Özellikle boğa güreşi ile ünlü 30000 nüfuslu küçük bir şehir
Ronda. Dört tarafı dağlarla çevrili olduğundan da ismini İngilizcede de “round”
anlamına gelen sözcükten alıyormuş. Sevilla’dan Ronda’ya olan 127 km.lik
mesafeyi bir buçuk saatte alarak Ronda’ya varıyoruz. İlk durağımız şehir
girişindeki otogar oluyor. Yürüyerek hemen buraya çok yakın şehir merkezine
doğru ilerliyoruz.
|
Calle Naranja |
Otogardan Calle Naranja (yani Portakal Caddesi) üzerinden
aşağıya doğru inerek “Ronda’nın İstiklal Caddesi” olarak niteleyebileceğimiz
Carrera Espinel’e ulaşıyoruz. Buradan devam ettiğimizde sağ tarafımızda
Arena’yı görüyoruz. Ancak, Arena’yı biraz sonra ziyaret etmek üzere yolumuza
devam ediyor ve Ernest Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı romanında
esinlenildiği söylenen köprüyü görmeye gidiyoruz.
|
Carrera Espinel |
|
Carrera Espinel'de bir sokak |
Yaklaşık 150 metre yükseklikteki Tajo kanyonunun üstündeki kayalıklara kurulu Ronda, deniz
seviyesinden 750 metre yüksekteymiş. Kanyonun iki yakasını da üstüste inşa
edilmiş iki köprü birleştiriyor. Kanyonu birleştiren iki köprüden ilki, Puente Arabe veya diğer adıyla Puente Viejo olarak da bilinen “eski
köprü”. Hemen bunun üzerine inşa edilmiş
Puente Nuevo ise yeni köprü olarak adlandırılsa da 18. Yüzyılda
inşa edilmiş. Kanyon, bir yandan çok etkileyici, diğer yandan da hayli
ürkütücü...
|
Kanyona bakış |
|
Puente Nuevo ve Puente Viejo |
|
Vadiye bakış... |
Köprü’den sonra Arena’yı
görmek üzere merkeze doğru geri dönüyoruz. Ronda, boğa güreşinin doğduğu şehir
olarak biliniyor. Bu anlamda şimdilerde pek takdir görmese de boğa güreşi hala
İspanyollar arasında hayli rağbet görüyor. Özellikle boğa güreşinin olduğu
günlerde bu arena dolup taşıyormuş. Arena ismini, güreşin yapıldığı sahadaki
kumdan alıyormuş. Çok ince olan ve un kıvamındaki bu kumun söylenildiğine göre emici
özelliği çok fazlaymış. Boğa güreşinde kullanılan boğalar özel olarak
yetiştiriliyormuş. Güreş esnasında daha saldırgan olması için de özellikle
insanlarla temas etmemesi sağlanıyormuş. Arena ziyaretinde boğaların nasıl
içeri alındığı ve boğa güreşinin nasıl yapıldığı konusunda bilgi alıyoruz. Ancak
benim pek insani bulmadığım bu güreş tarzını biraz yüzeysel dinlediğimi
söylemeliyim. Unutmadan, Arena'da, bir de boğa güreşi müzesi var. Burada matador
kıyafetleri, meşhur boğa güreşlerinden fotoğraflar ve afişler gibi pek
çok detay sergileniyor. Son olarak, çok şaşırdığım bir konu da ilk
zamanlarda sadece erkek değil kadın matadorların varlığı oldu. Ancak zamanla
kadın matadorlar kabul görmemiş ve şimdilerde matadorluk sadece erkekler
tarafından icra ediliyormuş.
|
Arena |
|
Arena |
|
Müze |
|
Arena |
Gelelim Ronda ile ilgili öğrendiğim bir kaç küçük detaya:
Sözleri “ben gençliğin ne demek olduğunu
bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsin” yani orjinal
şekliyle “I know what it is to be young but you don’t know what it is to be old” olan şarkıyla hepimizin yakından tanıdığı Orson Welles’in külleri bu şehirde
gömülüymüş. Orson Welles, uzun yıllar Ronda’yı sıkça ziyaret etmiş ve bunun
sebebi de evli olmasına rağmen burada yaşayan ve bir türlü kopamadığı matador
sevgilisiymiş... Bunlar dedikodu mu gerçek mi bilinmez ama Orson Welles’in
küllerinin hala Antonio Ordonez adlı emekli matadorun arazisinde gömülü olduğu
bir gerçek...
Endülüs’ün bana göre en az etkileyici şehri Ronda ve en
önemli özelliği de boğa güreşinin burada doğmuş olması. Ancak, boğa güreşi de
bu medeniyetin bir vazgeçilmezi olduğuna göre buraya kadar gelmişken mutlaka
Ronda’ya bir kaç saatliğine de olsa
uğrayın derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder