Yıllar önce
facebook daha yeni moda olmaya başladığında değişik uygulamalarının birinde bir
anket vardı ve sorulara cevap verdiğinizde size hangi şehrin insanı olduğunuzu
söylüyordu. Bu tip şeylere pek inanmasam da sırf meraktan bu anketi kendime uyguladığımda
bir “New York insanı” olduğum ortaya çıkmıştı.
Aslında kendimi hep daha sakin yerlerin insanı olarak düşünürdüm. Ama zannederim hem 11 yaşından beri okulda
Amerika’lı öğretmenlerimin etkisinde kalmamdan, hem ilk yurtdışı gezimi 1986’da
New York’a yapmamdan ve en önemlisi yakın akrabalarımın yani ailemin yarısının
neredeyse 50 senedir orada yaşamasından olsa gerek bu şehirle aramda bir gönül
bağı oluşmuş.
Çocukluğumda, o
zamanlar New York’ta oturan halam, her yaz İstanbul’a gelirdi. Tatil dönüşünde
beni de bavuluna koyarak götürmeyi teklif eder ben de çocuk aklımla bu şakayı
tam anlayamaz; “o kadar uzağa bavulda gidemem, uçaktan korkarım “ diye cevap
verirdim. Kısacası benim Amerika ile fikren tanışmam çok eskilere dayanıyor.
New York’a ilk
gerçek ziyaretim ise 1986da liseye başladığım yıl ailemin karne hediyesiydi
bana. Hem de grupta tek “iyi” İngilizce bilen biri olarak o dönem çok limitli
İngilizce bilen annem ve kardeşimin de sorumluluğunu alarak aktarmalı bir
yolculuk yaptık yeni kıtaya... Benim için hem çok zevkli hem de çok heyecan
verici bir gezi olmuştu bu ilk ziyaret. Sonrasında da defalarca gidip geldim
New York’a. Bu şehirde hem bir turist gibi hem de bir yerli gibi hissettim.
|
Rockefeller Center |
|
Manhattan 'Avenue of Americas' |
|
Time Warner Center Manhattan |
Bir turist
gözüyle “Big Apple”ı (yani New York’u) görmek isterseniz yapılabilecekleri ve görülecekleri şöyle özetlerdim heralde:
-Broadway’de bir
show izlemek
-Times Square
-South Sea
Port’tan başlayan tekne turu
-Brooklyn Köprüsünden
yürüyerek geçmek
-Hürriyet Heykeli
ve Ellis Adası’nı ziyaret etmek
-Macys,
Bloomingdales ve Saks mağazalarında , isterseniz Woodbury Common Premium
Outlet’te alışveriş yapmak
-Meat Packing
District (burası önceden kesimhanelerin olduğu bir bölgeyken şimdi bolca sanat
galerisi ve restoran mevcut)
-Soho
-Empire State
Building
-Broadway’deki
Marriot Otel’in en üst katındaki döner restoranda çay ya da yemek keyfi
-Meşhur 5th
Avenue
-Rockfeller
Center
-Ve tabi ki Metropolitan
gibi birçok müze ziyareti
Ancak benim için
New York sadece bunlardan ibaret olmadı. Çünkü New York’a gidiyorum dediğimde
aynı zamanda New York’la iç içe geçmiş başka bir eyalet olan New Jersey’e de
gidiyorum ben. Burada da kendimi “yerli” gibi hissediyorum halam ve
kuzenimle yaşarken. New York’tan otobüse binip yarım saatte New Jersey’e
vardığınızda bambaşka bir dünyaya gitmiş gibi oluyorsunuz; yeşillikler içinde,
sokakta yürürken herkesin birbirine selam verdiği bir dünya burası. Benim de
hoşuma giden bu galiba. Amerika’da insanlar gerçekten çok bireysel yaşıyorlar. O
yüzden de sokakta yürürken bile insanların birbirine merhaba deme ihtiyaçları
oluyor gibime geliyor her seferinde.
Bu yılki mutat
Amerika ziyaretimde ise ilk defa bir kasırga yaşadım. Hem de
Amerikalıların deyimiyle yüzyılın kasırgasını... Önce ortalık sakin görünüyordu
sonra birden bütün televizyonlar tam üzerimize doğru gelmekte olan Sandy
kasırgasının muhtemel etkilerini anlatmaya başladılar. Sık sık belediye başkanı
ve bölge valisi konu ile ilgili durum analizleri yapmaya başladı televizyondan.
Biz de söylenildiği üzere su stoğu yaptık ama bunun dışında yapılabilecek pek
fazla da bir şey yoktu. Ve sonunda fırtına başladı, daha ilk saatlerde neredeyse
tüm eyalette önce elektrikler kesildi. Biz denize yakın bir yerde olmadığımız
için su baskını olmadı ama radyodan anladığımız kadarıyla okyanus yakınındaki çoğu
yer sular altındaydı, hatta Manhattan metrosu da uzun yıllardan sonra ilk defa
kapatılmıştı. Yollar da devrilen ağaçlar yüzünden kapandığından ulaşımda büyük
sıkıntı yaşandı. İşin kötüsü bütün bunlar, benim İstanbul’a dönme günümden iki
gün önce olmuştu ve ne yazık ki telefon hatları da çalışmadığı için havalimanının
kapalı olması dışında uçağımla ilgili bilgi alamıyordum. Amerika gibi herşeyin
elektriğe bağlı olduğu bir ülkede bırakın evleri, çoğu büyük mağaza ve markette
bile jeneratör olmayışı hayatı durma noktasına getirdi. Buna bir de
rafinerilerin çalışmayışı ve ulaşımın durması da eklenince koca şehirde benzin
sıkıntısı baş gösterdi. Geceleri ise tam bir “hayalet şehir” durumu yaşanıyordu.
Bir de sıcaklık sıfır dereceye düşünce evde ısınmak için tepside su ısıtmaktan başka bir çaremiz
kalmamıştı... Amerika’da olduğuma inanamıyordum... Biz de benzin kıtlığından
nasibimizi aldık ve arabada benzin bittiği için zar zor bulduğumuz açık bir
benzincide kuyruğa girdik. İnsanların bu karmaşa içinde bile birbirine saygılı
davranması, kuyrukta birbirinin önüne geçmemesi beni çok şaşırttı. Türkiye’de
feribot kuyruğunda bile birbirinin önüne geçmeyi başarı kabul eden bizleri
düşününce bu düzenli kuyrukları görmek ne büyük bir nimet diye düşündüm.
Velhasıl , fırtınadan tam dört gün sonra elektriğimiz geldi, dolayısıyla
telefon ve ısıtmamız çalışmaya başladı ve hayat kısmen de olsa normale döndü
bizim için...Bu zorunlu bir kalış olmasına rağmen benim için unutulmaz bir macera
oldu.
|
Sandy öncesi... |
|
Sandy sonrası... |
Yine de bir
dahaki ziyaretimi kasırga dönemine denk getirmemek için elimden geleni
yapacağım:)