(Tatlı-ekşi sos gibi, gezerken içi burkan, geri
döndüğünüzde hoş anılar bırakan bir ülke)
Dünyada hala 1 Mayıs
yürüyüşünün gerçek anlamda yapıldığı sayılı ülkelerden biri olan Küba’ya 1 Mayıs’ta gitmek ve bu yürüyüşün bir parçası
olmak ilk başta çok heyecanlı geldi bana.. Ancak günler geçip de seyahat
zamanı yaklaştıkça hem yapmamız gereken
uzun yolculuktan hem de hemen akabinde yerinde katılıp göreceğimiz 1 Mayıs yürüyüşünden korkmaya başlamıştım
bile...
Sonunda 30 Nisan
oldu ve biz sabaha karşı yola çıktık. Gerçekten yorucu yaklaşık 20 saatlik bir
yolculuk sonrasında Havana’ya vardığımızda hava çok sıcak, nemli ve boğucuydu
ve saat gece yarısıydı. Şehrin tam merkezindeki otelimize varıp odamıza
vardığımızda yorgunluğumuz biraz olsun hafifledi. Odalarımız otelin yeni
yapılan bölümündeydi ve insanı rahat ettirmek için bütün detayları düşünülmüş
şekilde döşenmişti...
Kısa bir uyku
sonrasında meşhur 1 Mayıs yürüyüşüne katılmak üzere sabaha karşı otobüsümüze
binerek yürüyüşün başlayacağı bölgeye gittik ve yerimizi alarak sıranın bize
gelmesini beklemeye başladık. Bekleyenlerin neredeyse %99unu genç popülasyon
oluşturuyordu ve hepsinin elinde ülke bayrakları ve bağlı bulundukları okul
ve/veya kurumların bayrakları vardı, bizimse elimizde fotoğraf makinalarımız:)
Yürüyüş için hazırlanan gençler |
Uzun bir bekleyişten sonra yürüyüş
başladı ve biz de gençlerle birlikte dalgalanan bayrakların arasından
ilerlemeye başladık. Görüntü görülmeye değerdi doğrusu. Gruba ayak uydurmak
için hızlı yürümek gerektiğinden benim için yol üzerinde fotoğraf çekme işi
bayağı zor bir hal almaya başladı ama yine de birkaç fotoğraf çekmeyi
başardım...Bizde her yürüyüş öncesi ve sonrası çıkan olaylara bakınca burada bu
kadar büyük bir kalabalığın neşeli, coşkulu bir şekilde yürümesinin beni ve birlikte seyahat ettiğim Türk
grubunu hayrete düşürdüğünü söylemeden geçemeyeceğim. Yol boyunca kurulan büyük
ses sistemlerinden, anlayamadığımız ama şeklinden ve gelen tepkilerden gördüğümüz
kadarıyla rejimi ve yöneticileri övdüğünü tahmin ettiğimiz konuşma ve müzikler
yükseliyordu. Yürüyüş yaklaşık 2km. sonra girilen meydanda Raul Castro’nun
önünden geçilmesi ve onun da geçiş yapan grubu selamlamasıyla son buldu.
Yürüyüş biterken |
Yürüyüşten sonra bu kez yine tören için kapatılmış meydandan
otobüse binmek için yürümeye devam ettik. Ama hem saatin ilerlemesiyle artan
sıcaktan hem yol yorgunluğu ve uykusuzluktan hem de yürümekten bitap düşerek
otobüse vardığımızda klimalı ortama kavuşmanın mutluluğu paha biçilmezdi.
Otobüsle Havana caddelerini gezerken ilk göze çarpan şehrin sanki 1960larda
dondurulmuş bir imaj vermesiydi; binalar, arabalar sanki o zamandan bu yana hiç
değişmemiş gibiydi, adeta bir film platformunda yaşıyor hissi uyandırdı
bende... Bu yolculuğun sonunda Havana’nın en eski otellerinden biri olan “Otel
Nacional de Cuba”da ufak bir mola verdik. Otele girdiğimde, ilk olarak nem ve
eskinin kokusu burnuma çarptı. Ancak
binanın yapısı, döşenmesi ve denizden görünümünün de muhteşem olduğunu
söylemeden geçemeyeceğim.
Otel Nacional |
Buradan çıktıktan sonra Havana’da merkeze çok yakın
bir yerde bulunan Atatürk heykelini ziyaret ettik ve üzerinde yazan “Yurtta
sulh cihanda sulh” sözünün Türkiye’den binlerce km. uzakta Küba’lılara bile
feyz verdiğini görmek bizi çok gururlandırdı.
Küba'da Atatürk büstü |
Eski şehri de
gezdikten sonra sonunda sıra, “El Patio” adında mavi beyazın hakim olduğu şirin
restoranda yemek yemeğe gelmişti. Bunca yorgunluktan sonra yemek masalarına
oturduğumuzda keyfimize diyecek yoktu. Yalnız, yemek ve damak tadı konusunda
Küba’nın pek başarılı olmadığını ilk olarak burada görme fırsatı bulduk. Sadece
tropikal meyvelerin bolluğu ve lezzeti gezi boyunca beni sevindirdi.
El Patio |
Yemeğin
ardından yine şehir merkezimizdeki gezimize devam ettik, ama aniden başlayan yağmur,
bizi bir kafeye sığınmaya zorladı. Kafe, Ernest Hemingway’in de sıkça ziyaret
ettiği ve otelimize çok yakın bir kafeydi. Küba’da en çok içilen şeylerin
başında Daiquiri, Mojito ve Cuba Libra geliyor. Cuba Libra içine kola
karıştırılan Rom aslında ve tat olarak bana pek hitap etmese de çeşit çeşit
Mojito ve Daiquiri’lerin geziyi zenginleştirdiği bir gerçek...
Havana'nın sembolü haline gelen bar |
Havana Sokakları |
Ertesi gün yani 2
Mayıs’ta artık Havana’dan ayrılıp Küba’yı boylu boyunca gezmeye başlamak için
hazırdık ve ilk durağımız Santa Clara’ya doğru hareket ettik. Yolda mola
verdiğimiz yerdeki sokak köpeklerinin
cılızlığı ülkenin de fakirliğini gözler önüne seriyordu adeta. Santa Clara’da
Che Guevera anıt mezarını ve müzesini gezdik. Che’ye o kadar saygı gösteriyorlar
ki, ne anıta ne de müzeye hiçbir çanta, fotoğraf makinesi, telefon sokmaya izin
verilmiyor. Sonuçta varımızı yoğumuzu
yerel rehbere bırakarak anıt mezar ve müze gezimizi tamamladık:) Bu ziyaret esnasında müzeden çıkarken
ağlayan insanları görmek, bu insanların Che’ye ne kadar önem verdiğinin başka
bir göstergesiydi. Che, 38 yaşında
Bolivya’da CIA ajanları tarafından öldürülmüş. Bu ziyaretin ardından Che’nin ve
askerlerinin bombalanan mühimmat treninin sergilendiği açık hava müzesini görmek
de bu yolculuğun ilginç bir bölümüydü.
Che Guevera Anıtı |
Mühimmat Vagonu |
Buranın ardından
da Santa Clara sokaklarından geçerek Cienfuegos’a doğru yola çıktık.
Santa Clara Sokakları |
Yolda
gördüğümüz evlerin sefaleti, hiçbirinde doğru dürüst bir cam bulunmayışı (onun yerine dışardan jaluziye benzer bir
sistem mevcut), ortadaki toz beni çok etkiledi. Vakit öğleden sonraya geldiği
için paydos veren okullardan çıkan öğrencilerin formaları da bu sefalet ve
kirlilikle tezat oluşturuyordu bence. Öğrendiğimize göre ilkokul, ortaokul ve
lise formaları ayrı renklerle birbirinden ayrılmıştı, böylece kimin hangi sınıfa
gittiğini anlamak mümkündü.
Yoğun bir
yağmurun başlamasıyla Cienfuegos limanını ve etrafındaki eklektik binaları
sadece otobüsten görebildik. Ancak Cienfuegos’taki “Tomas Terre Tiyatrosu” ve
karşısındaki güzel binalarla çevrili meydanın görüntüsü harikaydı.. Yağmurla
devam eden ve yaklaşık 1,5 saat daha süren yolculuk sonrasında hava kararırken Trinidad’a
vardık..
Cienfuegos |
Kalacağımız
otelin hem dış hem de iç görüntüsü bu yorucu yolculuğun ardından bana ilaç gibi
geldi. Güzel bir uykunun ardından ertesi gün -3 Mayıs- Trinidad’ı gezmek için
artık hazırdık. Yürüyerek yapılan şehir turu esnasında sadece korkuluklarla ana
yoldan ayrılmış sınıfları olan okulu görmek galiba beni şaşırtan görüntülerin
başında geliyordu. Bizi gören çocuklar ve öğretmenlerin gülen ifadelerle el
sallaması da işin cabasıydı.
Trinidad'da sokaktan sınıf görüntüsü! |
Trinidad'da bir ilkokul |
Plaza
Mayor’da şeker kamışı ticaretiyle zenginleşen Iznaga ve Bruno ailelerine ait
şimdilerde müze olarak ziyaret edilen
muhteşem evlerini gördük. Bruno ailesinin evini ziyaret ettik ve öğrendiğimize
göre bu aile, 19. Yüzyılın sonunda Trinidad’ı terk etmiş. Buradan yine dar
sokaklarda kurulan halkın hediyelik eşyalar sattığı pazardan geçerek önce
emekli müzisyenlerin müzik yaptığı (ki Küba’da her mekanda müzik ve dans mevcut)
bir mekanda mojito içip dans ettikten sonra öğle yemeğimizi yiyeceğimiz
restorana gittik.
Trinidad'da sokakta pasta satışı! |
Öğleden sonra ise sıra
Karayip Denizi’ni görmeye gelmişti. Benim için Karayip Denizi hüsran oldu
diyebilirim zira denizin fotoğraflardaki görüntüsü aslından çok daha çekici..
Deniz dalgalı ama beyaz kum bir harika:) Yemek sonrasında Küba hayatına biraz daha
uyum sağlamak için yine Plaza Mayor’daki merdivenli meydanda açık hava
bar/gazinolarından birine oturup müzik dinleyerek günü tamamladık.
4 Mayıs Cuma
sabahı erkenden yola çıkarak şeker kamışı vadisi ve Iznaga Ailesi’nin çiftlik
evi ve köle izleme kulesini ziyaret ettik. Tek katlı evde kapı yok ve böylece
çok sıcak olan Küba’da evin hava akımı sağlanıyormuş. Şeker kamışı Vadisi uçsuz
bucaksız büyüklükte ve panorama balkonundan
baktığımızda burada artık daha çeşitli tarım ürünlerinin ekiminin yapıldığını
görmek mümkün.
Şeker Kamışı Vadisi |
Camagüey’e varmadan önce yolda hindistancevizi suyu tatma
fırsatı bulduk. Camagüey’e vardığımızda hava iyice ısınmış ve turist olduğumuzu
anlayan yerli halk iyice yakamıza yapışmıştı. Küba’da, turist olduğunu fark
ettirmeden gezebilmek en iyisi çünkü yerli halk, turist gördüğü anda dilenmeye
ve peşinizden gelmeye başlıyor. Yemek sonrasında bisiklet taksi ile yaptığımız
tur çok enteresandı.
Bisiklet Taksi |
Jimenez Perez Heykelleri |
Bu gezi sırasında Eskişehir’de de bazı heykelleri bulunan
ressam Jimenez Perez’in heykellerinin bulunduğu bir meydan ve çevresindeki
evleri, resim atölyelerini gezdik. Buradan sonra otele vardığımızda heralde
bütün gezi boyunca kaldığımız en “havadar” ve otelden çok motele benzeyen
konaklama yerimize ulaştık. Odada fazla zaman geçirmeden önce yemek ve sonra da
bir Küba klasiği olarak müzik dinleme ve CD satışı yapıldığı Camagüey’deki
restorana gittik ve geceyi böylece kapatmış olduk.
5 Mayıs’ta
Camagüey’den Bayamo’ya doğru hareket ettik. Bayamo, isyanların başladığı
Küba’nın en eski ikinci şehriymiş. Burada yediğimiz yemeğin ardından Plaza de Republica’yı gördük ve Santiago de
Cuba’ya doğru yol almaya devam ettik. Santiago de Cuba, Fransız, Afrika ve Latin
Amerika müziğinin birleşmesinden ortaya çıkan çok zengin müzik kültürü olan bir
şehir... Bueno Vista Social Club’da burada ortaya çıkmış ve grubun bayan solisti
Omara Portuendo Küba’nın Edith Piaf’ı olarak biliniyormuş. Santiago de Cüba
1514’de kurulmuş, 1547’de zengin bakır madenleri bulununca burada çalıştırılmak
için Afrikalı köleler getirilmiş. Dolayısıyla burası Küba’da Afrikalı köle
çalıştıran ilk eyalet olmuş ve bu nedenle Küba’nın en “siyah” şehri olarak
biliniyormuş. Akşama doğru Santiago de Cuba’da kalacağımız otele vardık ve
yemek sonrasında yine bir Küba klasiği yaparak “Casa de Trova”ya gittik. Casa
de Trova denilen mekanlar ufak barlar gibi ama aynı zamanda dans kulüpleri...
6 Mayıs Pazar,
güne Santiago de Cuba’da şehir turuyla başladık. Cespedes Meydanı ve burada
Diego Valezques’e ait olduğu söylenen evi , Dolores Parkı’nı; Bacardi
Müzesi’ni, Karnval Müzesi’ni gezdik. Burada da yerli halk çok fakir ve turist
olduğunuzu anladıkları andan itibaren devamlı birşeyler istiyorlar, hatta
üstünüzdeki t-shirt’i bile...Bugünün en güzel bölümü ise Granma Adası’na
yaptığımız tekne yolculuğu ve burada yediğimiz yemekti. Sonrasında kale gezisi
ve buradan Karayip denizinin manzarası harikaydı. Buradan Moncada kışlasıni
görüp tekrar Havana’ya döneceğimiz uçak saatini beklemek ve akşam yemeğimizi
yemek üzere şehir merkezindeki Casa Granda Otel’ine geçtik. Uzun bir geceden
sonra saat geceyarısını geçerken tekrar Havana’daydık.
Casa de Trova |
Granma Adası |
7 Mayıs Pazartesi
sabahı ilk olarak Puro fabrikası ziyareti yaptık. Burada çalışan kadınların
ağızlarında puro, uzun tırnaklarıyla tütün yapraklarını liflerinden ayırıp
sarmaları çok ilginçti. Sonrasındaki durağımız Hemingway’in eviydi. Heminway’in
evinin muhteşem bahçesini, gözleme kulesini, Ava Gardner’ın çıplak yüzdüğü
havuzunu ve o zamanlar Cojimar’da bağlı “Pilar” adlı teknesini gördük. Buranın
çıkışında şeker kamışı ve ananas suyu karışımı içtik ama o kadar tatlıydı ki
bardağı bitirmek pek mümkün olmadı:) Sonrasında Cojimar’a geçerek burada Hemingway’in
sık sık uğradığı bar/restoran’ı ziyaret ettik. Cojimar’dan sonraki durağımız
Havana’nın en zenginlerinin ve elçiliklerin bulunduğu Miramar’dı. Burada
yediğimiz öğle yemeğinden sonra sanat eserlerinin bulunduğu sergi şeklinde
stantların yer aldığı hangar görünümlü bir pazara giderek alışveriş fırsatı da bulduk...
Son gecemizde Küba’daki ilk gecemizde de
kaldığımız ve bence Havana’nın en güzel otellerinden biri olan Park Central
Otel’de kalmak üzere otele vardık ve yemek sonrası yine bir Küba klasiği yapmak
için otele çok yakın “Floridita Bar”da güzel bir müzik eşliğinde
Daiquiri”lerimizi yudumladık. Burası Hemingway’in de sık ziyaret ettiği bir
barmış...
Hemingway'in Pilar adlı Teknesi |
8 Mayıs’ta artık
Küba’daki son günümüze gelmiştik. Öncelikle Havana’nın görkemli binalarını
yürüyerek gezdik. Buradan Güzel Sanatlar Müzesi’ne geçtik. Müzenin
beklediğimden çok daha etkileyici olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Öğle
yemeğimizi denize karşı Morro Kalesi’nde yedik ve vali sarayı gezisinden sonra
artık İstanbul’a dönmek üzere uzun yolculuğumuza hazırdık...
Havana |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder