7 Mart 2013 Perşembe

KÜBA

(Tatlı-ekşi sos gibi, gezerken içi burkan, geri döndüğünüzde hoş anılar bırakan bir ülke)

Dünyada hala 1 Mayıs yürüyüşünün gerçek anlamda yapıldığı sayılı ülkelerden biri olan Küba’ya  1 Mayıs’ta gitmek ve bu yürüyüşün bir parçası olmak ilk başta çok heyecanlı geldi bana.. Ancak günler geçip de seyahat zamanı yaklaştıkça hem yapmamız gereken uzun yolculuktan hem de hemen akabinde yerinde katılıp göreceğimiz 1 Mayıs yürüyüşünden korkmaya başlamıştım bile...

Sonunda 30 Nisan oldu ve biz sabaha karşı yola çıktık. Gerçekten yorucu yaklaşık 20 saatlik bir yolculuk sonrasında Havana’ya vardığımızda hava çok sıcak, nemli ve boğucuydu ve saat gece yarısıydı. Şehrin tam merkezindeki otelimize varıp odamıza vardığımızda yorgunluğumuz biraz olsun hafifledi. Odalarımız otelin yeni yapılan bölümündeydi ve insanı rahat ettirmek için bütün detayları düşünülmüş şekilde döşenmişti...

Kısa bir uyku sonrasında meşhur 1 Mayıs yürüyüşüne katılmak üzere sabaha karşı otobüsümüze binerek yürüyüşün başlayacağı bölgeye gittik ve yerimizi alarak sıranın bize gelmesini beklemeye başladık. Bekleyenlerin neredeyse %99unu genç popülasyon oluşturuyordu ve hepsinin elinde ülke bayrakları ve bağlı bulundukları okul ve/veya kurumların bayrakları vardı, bizimse elimizde fotoğraf makinalarımız:)

Yürüyüş için hazırlanan gençler

Uzun bir bekleyişten sonra yürüyüş başladı ve biz de gençlerle birlikte dalgalanan bayrakların arasından ilerlemeye başladık. Görüntü görülmeye değerdi doğrusu. Gruba ayak uydurmak için hızlı yürümek gerektiğinden benim için yol üzerinde fotoğraf çekme işi bayağı zor bir hal almaya başladı ama yine de birkaç fotoğraf çekmeyi başardım...Bizde her yürüyüş öncesi ve sonrası çıkan olaylara bakınca burada bu kadar büyük bir kalabalığın neşeli, coşkulu bir şekilde yürümesinin beni ve birlikte seyahat ettiğim Türk grubunu hayrete düşürdüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Yol boyunca kurulan büyük ses sistemlerinden, anlayamadığımız ama şeklinden ve gelen tepkilerden gördüğümüz kadarıyla rejimi ve yöneticileri övdüğünü tahmin ettiğimiz konuşma ve müzikler yükseliyordu. Yürüyüş yaklaşık 2km. sonra girilen meydanda Raul Castro’nun önünden geçilmesi ve onun da geçiş yapan grubu selamlamasıyla son buldu. 

Yürüyüş biterken


Yürüyüşten sonra  bu kez yine tören için kapatılmış meydandan otobüse binmek için yürümeye devam ettik. Ama hem saatin ilerlemesiyle artan sıcaktan hem yol yorgunluğu ve uykusuzluktan hem de yürümekten bitap düşerek otobüse vardığımızda klimalı ortama kavuşmanın mutluluğu paha biçilmezdi. Otobüsle Havana caddelerini gezerken ilk göze çarpan şehrin sanki 1960larda dondurulmuş bir imaj vermesiydi; binalar, arabalar sanki o zamandan bu yana hiç değişmemiş gibiydi, adeta bir film platformunda yaşıyor hissi uyandırdı bende... Bu yolculuğun sonunda Havana’nın en eski otellerinden biri olan “Otel Nacional de Cuba”da ufak bir mola verdik. Otele girdiğimde, ilk olarak nem ve eskinin kokusu burnuma çarptı. Ancak binanın yapısı, döşenmesi ve denizden görünümünün de muhteşem olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 

Otel Nacional

Buradan çıktıktan sonra Havana’da merkeze çok yakın bir yerde bulunan Atatürk heykelini ziyaret ettik ve üzerinde yazan “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünün Türkiye’den binlerce km. uzakta Küba’lılara bile feyz verdiğini görmek bizi çok gururlandırdı.

Küba'da Atatürk büstü


Eski şehri de gezdikten sonra sonunda sıra, “El Patio” adında mavi beyazın hakim olduğu şirin restoranda yemek yemeğe gelmişti. Bunca yorgunluktan sonra yemek masalarına oturduğumuzda keyfimize diyecek yoktu. Yalnız, yemek ve damak tadı konusunda Küba’nın pek başarılı olmadığını ilk olarak burada görme fırsatı bulduk. Sadece tropikal meyvelerin bolluğu ve lezzeti gezi boyunca beni sevindirdi. 

El Patio

Yemeğin ardından yine şehir merkezimizdeki gezimize devam ettik, ama aniden başlayan yağmur, bizi bir kafeye sığınmaya zorladı. Kafe, Ernest Hemingway’in de sıkça ziyaret ettiği ve otelimize çok yakın bir kafeydi. Küba’da en çok içilen şeylerin başında Daiquiri, Mojito ve Cuba Libra geliyor. Cuba Libra içine kola karıştırılan Rom aslında ve tat olarak bana pek hitap etmese de çeşit çeşit Mojito ve Daiquiri’lerin geziyi zenginleştirdiği bir gerçek...


Havana'nın sembolü haline gelen bar


Havana Sokakları


Ertesi gün yani 2 Mayıs’ta artık Havana’dan ayrılıp Küba’yı boylu boyunca gezmeye başlamak için hazırdık ve ilk durağımız Santa Clara’ya doğru hareket ettik. Yolda mola verdiğimiz yerdeki  sokak köpeklerinin cılızlığı ülkenin de fakirliğini gözler önüne seriyordu adeta. Santa Clara’da Che Guevera anıt mezarını ve müzesini gezdik. Che’ye o kadar saygı gösteriyorlar ki, ne anıta ne de müzeye hiçbir çanta, fotoğraf makinesi, telefon sokmaya izin verilmiyor. Sonuçta  varımızı yoğumuzu yerel rehbere bırakarak anıt mezar ve müze gezimizi tamamladık:) Bu ziyaret esnasında müzeden çıkarken ağlayan insanları görmek, bu insanların Che’ye ne kadar önem verdiğinin başka bir göstergesiydi. Che, 38 yaşında Bolivya’da CIA ajanları tarafından öldürülmüş. Bu ziyaretin ardından Che’nin ve askerlerinin bombalanan mühimmat treninin sergilendiği açık hava müzesini görmek de bu yolculuğun ilginç bir bölümüydü.

Che Guevera Anıtı


Mühimmat Vagonu


Buranın ardından da Santa Clara sokaklarından geçerek Cienfuegos’a doğru yola çıktık. 


Santa Clara Sokakları

Yolda gördüğümüz evlerin sefaleti, hiçbirinde doğru dürüst bir cam bulunmayışı  (onun yerine dışardan jaluziye benzer bir sistem mevcut), ortadaki toz beni çok etkiledi. Vakit öğleden sonraya geldiği için paydos veren okullardan çıkan öğrencilerin formaları da bu sefalet ve kirlilikle tezat oluşturuyordu bence. Öğrendiğimize göre ilkokul, ortaokul ve lise formaları ayrı renklerle birbirinden ayrılmıştı, böylece kimin hangi sınıfa gittiğini anlamak mümkündü. 

Yoğun bir yağmurun başlamasıyla Cienfuegos limanını ve etrafındaki eklektik binaları sadece otobüsten görebildik. Ancak Cienfuegos’taki “Tomas Terre Tiyatrosu” ve karşısındaki güzel binalarla çevrili meydanın görüntüsü harikaydı.. Yağmurla devam eden ve yaklaşık 1,5 saat daha süren yolculuk sonrasında hava kararırken Trinidad’a vardık..

Cienfuegos

Kalacağımız otelin hem dış hem de iç görüntüsü bu yorucu yolculuğun ardından bana ilaç gibi geldi. Güzel bir uykunun ardından ertesi gün -3 Mayıs- Trinidad’ı gezmek için artık hazırdık. Yürüyerek yapılan şehir turu esnasında sadece korkuluklarla ana yoldan ayrılmış sınıfları olan okulu görmek galiba beni şaşırtan görüntülerin başında geliyordu. Bizi gören çocuklar ve öğretmenlerin gülen ifadelerle el sallaması da işin cabasıydı.   

Trinidad'da sokaktan sınıf görüntüsü!


Trinidad'da bir ilkokul

Plaza Mayor’da şeker kamışı ticaretiyle zenginleşen Iznaga ve Bruno ailelerine ait şimdilerde müze olarak ziyaret edilen muhteşem evlerini gördük. Bruno ailesinin evini ziyaret ettik ve öğrendiğimize göre bu aile, 19. Yüzyılın sonunda Trinidad’ı terk etmiş. Buradan yine dar sokaklarda kurulan halkın hediyelik eşyalar sattığı pazardan geçerek önce emekli müzisyenlerin müzik yaptığı (ki Küba’da her mekanda müzik ve dans mevcut) bir mekanda mojito içip dans ettikten sonra öğle yemeğimizi yiyeceğimiz restorana gittik.  


Trinidad'da sokakta pasta satışı!

Öğleden sonra ise sıra Karayip Denizi’ni görmeye gelmişti. Benim için Karayip Denizi hüsran oldu diyebilirim zira denizin fotoğraflardaki görüntüsü aslından çok daha çekici.. Deniz dalgalı ama beyaz kum bir harika:) Yemek sonrasında Küba hayatına biraz daha uyum sağlamak için yine Plaza Mayor’daki merdivenli meydanda açık hava bar/gazinolarından birine oturup müzik dinleyerek günü tamamladık.

4 Mayıs Cuma sabahı erkenden yola çıkarak şeker kamışı vadisi ve Iznaga Ailesi’nin çiftlik evi ve köle izleme kulesini ziyaret ettik. Tek katlı evde kapı yok ve böylece çok sıcak olan Küba’da evin hava akımı sağlanıyormuş. Şeker kamışı Vadisi uçsuz bucaksız  büyüklükte ve panorama balkonundan baktığımızda burada artık daha çeşitli tarım ürünlerinin ekiminin yapıldığını görmek mümkün.


Şeker Kamışı Vadisi

Camagüey’e varmadan önce yolda hindistancevizi suyu tatma fırsatı bulduk. Camagüey’e vardığımızda hava iyice ısınmış ve turist olduğumuzu anlayan yerli halk iyice yakamıza yapışmıştı. Küba’da, turist olduğunu fark ettirmeden gezebilmek en iyisi çünkü yerli halk, turist gördüğü anda dilenmeye ve peşinizden gelmeye başlıyor. Yemek sonrasında bisiklet taksi ile yaptığımız tur çok enteresandı. 


Bisiklet Taksi


Jimenez Perez Heykelleri

Bu gezi sırasında Eskişehir’de de bazı heykelleri bulunan ressam Jimenez Perez’in heykellerinin bulunduğu bir meydan ve çevresindeki evleri, resim atölyelerini gezdik. Buradan sonra otele vardığımızda heralde bütün gezi boyunca kaldığımız en “havadar” ve otelden çok motele benzeyen konaklama yerimize ulaştık. Odada fazla zaman geçirmeden önce yemek ve sonra da bir Küba klasiği olarak müzik dinleme ve CD satışı yapıldığı Camagüey’deki restorana gittik ve geceyi böylece kapatmış olduk.

5 Mayıs’ta Camagüey’den Bayamo’ya doğru hareket ettik. Bayamo, isyanların başladığı Küba’nın en eski ikinci şehriymiş. Burada yediğimiz yemeğin ardından  Plaza de Republica’yı gördük ve Santiago de Cuba’ya doğru yol almaya devam ettik.  Santiago de Cuba, Fransız, Afrika ve Latin Amerika müziğinin birleşmesinden ortaya çıkan çok zengin müzik kültürü olan bir şehir... Bueno Vista Social Club’da burada ortaya çıkmış ve grubun bayan solisti Omara Portuendo Küba’nın Edith Piaf’ı olarak biliniyormuş. Santiago de Cüba 1514’de kurulmuş, 1547’de zengin bakır madenleri bulununca burada çalıştırılmak için Afrikalı köleler getirilmiş. Dolayısıyla burası Küba’da Afrikalı köle çalıştıran ilk eyalet olmuş ve bu nedenle Küba’nın en “siyah” şehri olarak biliniyormuş. Akşama doğru Santiago de Cuba’da kalacağımız otele vardık ve yemek sonrasında yine bir Küba klasiği yaparak “Casa de Trova”ya gittik. Casa de Trova denilen mekanlar ufak barlar gibi ama aynı zamanda dans kulüpleri...

6 Mayıs Pazar, güne Santiago de Cuba’da şehir turuyla başladık. Cespedes Meydanı ve burada Diego Valezques’e ait olduğu söylenen evi , Dolores Parkı’nı; Bacardi Müzesi’ni, Karnval Müzesi’ni gezdik. Burada da yerli halk çok fakir ve turist olduğunuzu anladıkları andan itibaren devamlı birşeyler istiyorlar, hatta üstünüzdeki t-shirt’i bile...Bugünün en güzel bölümü ise Granma Adası’na yaptığımız tekne yolculuğu ve burada yediğimiz yemekti. Sonrasında kale gezisi ve buradan Karayip denizinin manzarası harikaydı. Buradan Moncada kışlasıni görüp tekrar Havana’ya döneceğimiz uçak saatini beklemek ve akşam yemeğimizi yemek üzere şehir merkezindeki Casa Granda Otel’ine geçtik. Uzun bir geceden sonra saat geceyarısını geçerken tekrar Havana’daydık.

Casa de Trova
Granma Adası


7 Mayıs Pazartesi sabahı ilk olarak Puro fabrikası ziyareti yaptık. Burada çalışan kadınların ağızlarında puro, uzun tırnaklarıyla tütün yapraklarını liflerinden ayırıp sarmaları çok ilginçti. Sonrasındaki durağımız Hemingway’in eviydi. Heminway’in evinin muhteşem bahçesini, gözleme kulesini, Ava Gardner’ın çıplak yüzdüğü havuzunu ve o zamanlar Cojimar’da bağlı “Pilar” adlı teknesini gördük. Buranın çıkışında şeker kamışı ve ananas suyu karışımı içtik ama o kadar tatlıydı ki bardağı bitirmek pek mümkün olmadı:) Sonrasında Cojimar’a geçerek burada Hemingway’in sık sık uğradığı bar/restoran’ı ziyaret ettik. Cojimar’dan sonraki durağımız Havana’nın en zenginlerinin ve elçiliklerin bulunduğu Miramar’dı. Burada yediğimiz öğle yemeğinden sonra sanat eserlerinin bulunduğu sergi şeklinde stantların yer aldığı hangar görünümlü bir pazara giderek alışveriş fırsatı da bulduk... Son gecemizde Küba’daki ilk gecemizde de kaldığımız ve bence Havana’nın en güzel otellerinden biri olan Park Central Otel’de kalmak üzere otele vardık ve yemek sonrası yine bir Küba klasiği yapmak için otele çok yakın “Floridita Bar”da güzel bir müzik eşliğinde Daiquiri”lerimizi yudumladık. Burası Hemingway’in de sık ziyaret ettiği bir barmış...

Hemingway'in Evi
Hemingway'in Pilar adlı Teknesi


8 Mayıs’ta artık Küba’daki son günümüze gelmiştik. Öncelikle Havana’nın görkemli binalarını yürüyerek gezdik. Buradan Güzel Sanatlar Müzesi’ne geçtik. Müzenin beklediğimden çok daha etkileyici olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Öğle yemeğimizi denize karşı Morro Kalesi’nde yedik ve vali sarayı gezisinden sonra artık İstanbul’a dönmek üzere uzun yolculuğumuza hazırdık...

Havana


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder