Yerel rehberimiz
Rosella’nın söylediğine göre Napoli, Roma ve Milano’dan sonra İtalya’nın üçüncü
büyük şehriymiş. Napoli, aynı zamanda bizlerin Amalfi diye bildiği Campania
Bölgesi’nin de en önemli şehri ve bu bölgeye yapılan uluslararası havayolu ulaşımı,
genelde Napoli üzerinden sağlanıyor. Biz de ilk önce uçakla buraya inip bölgeyi
gezdikten sonra dönüş öncesi son iki günümüzü de, Napoli’yi gezmek için
ayırdık.
|
Napoli |
|
Napoli... |
|
Napoli'ye girerken... |
|
Corso Umberto |
|
Napoli |
Sorrento’dan
Napoli’ye bir saatlik rahat bir yolculuk sonrası (bu kez sahilden değil, otoyolu
kullanarak seyahat ettik) ulaşabiliyorsunuz. Biz de, sabah yola çıktığımız için
öğleden önce Napoli’ye varmıştık bile. İlk mola noktamız, Palazzo Real, San Carlo
Tiyatrosu ve Galleria Umberto’nun
çevrelediği Piazza Trieste e Trento ve Piazza
Plebiscito oldu. Aslında bu bölge, iki büyük alışveriş caddesi Via Toledo ve buna paralel Via
Chiaia’nın güneydeki başlangıç noktaları olduğu için Napoli’nin olmazsa
olmazlarından.
|
San Carlo Tiyatrosu |
|
Galleria Umberto |
|
Galleria Umberto |
Galleria Umberto, Milano’da bulunan Galleria Vittorio Emanuele’in benzeriymiş. Burası, yüksek kubbeli
büyük bir haç şeklinde inşa edilmiş etkileyici bir alışveriş merkezi . Galleria Umberto’nun kapılarından
birinden çıktığınızda da karşınızda San
Carlo Tiyatrosu’nu buluyorsunuz. İsterseniz tiyatroyu rehber eşliğinde 6
Euro vererek gezebilirsiniz. Tiyatronun diğer tarafında ise önündeki devasa
meydanı ile Palazzo Reale karşınıza
geliyor. Burada, hem hediyelik eşya satmak için peşinizden koşan sokak
satıcılarına hem de o sıcağa rağmen boyanıp saatlerce poz veren sokak
sanatçılarına bolca rastlıyorsunuz.
|
Bir sokak sanatçısı |
|
Piazza Plebiscito |
|
Palazzo Reale |
|
Palazzo Reale |
Bu noktada ufak bir uyarı yapmadan geçemeyeceğim; Napoli’de özellikle kalabalık ve
turistik bölgelerde hırsızlık oranı çok yüksek, o yüzden aman yanınızda fazla
para, pasaport gibi değerli şeyler taşımayın ya da çalınırsa üzülmeyeceğiniz
miktarda nakit para ile dolaşın...
|
Via Chiaia |
|
Napoli'de gökkuşağı |
Otelimiz, bu
bölgeyi Spaccanapoli denen eski şehre
bağlayan ana yollardan biri olan Corso
Umberto üzerinde olduğu için çok şanslıydık çünkü böylelikle çoğu yere
yürüyerek gitmemiz mümkün oldu. Eski şehre, Via
Toledo’yu kuzeye doğru takip edip Piazza
Dante’den sağa sapıp Port Alba
kapısından geçerek de ulaşmanız mümkün. Napoli aslında eski bir Yunan şehriymiş
ve adı da Yunanca Neopolis (Yeni
Şehir)den geliyormuş. Spaccanapoli de
bu şehrin merkeziymiş. Bu bölgede de, ihtişamlı bir kilise olan Duomo’yu görmeden geçmeyin derim. Kısaca
tarif edecek olursak; Corso Umberto’dan
sola sapıp Via Duomo’ya ulaşabilir, kiliseyi gördükten sonra da
Spaccanapoli’nin en önemli caddelerinden biri olan (ama oldukça dar bir cadde)
Via dei Tribunali’den geçip Piazza Dante’ye,
oradan da Via Toledo üzerinden ünlü
Arkeoloji Müzesi’ne ulaşabilirsiniz.
|
Duomo |
|
Via Duomo |
|
Spaccanapoli |
|
Via Tribunali |
|
Spaccanapoli |
|
Port Alba |
Arkeoloji
Müzesi’ne girerken özellikle yaz aylarında hangi bölümün hangi saatlerde açık
olduğuna dikkat etmek gerek çünkü Pompei kalıntılarının da yer aldığı “Saklı
Oda” ve diğer bazı bölümlerde siesta
uygulamasından nasibini almış ve öğlen 12:30’da kapanıyor... Müzeye giriş ise 8 Euro.
Napoli’de yemek
için birçok alternatif mevcut. Kendi tecrübeme dayanarak bunların birkaçını
şöyle sıralayabilirim. Öncelikle bu bölgeyi gezerken en fazla pizzayı Napoli’de
yediğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bu anlamda en bilinen restoranlardan biri
olan Via Chiaia üzerindeki “Brandi", margarita pizzanın doğduğu
restoranmış. 1889’da Kraliçe Margarita için İtalyan bayrağı renklerindeki; yani
kırmızı (domates), beyaz (mozarella) ve yeşil (fesleğen)den oluşan pizza ilk kez burada yapılmış. Ancak,
burada da saat 15:30-18:00 arası siesta olduğundan bu saatler dışında gitmenizi
öneririm. Tabi şimdilerde margarita yanında çok çeşitli pizzaları da var ve ince
bir hamura yapılan pizzaları gerçekten çok leziz. Ayrıca, “Eat-Pray-Love” filminin de bazı sahnelerinin geçtiği “Da Michele” adlı pizzacı, eski şehir bölgesinde ve
önünde daimi bir kuyruk var. Bu kuyruktan dolayı biz burada pizza yemeyi
başaramadık ne yazık ki... Yine Spaccanapoli
Bölgesi’ndeki Via Tribunali
üzerinde bir aile işletmesi olan “Sorbillo’s
Pizza” da Ağustos ayı boyunca siesta yapıyordu, o yüzden pizzasından tatmak
mümkün olmadı:( Son
olarak yine İtalyan mutfağı’ndan güzel örnekleri tadabileceğiniz "Rosso Pomodoro" da tavsiye edebileceğim
başka bir restoran. Burası da tam Via Toledo ile Via Chiaia’nın birleştiği
noktada meşhur Gambrinus Cafe’nin tam
karşısında. Yeri gelmişken, şimdilerde
bayağı turistik hale gelen Gambrinus
Cafe ‘de de oturup bir yorgunluk kahvesi içebilirsiniz. Unutmadan; Galleria Umberto’nun Via Toledo’ya açılan kapısının
girişindeki “La Sfogliatelle Mary”nin aynı
isimdeki meşhur limonlu milföy benzeri tatlısını mutlaka deneyin. Ne yazık ki
burada oturacak yer yok ve tatlılarınızı Galleria Umberto manzarasına karşı
ayaküstü yemek zorunda kalıyorsunuz.
|
Brandi |
|
La Sfogliatella Mary |
Napoli, gezdiğim
İtalyan şehirleri arasında kendimi en güvensiz hissettiğim şehir oldu. Hava
kararmaya başladığında halk, evlere çekiliyor. Sokaklara da bir karanlık
çöküyor adeta. Bir akşam alışveriş sonrası, otelimizin hemen arka sokağındaki
büyük marketten dönmek zorunda kaldığımda, belki yapılan uyarılardan ama daha
çok gerçekten karşılaştığım ıssızlıktan ve başlayan yağmurun da etkisinden olsa
gerek kendimi siyah beyaz bir mafya filmi karesinde gibi hissettiğimi hatırlıyorum... Bu
anlamda Napoli’nin, bizim daha yakından tanıdığımız kuzey İtalya şehirlerinden
hayli farklı olduğunu söylemek mümkün.