Hep gitmek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım bir rota
olmuştu Route 1 diye bilinen ve Amerika’nın kuzeyinden güneyine Pasifik
kıyısından inen seyirli kara yolu... Bu yıl kısmetmiş görmek... Amerika’da
yollar, kuzey-güney doğrultusunda tek sayılı, doğu-batı doğrultusunda ise çift
sayılı anılırlar. Chicago’dan başlayıp
California’nın Santa Monica Plajı’nda biten ve Amerika’nın en eski kara yollarından
biri olan Route 66 ile birlikte en bilinen kara yoludur Route 1. Biri doğu-batı,
diğeri kuzey-güney doğrultusunda uzanan bu yollar Amerika’nın olmazsa
olmazlarıdır adeta. Ben geçtiğimiz yıllarda kısmen Route 66 üzerinde geçmiş
olsam da henüz “Pacific Coast Highway” olarak da bilinen ve San Francisco’nun
kuzeyinde başlayıp San Diego yakınında Dana Point’te sonlanan Route1 tecrübem
olmamıştı. İşte bu seferki yazımın konusu da Amerika’nın en batısındaki bu
güzel ve seyirli rota...
|
Pacific Coast Highway |
Gezimize San Francisco’dan kiraladığımız arabayla sabah
saatlerinde yola çıkarak başlıyoruz. İlk durağımız Half Moon Bay oluyor. Burada
Ritz Carlton’a uğrayarak Pasifik Okyanusu’na güzel bir noktadan bakabilir ve
hatta vaktiniz varsa bir kahve içebilirsiniz. Yalnız otele girerek park etmek
isterseniz 20 USD ödemeniz gerekli, otelin biraz dışındaki (yaklaşık 5 dakika
yürüme mesafesi) halka açık otopark ise ücretsiz. Otelin hemen yanında bir de
golf kulübü var ve bir yanda harika Pasifik manzarası diğer yanda yemyeşil bir
görüntüyü izlemek oldukça dinlendirici bir etki bırakıyor insanda. Burada
verdiğimiz kısa moladan sonra Half Moon Bay kasabasının içinden geçerek
Pescadero Beach’e uğrayıp yolumuza Santa Cruz’a doğru devam ediyoruz.
|
Half Moon Bay - Ritz |
|
Santa Cruz |
|
Santa Cruz |
|
Santa Cruz |
|
Santa Cruz |
Santa Cruz bu rotanın kuzeyde en bilinen ve görülmesi
gereken noktalarından biri. Sahilinde uzun bir yürüme yolu (Boardwalk) ve bu
yolun bir ucunda Giant Dipper denilen tarihi bir roller coaster’ın yer aldığı
bir lunapark var. Biz Boardwalk’un hemen başında yer alan Ideal Bar’da yemek
yedik ve oldukça memnun kaldık. Yolunuz buradan geçerse uğramanızı tavsiye
edeceğim bir yer burası. Santa Cruz aynı zamanda Alfred Hitchcock’un “Birds” (Kuşlar) filminin bazı sahnelerinin de çekildiği bir yermiş.
Santa Cruz’dan sonraki rotamız aynı zamanda konaklayacağımız
başka bir yol üzeri klasiği Monterey oluyor. Monterey aynı zamanda akvaryumu
ile de bilinen ve yakınında yer alan Cannery Row adlı eskiden depo
olarak kullanılan şimdilerde alışveriş merkezi olmuş bir mekana da ev sahipliği
yapan şirin bir sahil şehri. Bu rotada önümüzdeki günlerde de sık sık karşımıza
çıkacak ve en büyüklerinden biri San Francisco’da olan “Fishermen’s Wharf” diye
anılan iskelelerin en güzellerinden biri burada karşımıza çıkıyor. İskele
üzerinde hediyelik eşya dükkanlarının yanı sıra pek çok deniz mahsulü restoranı
yer alıyor. Biz de sahilde yürüyüş ve iskele üzerinde biraz vakit geçirdikten
sonra bir süre de tesadüfen o gün kurulmuş olan Farmer’s Market’e de uğrayarak ertesi
gün yolumuza devam etmek üzere otelimize geri dönüyoruz.
|
Monterey |
|
Monterey |
|
Monterey |
|
Monterey |
Ertesi gün ilk olarak Cannery Row’dan geçerek belki de gezimizin en güzel ve manzaralı
bölümlerinden birini görmek üzere Pacific Grove Kapısı’ndan girerek 17 Mile
Drive olarak bilinen yoldan devam ediyoruz. Bu yol burada yaşayanlar için
ücretsiz ancak geçiş yapmak isteyenler için 10.25 USD (yaklaşık 60 TL) ödenerek
girilebilen bir ara yol. Yol üzerinde ağaçlar içinde pek çok güzel ev, harika manzaralara
şahit olacaksınız. Burada görmeden geçmeyin diyeceğim noktalar Lone Cypress
Tree (Yalnız Selvi Ağacı), Fanshell Beach, Pebble Beach. Bu güzel turdan sonra
Carmel Kapısı’ndan çıkarak Carmel By the Sea olarak bilinen şirin kasabaya
doğru devam ediyoruz.
|
17 Mile Drive |
|
17 Mile Drive |
|
17 Mile Drive |
|
17 Mile Drive |
Carmel, sahil kenarında şirin mi şirin bir kasaba. Renkli
evleri adeta bir masal kasabasındaymış izlenimi uyandırıyor insanda. Sahili de
ayrı bir güzel. Burada Carmel Bakery’de kısa bir kahve molası verdikten sonra
yolumuza güneye doğru devam ediyoruz ve rotanın alamet-i farikalarından biri
Big Sur’a ulaşıyoruz. Yolun Big Sur bölümü, ara ara inşaat sebebiyle trafiğe kapanıyormuş.
O yüzden bu bölgeye gelmeden önce yol durumunu kontrol etmekte fayda var. Biz
şanslıydık ve yol kapalı değildi. Ancak hemen Big Sur yanı başında yer alan ve
belki de sadece bu rotanın değil Amerika’nın en eski köprülerinden biri olan
Bixby Köprüsü’nün manzarasını görebileceğimiz noktada inşaat vardı. O yüzden
üzerinden geçtiğimizi fark edip tekrar bu noktaya geri dönüp buraya kadar
gelmişken köprüyü fotoğraflamayı da ihmal etmedik.
|
Carmel |
|
Carmel |
|
Carmel |
Sonraki durağımız yine Pasifik manzarasına hakim harika bir
noktada tepede yer alan Nepenthe Restoran ve Kevah Cafe’nin yer aldığı dinlenme
noktası oluyor. Restoran her daim kalabalık, biraz aşağıda yer alan kafe ise
daha sakin ve kanımca hafif bir şeyler yemek-içmek ve soluklanmak için daha
doğru bir tercih.
|
Nepenthe |
|
Big Sur |
|
Big Sur |
Buradaki moladan sonra McWay Fall (McWay Şelalesi)ne doğru
yolumuza devam ediyoruz. Şelale dedimse öyle büyük bir şelale beklemeyin.
Girişi için de araç başı 10 USD ödenen şelale, derin bir falezden
okyanusa akan cılız bir su. Antalya’da falezlerden akan veya Düden ve benzeri
şelalelere baktığımızda çok kayda değer bir şelale olmadığını söyleyebilirim
buranın.
Sonraki durağımız harika bir Pasifik manzarasına sahip “Ragged
Point” oluyor. Burada Ragged Point Inn adında bir otel de var. Kısa bir moladan
sonra devam edip San Simeon’da Elephant Seal Point’de fok balıklarını izleme
fırsatı yakalıyoruz. Artık vakit epey ilerlediğinden verdiğimiz molaların
sürelerini biraz kısa tutarak önce Morro Bay ve burada Morro Rock (Morro
Kayası)nı görüp San Luis Obispo’ya ulaşıyoruz.
|
Bixby Köprüsü |
|
Ragged Point |
San Luis Obispo aynı zamanda San Diego’nun Santa Fe
istasyonundan kuzeye doğru çıkan Pacific Surfliner adlı trenin de son durak
noktası. Burada metnini daha önceden duyduğumuz Madonna Inn’e uğruyoruz. Bu
otel dekorasyonu ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Ana restoranı
dışında tuvaleti bile dekorasyonu için görülmesi gereken noktalardan...
|
Madonna Inn |
|
Madonna Inn |
|
Madonna Inn |
Artık Pismo Beach’e ulaşıyor ve renkli uzun bir günün
ardından geceyi geçirmek üzere otelimize
yerleşiyoruz. Pismo Beach, mevsimden dolayı kapanan bir sayfiye yerini
andırıyor. Ama yine de merkezi yemek saati olduğundan hayli kalabalık. Pismo Beach merkezdeki Splash Cafe'yi özellikle yöreye özel deniz ürünleri tatmak isterseniz tavsiye ederim. Salaş bir yer olmasına rağmen oldukça rağbet gören bir mekan burası.
|
Pismo Beach |
|
Pismo Beach |
|
Pismo Beach |
Ertesi gün, Santa Ynez Vadisi’ne doğru yola çıkıp burada bir
Danimarka kasabası olan Solvang’e uğruyoruz. Bu şirin kasabaya girer girmez
sanki büyük bir fırına girmişçesine taze pişen ekmek, kurabiye kokuları ve
kasabanın renkli şirin evleri, yel değirmenleri bizi karşılıyor. Burada küçük
bir turun ve bir kahve molasının ardından Santa Ynez vadisini de arabayla
turluyoruz. Burası Amerika’nın şarap yapımıyla bilinen önemli noktalarından ve
bölgede bağcılık çok meşhur. Yol üzerinde pek çok bağ görüyoruz.
|
Solvang |
|
Solvang |
|
Solvang |
|
Solvang |
|
Solvang |
|
Santa Ynez |
|
Santa Ynez |
Öğleye doğru Santa Barbara’ya ulaşıyoruz. Otelimize
yerleştikten sonra Santa Barbara’nın önce Santa Barbara Wharf’a, sonra da buranın
devamı olan ve Santa Barbara’nın en bilinen caddesi State Street’i keşfe
çıkıyoruz. State Street üzerinde yer alan Finney’s yemek için önerebileceğim
güzel bir mekan. Hem servisi hem de tatları denemeye değer. State Street ise
pek çok restoran ve kafenin yanı sıra mağazaların ve hediyelik eşya
dükkanlarının bulunduğu renkli bir cadde ve Santa barbara’nın olmazsa
olmazlarından. Bu caddeden kara tarafına doğru çıkarken sağa saparak ulaşılan
El Presidio (Tarihi İspanyol Kalesi) da Santa Barbara’nın turistik
atraksiyonlarından biri. Ancak biz pek turistik yer görme meraklısı
olmadığımızdan ve zamanımızı biraz daha yerel halkla geçirmek istediğimizden
State Street turumuza devam ediyor ve burada Wharf’a yakın bir noktadaki Santa
Barbara Roasting Company’de kahve molası veriyoruz kendimize. Akşamki durağımız
ise yine metnini önceden duyduğumuz Santa Barbara Shellfish Company oluyor.
Ancak burası çok rağbet gören bir yer ve özellikle yoğun saatlerde uzun
kuyruklar oluyor önünde. Ancak deniz mahsulleri harika.
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
|
Santa Barbara |
Ertesi gün Pasifik Kıyısının en büyük şehirlerinden biri
olan Los Angeles’a doğru devam ederken sırasıyla Ventura Beach ve Malibu Beach’den
geçerek bu bölgede görülmesi gereken önemli yerlerden biri olan Getty Evi’ne
gidiyoruz. Ünlü bir petrol milyarderi olan Getty’nin evi yaşamı boyunca
dünyanın dört bir yanından topladığı sanat eserlerinin sergilendiği müze haline
getirilmiş. Buraya giriş ücretsiz ama otoparkı için 15 USD ödeniyor. Bir de gelmeden önce girmek istediğiniz saate göre giriş biletinizi
rezerve ederseniz hiç kuyruk beklemeden girmek mümkün. Ancak biz gittiğimizde
mevsimden olsa gerek zaten çok tenhaydı.
|
Malibu |
|
The Getty Villa |
|
The Getty Villa |
|
The Getty Villa |
|
The Getty Villa |
|
The Getty Villa |
The Getty Villa’dan sonra Los Angeles’a doğru devam edip
arabamızı Venice Beach’e park edip, Santa Monica ile Venice Beach arasında yer
alan sahil yolunun tadını çıkarıyoruz. Burada bisiklete binmek, yürümek, koşmak,
paten yapmak pek bir moda. Yalnız özellikle Venice Beach’de herkes kafayı
çekmiş şekilde dolaşıyor ve çok karakteristik bir nokta burası. Gün batımını seyretmek
için de bu bölge en uygun yerlerden biri diyebilirim. Santa Monica Pier aynı
zamanda yazının başında bahsettiğim Route 66’ın da bitiş noktası. Pier üzeri
her daim kalabalık, renkli, gürültülü. Adeta Los Angeles hayatının küçük bir örneği... Venice Beach ile Santa Monica arasında yer alan Muscle Beach ise vücut geliştirme sporunun çıktığı yer olarak biliniyormuş. Bu bölümde, plajın namına yakışır bir şekilde pek çok kişi spor yapıyor.
|
Venice Beach |
|
Venice Beach-Santa Monica arası... |
|
Muscle Beach |
|
Santa Monica Pier |
|
Santa Monica Pier |
|
Santa Monica Pier |
|
Venice Beach |
|
Venice Beach |
|
Venice Beach |
|
Venice Beach |
Los Angeles ayrı bir yazı konusu olacak kadar büyük bir
şehir. O yüzden burada sadece 2 gün geçirdiğimizi söyleyerek rotamıza devam
edeyim istiyorum. Los Angeles’tan sonra San Diego’ya doğru yol almaya devam
ediyor ve sırasıyla El Segundo Beach, Hermosa Beach, Redondo Beach, Torrence
Beach’ten geçerek Long Beach’e ulaşıyoruz. Burada Queen Mary adında gemi otel
turistik bir destinasyon olmuş. Ancak otel müşterisi değilseniz otele girip
gezmek için 30 USD gibi bir bedel ödemek gerekiyor.
|
El Segundo |
|
El Segundo |
|
Redondo |
|
Redondo |
|
Torrence Beach |
|
Queen Mary |
Yolumuza güneye doğru devam ederken Huntington Beach,
Newport Beach ve Laguna Beach’ten geçerek Dana Point’e ulaşıyoruz. Burası aynı
zamanda San Francisco’dan beri takip ettiğimiz Pacific Drive (nam-ı diğer
Route1)’ın da sonlandığı nokta. Biz de burada limanda harika bir yemeğin
ardından yolumuza San Diego’ya doğru devam ediyoruz.
Akşam saatlerinde San Diego’ya varmadan önce de sırasıyla
Carlsbad, Encinitas, La Jolla’ya uğruyoruz. La Jolla da fok balıklarını
da gördükten sonra artık sıra, Pacific Beach’i görmeye geliyor. Pacific Beach’de
iskele üzerinde kabinlerden kurulu oteli geziyoruz. Burada her bir kabinin
gecelik ücreti 450 USD civarıymış. Buradan okyanusa bir kez daha baktıktan
sonra Mission Beach’e uğrayıp San Diego’ya ulaşıyoruz. Mission Beach ise Pacific
Beach’e göre daha çok gençlerin zaman geçirdiği büyük bir lunaparkın da
bulunduğu daha bohem bir plaj ve bölge.
|
Huntington Beach |
|
Pacific Beach |
|
Newport |
|
Dana Point |
|
La Jolla |
|
Pacific Beach |
|
Pacific Beach |
|
Mission Beach |
|
Carlsbad |
San Diego’ya vardığımızda San Francisco’dan başlayan
yaklaşık 500 millik (750 km) yolumuzun da sonuna geliyoruz. Her noktasında gezmekten
büyük zevk aldığım renkli ve bol manzaralı bir tur oluyor bu benim için.
Dünyada gezecek bu kadar yer varken buraya gelmek bir daha kısmet olur mu
bilinmez ama olur da yolunuz batı yakasına düşerse özellikle San
Francisco-Pismo Beach arası olan bölüm benim en beğendiğim kısım oldu. Rotanın
güney kesiminde ise plaj hayatı, hayattan kopuk yaşayan insanlar, daha az doğal
güzellik ve geniş kumsallar ile renkli yaşam bu gezinin özetiydi sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder