manastırı)’nı geziyoruz.

Pasteis de Belem

Pasteis de Belem

"Belem" Tatlısı

Jeronimos Kilisesi

Bu ziyaret sonrasında ise vakit hayli ilerlediğinden, sahilde özel sosuyla hazırlanan bifteği ile ün yapmış Portugalia adlı restoranda yemeğimizi yiyoruz. Yalnız servisin çok yavaş olduğunu söylemem gerek. Servis edilen etler yumuşak olmasa da ünlü oldukları söylenen sosları gerçekten pek leziz.

Öğle yemeğimiz...
 

Karnımızı doyurduktan sonra hemen restoranın yanındaki Torre de Belem  (Belem Kalesi) ve Padrao Dos Decobrimentos (Keşifler Anıtı)’nı da gördükten sonra hedefimiz Avrupa kıtasının en batı ucu Cabo da Roca.

Belem Kalesi

Belem Kalesi

Keşifler Anıtı

Keşifler Anıtı yolunda yere taşlarla çizilmiş dünya haritası:)


Cabo da Roca, Lizbon’a giderseniz mutlaka görülmesi gereken yerlerden bence. İnsanın, Avrupa’nın en batısından okyanus manzarasının güzelliği gerçekten görülmeye değer.  İsterseniz buradaki turizm ofisinden  10 Euro karşılığında Avrupa’nın en batısına ayak bastığınıza dair bir sertifika da alabiliyorsunuz.

Cabo da Roca
 

Bu ziyaret sonrasında dönüş rotamıza geçiyoruz. Ancak Lizbon’a dönmeden önce bir sahil kasabası olan Cascais’e ve daha çok bizim Antalya’nın Belek bölgesindeki otellere benzer otelleri ile ünlü Estoril’e de uğruyoruz. Ancak hem Cascais’i hem de Estoril’i hava erken karardığından dolayı ancak karanlıkta görebiliyoruz. Yalnız, gün batarken geçtiğimiz sahiller ve plajlarda günbatımını seyretmek de bir o kadar zevkli oluyor. Cascais gerçek bir sahil kasabası, bana daha çok bizim Ege sahillerini hatırlattı. Estoril ise casino ve golf otelleri ile daha çok bir turizm merkezi gibi göründü gözüme. Yerel rehberimizin anlattığına göre, yerel halk arasında Cascais’e yakın plajlar daha güzel ve tercih edilen plajlarmış. Ancak ne yazık ki buradaki deniz, okyanus olduğundan olsa gerek fazlaca yüzme imkanı tanımıyormuş. 

Cascais

Cascais

Cascais


Haa unutmadan vaktiniz varsa Lizbon’da görülebilecek yerlerden biri de Calouste Gülbenkian Vakfı’nın Müzesi . Gülbenkian, Üsküdar’da doğmuş ve Ortadoğu Petrolleri’nin, Batı’lıların kullanımına açılmasında etkili olmuş zengin bir işadamıymış. Hatta yaşadığı dönemde, ünlü petrol devi Shell’in şimdiki haline gelmesini sağlayan Royal Dutch Petroleum Company birleşmesinde önemli rolü olduğu ve yeni kurulan ortaklıkta büyük bir hissesi olduğu biliniyor. Dünyanın dört bir yanından topladığı eserlerin  ölümünden sonra sergilenmesi ve elde edilen gelirle öğrencilere burs verilmesi için bir Vakıf kurmuş. Bu Vakıf Müzesi’nde, İznik çinileri de dahil çok farklı eser sergileniyor ve hepsinin ortak noktası bu eserleri Gülbenkian’ın yaşarken kullanması. Yani Müze, aslında Gülbenkian’ın kendi kullanımı için satın aldığı , kullanıp sonrasında da müzede sergilenmesi için bağışladığı eserlerden oluşuyor. 

İznik çini örnekleri

İznik çinisinden bir kupa

Müze'den...
 

Akşamki  mekanımız ise  yemek ve fadoyu birarada bulabileceğimiz Faia oluyor. Burası, Lizbon’un gece hayatının yoğun olduğu Bairro Alto bölgesinde. Yalnız otelden restorana olan kısacık yolu trafikten dolayı adım adım alıyoruz. Belki de Cumartesi gecesi olmasından dolayı bizim Taksim’i ve Asmalı Mescit’i andıran bir kalabalık var sokaklarda. Nüfusu sadece 750.000 kişi olan bir şehri bu kadar kalabalık görmek şaşırtıyor beni.

Faia

Her anlamda eskiye sadık bir ruhla korunan bu şehrin insanı derinden etkileyen bir büyüsü var bence.

1 yorum:

  1. Eski ile yeni arasında güzel bir uyum sağlayabilmiş bir şehir daha.

    YanıtlaSil