28 Haziran 2013 Cuma

BANGKOK

Ortaokul yıllarımda Murray Head’in seslendirdiği “One Night in Bangkok” diye bir şarkı çok popülerdi. O zamanlardan beri hep Bangkok nasıl bir şehirdir diye merak ederdim. Bangkok’a gitmek çok sonraları kısmet oldu bana. Ama yine de gittiğime değdi diye düşünüyorum.

Havanın her daim çok sıcak olduğu tropikal iklimi olan bir şehir Bangkok. Aynı zamanda “Kral ve Ben” filmine konu olan, eski adıyla Siam, şimdiki adıyla Tayland’ın da başkenti.

Bangkok’u tek kelimeyle ifade etmek gerekirse, “egzotik” bir şehir. Nereler görülmeli derseniz; öncelikle çoğunluğu Budist olan ülkede, çok sayıda Buda heykeli ve Budist tapınağı var. Bunların her birinin değişik özellikleri var; Gülen Buda, Yiyen Buda, Sinirli Buda vs.. gibi. Özellikle görmenizi tevsiye edeceğim yerlerden biri, eskiden saray olarak kullanılan Royal Palace kompleksinin içindeki Wat Phra Kaew (Temple of the Emerald Buddha) ve burada zümrütten oyularak yapılmış Buda heykeli.

Beni etkileyen diğer bir Buda Tapınağı da Wat Pho oldu. Burada çok büyük ebatta bir “Yatan Buda” var ve tapınağın mimarisi de o bölgeye özgü ihtişamlı bir görüntüye sahip.  Bütün tapınaklarda ortalarda dolaşan Buda rahiplerini de yakından görebiliyorsunuz. Tapınakların en önemlilerinden biri de Altın Buda Tapınağı. Çin Mahallesindeki  Altın Buda tapınağında yer alan Buda heykeli dünyanın en büyük saf altın Buda’sıymış..

Çin Mahallesi demişken, Bangkok’taki Çin Mahallesi de mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Gerçi burada sokakta satılan yiyecekler, hem sağlık, hem de görüntü olarak bana pek hitap etmese de Bangkok’a geldiğimi hissettim.

Floating Market diye adlandırılan ve eskiden Bangkok’luların nasıl yaşadığı gösteren nehir boyunca yapılandırılmış tahta kulübelerden oluşan yerleşim birimlerini de görmeden Bangkok’u gördüm demek mümkün değil. Buraların özelliği, rengi neredeyse kahverengiye dönüşmüş bu nehirde yaşayanların, bu suyu  hem çamaşır yıkamak, hem tuvalet ihtiyaçlarını gidermek, hem bulaşık yıkamak hem de banyo yapmak için kullanmaları. Böyle bakıldığında insanların nasıl olup da salgın bir hastalığa yakalanmadıklarını anlamak hayli zor. Demek bağışıklık sistemi bu tür yerlerde devreye giriyor dedirten bir deneyimdi bu ziyaret benim için... 

Hem bu yerleşim yerlerinin bir noktasında kurulan pazarlarda, hem Bangkok’ta geceleri kurulan büyük pazarda, hem de Bangkok’un genelinde pazarlık yapmadan herhangi bir şey satın almak mümkün değil. Hem öyle basit bir pazarlık değil bahsettiğimiz, eğer Bangkok’ta alışveriş yapmak istiyorsanız, size 100 dediklerini  5’e bile indirebileceğinizi düşünerek pazarlık yapmaya alışmalısınız:)

Tabi Bangkok  denilince akla, çeşit çeşit masajlar geliyor. Bunların en kolay ve hızlı olanı da ayak masajı... Ayak masajınızı neredeyse her köşe başında karşınıza çıkan küçük dükkanlarda yaptırabilirsiniz.

Gelelim Bangkok’ta ne yenileceği konusuna...Tayland’a özgü tattığım ve önerebileceğim birkaç yemek var. Genelde Thai mutfağında kızartma kullanılıyor ve yemekler hayli yağlı. Bu yüzden de, benim damak tadıma pek uygun olduğunu söyleyemem. Yine de farklı mutfakları öğrenmek adına benim ilgimi çeken Pad Thai (en iyi yapan yerlerden biri Thip Samai Pad Thai), fırınlanmış ördek (bunun için de Tian Song Paed Yang’ı önerebilirim) oldu. Bir de deniz ürünleri yemek için, Seafood Market & Restaurant’a gitmenizi öneririm. Burada, girişteki balık marketinden yiyeceğiniz balığı tanklardan seçtikten sonra, daha küçük ikinci bir salonda balığın yanında yemek istediğiniz salata ve sebzeleri seçiyor, son olarak da içeceğinizi seçerek masanıza oturuyor ve yemeğinizin size servis edilmesini bekliyorsunuz. Balığı çok seven biri olarak kesinlikle tavsiye edeceğim bir restoran burası...


Bizi gezdiren rehberimizin söylediğine göre Bangkok’ta “3S” varmış; bunlar “sunshine”, “smile” ve “sex” olarak özetlenebilirmiş. Onun yalancısıyım, ama gerçekten insanları çok güleryüzlü, iklim tropikal olduğundan güneşin bolluğu ile ilgili de bir sıkıntı yok, eee  sonuncusu da zaten herkesin malumu. Ben seyahatim boyunca  koşulları ne olursa olsun gülen insanlarla karşılaştım, belki biz Türk insanlarından en büyük farkları da bu, her koşulda mutlu olmayı başarabilmişler. Koşulları iyi olduğundan değil, mutluluk duymayı tercih ettikleri için. Darısı hepimizin başına diyorum:)

17 Haziran 2013 Pazartesi

WASHINGTON DC

Washington’a yıllar önce bir arkadaş grubumuzla  New York’tan otobüsle gitmiştik. Amerika’da ilk defa şehirlerarası otobüs kullandığım bu yolculuk, Washington’da otogarda sona erdiğinde kendimizi neredeyse Esenler Otogar’ına benzer bir atmosferde bulduğumuzu hatırlıyorum.
Bir taksiye atlayıp şöföre ucuz ama güzel bir otel sorduğumuzda bizi yönlendirdiği otele pek güvenemeyip önce iki kişi otel odalarına bakmayı akıl ettik de ne kadar yanlış yönlendirildiğimizi farketmiş olduk. Baktık ki durum sarpa sarıyor, haritadan en büyük caddesini bulup taksi şöföründen bizi o caddeye götürmesini istedik. İyi ki de öyle yapmışız çünkü bu şekilde caddede gördüğümüz bir otel zincirine kendimizi attık ve saatler geçtikçe kabusa dönmeye başlayan otel arama maceramız tatlı sonlandı.
Washington denildiğimde aklıma ilk gelen yer; etrafında Smithsonian Enstitüsü’nün birçok müzesi (burada uzaydan tutun da doğal tarihe kadar pek çok konuda müze var), Capitol Hill (Kongre Binası), Botanik Bahçesi ve Sanat Galerisi olan ve ortasında çok büyük bir yeşil alanla kaplı “The Mall”. Bu ortadaki alanda,  güzel havalarda insanlar güneşleniyor, çimenlerde uzanıp kitap okuyorlardı.
Beni çok etkileyen yerlerden biri de Willard İntercontinental Oteli’nin lobisi oldu. Burada Martin Luther King’in meşhur “I have a dream (Bir hayalim var)” konuşmasını yazdığını da orada öğrenmiştim.
The Mall’ın etrafında bana en ilginç gelen yerlerden biri de Capitol Hill yani Amerika’daki Kongre (bizdeki adıyla Meclis) Binası oldu. Bahçesi, The Mall’a bitişik meşhur Beyaz Saray’da Washington’ın olmazsa olmazlarından. Ancak Beyaz Saray’ı görmek isterseniz bunun için önceden planlama yapmanız ve bilet almanız gerekli. Beyaz Saray, sadece sabah saatlerinde 7:30-11:30 arası gezilebiliyormuş. Tabi biz de Washington gezimizi pek de planlı yapmadığımız için ne yazık ki Beyaz Saray’ı sadece uzaktan görmekle yetindik.
Washington’da genelde dünya mutfağından pek çok seçenek var. Hatta benim orada bulunduğum nerdeyse 15 yıl öncesinde bile çok fazla seçenek vardı. Ama benim aklımda kalan, hayatımın ilk Hard Rock Cafe ziyaretini Washington’da yapmam oldu.
Uzun sözün kısası, dünya dengeleri düşünüldüğünde aslında Washington DC, neredeyse dünyanın merkezi sayılabilecek bir şehir olmasına rağmen;  basit, küçük, doğal, planlı bir şehir gibi gelmişti gözüme. Şimdilerde nelerin değiştiğini bilemiyorum, o yüzden belki de bir kez daha ziyaret edip nelerin değiştiğine bir göz atmak gerek:)

12 Haziran 2013 Çarşamba

BOSTON

Boston’a sevgili kardeşimin de New Jersey’de yaşadığı 2001 yılında New Jersey’den arabayla gitmiştik. Amerika’nın çoğu bölgesinde olduğu gibi rahat ve güzel bir yol New Jersey-Boston arası. Yaklaşık  350 km’lik mesafeyi 3.5 saatte rahat bir şekilde alabiliyorsunuz.
Biz de sabah erken yola çıktığımız için öğlen saatlerinde Boston’a varmıştık bile. Gerçekten çok düzenli, tam bir üniversite şehri Boston. Çok büyük bir şehir olmadığı için de New York’tan sonra kasaba gibi geliyor insana ama gezmesi de bir o kadar rahat...
Boston, Amerika’nın en eski şehirlerinden biri. Aynı zamanda sadece Amerika’nın değil dünyanın da çok prestijli üniversitelerinden biri olan Harvard Üniversitesi de burada. Buraya kadar gelmişken Harvard’ın kampüsünü ziyaret etmeden dönmek olmaz dedik. Ziyaretimiz sonrası iyi ki de gitmişiz dedim içimden. Sadece Harvard değil onlarca üniversite var aslında Amerika normlarında küçük sayılabilecek bu şehirde.
Boston’a gittiğimizde sanırım haziran başıydı ve henüz ünversiteler de kapanmadığı için kafeler, restoranlar, havanın da güzel olmasıyla cıvıl cıvıldı. Özellikle şehir merkezinde ve üniversitelerin etrafındaki kafelerde oturmak çok zevkli geldi bana.
Boston’a gidince ne yapılabilir derseniz; öncelikle yürüyerek yapabileceğiniz “Freedom Trail” parkurunu almanızı tavsiye ederim. Bu rotada izleyeceğiniz kırmızı kiremitle işaretlenmiş bir bölüm size yol boyunca nereye gideceğiniz konusunda rehberlik yapıyor. Tabi Turkiye ve Osmanlı tarihi düşünüldüğünde çok tarihi sayılmasa da Amerika tarihi söz konusu olduğunda olduça tarihi bir tur bu. Bu parkura da Boston’daki en eski parklardan biri olan Boston Common’dan başlıyorsunuz.
Boston Commons dışında zaten geneli park gibi olan şehirde onlarca park var. Bunları da ister yürüyüş yaparak, ister kitap okuyup kafa dinleyerek gezebilirsiniz. Bence şehrin en güzel yerlerinden biri de North  End  denilen kuzey tarafı. Burası aslında İtalyan mahallesi ve güzel restoranlar var. Yani öğle veya akşam yemekleriniz için iyi bir seçenek olabilir.
Bunların yanısıra büyük ve tarihi binasıyla Boston Kütüphanesi, John F.Kennedy Müzesi, bir gemi müzesi olan USS Constitution Museum benim de gördüğüm ve görmenizi önerebileceğim yerler. Bir de Financial District’e çok yakın Waterfront denilen deniz kenarındaki bölgede yine birçok güzel restoran ve kafe var. Yaz aylarında canlı konserler de veriliyormuş:)
Şehrin daha batı tarafında kalan Newbury Street de değişik butik dükkanları ve galerileri ile benim çok hoşuma giden bir yer oldu. Bir Amerika klasiği yapıp şehre tepeden bakmak isterseniz Prudential Center’a çıkmanızı ve Boston’a yukardan bakmanızı öneririm.
Ne yazık ki Boston’a gideli yıllar geçmiş ve o zamanlar fotoğraf çekme konusunda pek hassas davranmamışım. O yüzden pek fotoğraf koyamıyorum yazıma ve şehri gözünüzde canlandırma işini hayal gücünüze bırakıyorum:) Ama kesinlikle Amerika’da, özellikle doğu Amerika’da, kendini diğer şehirlerden ayrıştıran görülesi bir yer Boston...

11 Haziran 2013 Salı

Paranın Çölde Yarattığı Şehir - LAS VEGAS

Yanılmıyorsam 2003 yılıydı, Mart ayında yaptığım bir New York ziyareti sırasında 4 günlüğüne gitmiştim Las Vegas’a. 2003 olduğunu hatırlıyorum çünkü Las Vegas’a vardığımızın ertesi günü, Amerika da Irak’a girmiş ve yıllar süren körfez savaşı da o tarihte başlamıştı... Biz de bir yandan Las Vegas’ı görmeye çalışırken bir yandan da başlayan savaşın etkilerini, sonuçlarını düşünerek tam da tat alamamıştık bu geziden.
New York’tan Las Vegas’a, şu an olmayan Continental havayollarının iç hat uçuşuyla yaklaşık 5 saatlik bir yolculuk sonrası ulaştık. Bu yolculuktan aklımda kalan, uçakta aldığımız son derece kötü hizmet ve yanımda oturan ve bence bir yerine 2 koltuk alması gereken adamcağızın yanında, orta koltukta sıkışıp kalmam oldu. Bütün buna rağmen, Las Vegas’a vardığımda, daha havalimanında başlayan renkli hayat benim bile başımı döndürmeye yetti.
Havalimanında daha ana bölüme geçmeden bizi karşılayan kumar makineleri, bu şehrin çok da güzel bir özeti bana göre. Hani bazı yerleri hatırlayınca belli sesler kulağınıza gelir veya belli görüntüler gözünüze gelir ya, burayı hatırladığımda da benim gözümün önüne bu sahneyle birlikte kulağıma, şehirde neredeyse her mekanda onlarcası bulunan kumar makinelerinden çıkan madeni para sesleri geliyor.
Havalimanından, birçok lüks ve lüks ötesi otelin bulunduğu şehre bir taksiyle çok rahat bir şekilde ulaşmanız mümkün. Şehirdeki otellerin her biri ayrı bir konseptte yapılmış. Benim gittiğim dönemde bunlardan en yeni ve ünlü olanı, her gün belli bir saatte önündeki dev havuzda müzik eşliğinde çok güzel bir fıskiye göstersinin yapıldığı ve murano kristalleri kullanılarak dekore edilmiş Bellagio idi. Bunun yanında zaten buraya gelmişken her birini bir şekilde görüp gezmek isteyeceğiniz birçok otel ve alışveriş merkezinden ibaret Las Vegas. Bu otellerden en bilinenleri ve bana ilginç gelenleri, Venedik havasında yapılmış ve içinde de kanalların olduğu, geceyi ve gündüzü yapay olarak Venedik’te gibi yaşadığınız Venetian, MGM (Metro Goldwyn Mayer) temalarının kullanıldığı MGM Hotel, New York temasındaki New York Hotel, Mısır Piramitleri temasındaki Luxor, Paris temasının kullanıldığı Paris ve tabi ki Trump’ın oteli oldu. Bütün bu otellerin ortak özelliği ise, içlerindeki devasa casinolar, ışıltı, şatafat ve kumar makinelerinden çıkan madeni para sesleri... Bu, o kadar yapay bir dünya yaratmasına rağmen bir yandan da insanı neredeyse hipnotize eden bir dünya ki buradakilerin kumara bağımlı olmalarını anlamak pek de zor olmasa gerek.
Las Vegas’tan aklımda kalan bir manzara da, 80 yaşlarında tekerlekli sandalyede, burnundan ve karnından iki ayrı tüple yaşamaya çalışan bir beyefendinin  bir kumar makinesi önünde, kumar  oynarken kendinden geçmiş hali oldu. Bu manzara beni o kadar şaşırtmıştı ki, bir insanın bu kadar hastayken bile bu denli kumarın etkisinde olmasını anlamakta hayli zorlandığımı hatırlıyorum:)
Dediğim gibi Las Vegas çölün ortasında paranın gücüyle yoktan var edilmiş hayali bir şehir ve şehirde yaşananlar da aslında insanları bir hayal dünyasında gibi yaşatıyor gerçekten. Bir de burası Amerika’da evlenmelerin en hızlı yapılabildiği yerlerden biri olduğu için bir gecede evlenmek için seyahat eden Amerika’lı turistlere de rastlamak mümkün.
 Las Vegas’ta kumar oynamanız için hersey düşünülmüş, casino içlerinde herşey bedava ve “yeter ki oyun oynayın” der gibi herşey emrinize geliyor. Öyle bir ortam ki bu dünyaya çok uzak olan beni bile ışığı, şatafatı ve renkleriyle çok etkilediğini söylemem gerek.
Bana sorarsanız yaşarken zamanın nasıl aktığını anlayamadığınız ama gerçekliğe dönünce de sizi ne kadar gerçeklerden kopardığını hissettiğiniz bir yer Las Vegas.

6 Haziran 2013 Perşembe

Hiç MALACCA diye bir şehir duymuş muydunuz?

Bu kadar yakınına gelmişken Malezya’ya da uğramadan dönmek olmaz dedim. Ve başkent Kuala Lumpur olmasa da Singapur’dan yaklaşık 250 km. mesafedeki Malacca’ya gittim.
Malacca’ya Singapur’da kara sınırından geçiş yaptık. Sınırın Singapur tarafı ne kadar modernse Malezya tarafı da o kadar köhne bir görüntüye sahip. Bu durumu görünce sebebini anlamaya çalıştım, bu kadar yakın hatta kültürleri bile aynı olan iki ülke arasındaki bu fark nereden kaynaklanıyor diye ama nedenini bulamadım. Sınırdan geçer geçmez bizim şehirlerarası yollarımızdakine benzer bir benzin istasyonu & lokantası olan bir mekanda ilk molamızı verdik . Hep düşünmüşümdür niye bizim gibi temizliğe bu kadar önem vermesi gereken müslüman ülkelerde özellikle tuvaletler sulak mı sulak olur ve bir türlü temizlenemez diye. Burada da aynı sahne çıkıyor karşıma. Yerler vıcık vıcık ıslak, sifonlar çalışıyor ama daha 50 km önce Singapur’da gördüğümüz temiz tuvaletlerden eser yok... Biz de bu konuya fazla takılmayarak ufak bir market alışverişi yaptık ve çaylarımız eşliğinde evden getirdiğimiz nefis poğaçalarımızı yedik.
Mola yerimiz


Malacca


Malacca'da bir cami

Buradan da yaklaşık 200 km. sonra artık Malacca’dayız. İlk durağımız muhtelif Malay yemeklerini tattığımız bir restorandı. Malay yemekleri de genelde bol soslu, sulu yemekler. Yemek sonunda da bir çeşit erimiş buzlu dondurmaya benzer hindistan cevizi sütlü bir tatlı yedik. Aslında yazıldığında kulağa kötü gelse de tadının bayağı hoşuma gittiğini söyleyebilirim...
Hindistan cevizli tatlı
Malacca (Malayca adıyla Melaka)  aynı zamanda bal yapımı ile ünlü bir yermiş. Bal yapımı hakkında bilgi aldığımız bir satış mağazasında duraklayıp asıl gezimize Baba Nyonya Müzesi’ni ziyaret ederek devam ettik. Burası, bizim Safranbolu’da ya da diğer tarihi Türk şehirlerinde yaptıkları gibi eski bir evi müze haline getirdikleri ve ziyarete açtıkları bir yer.
Baba Nyonya Müzesi

Jonker Street

Jonker Street

Taksiler bizdekilerle aynı renk:)

Jonker Street

Müze, Malacca’nın en önemli ve turistik caddesi  Jonker Street ( Jonker Caddesi)ne de çok yakın. Dolayısıyla biz de müzeden sonra uzun bir cadde olan Jonker’de yürüyerek buradaki lokal restoran, kafe ve hediyelik eşya dükkanlarını ziyaret ettik. Yalnız hava gerçekten çok sıcak olduğundan, bu bölgede niye insanların güneş şemsiyesi kullandığını anladım:)
Geri dönüş yolculuğuna başlamadan önce son duraklarımız da bölgeyi işgal etmiş Hollanda’lıların yaptığı Red Church (Kırmızı Kilise)ile zamanımıza kadar pek de fazla ayakta kalamamış Malacca kale kalıntısı oldu. Rehberimizin bize verdiği bilgiye göre şehirdeki kırmızı yapılar Hollanda’lıların, beyaz yapılar ise İngilizlerin inşa ettiği yapılarmış.
Hollanda'lıların yaptığı Red Church

Red Church (Kırmızı Kilise)


İngilizlerin yaptığı bir bina

Saat Kulesi

Bir Alışveriş Merkezi

Bir de Malacca’daki tuktuklardan (bir çeşit bisiklet taksi) bahsetmeden geçemeyeceğim. Buradaki tuktuklar, daha önce hiçbir yerde görmediğim kadar renkli ve çiçeklerle bezenmiş bir şekilde hizmet veriyor. Biz de bunların resimlerini çektik bol bol...
Tuktuklar...

Tuktuk ve sürücüsü

Dönüşte uğradığımız restoranda da bir Malay Düğün’üne misafir olduk. Bu da bize güzel bir kapanış sürprizi oldu.

4 Haziran 2013 Salı

Doğulu SİNGAPUR

Singapur’da iki ayrı dünya var sanki... Biri, ilk yazımda bahsettiğim daha batılı hatta küçük Amerika diyeceğimiz bir dünya, diğeri ise daha egzotik, daha doğulu bir dünya.  Ve Singapur’da yaşayan çok sayıda yabancı, bu ülkeyi gerçek anlamda “uluslararası” yapıyor. İnsanlar kurallara saygılı ama bir yandan da şark kurnazlığını elden bırakmıyorlar. Modern dükkanlarda bile pazarlık yapmanız mümkün çoğu zaman. Hatta Amerikan  Coach mağazasında bile bizimle ilgilenen tezgahtar, sormamıza gerek kalmadan fiyat indirimi yaptı, pazarlık doğuluların ruhuna işlemiş dedim içimden:)

Chinatown

Doğulu Singapur’la gerçek anlamda ilk tanışmam Chinatown ile oldu. Gerçekten de Singapur’da her çeşit malı (hem yiyecek, hem giyecek, hem aksesuar) ucuza bulabileceğiniz ve sanki kendinizi Çin’de bir yerde hissettiğiniz bir yer burası. Bir Çin klasiği olan kuru balık, Chinatown’un her köşesinde satılıyor ve karşınıza çıkıyor, kaçmanız mümkün değil... Hem en büyük Budist tapınaklarından biri olan Buddha Tooth Relic Temple, hem Sri Mariamman adındaki Hindu Tapınağı, hem de Jamae Cami aynı cadde üzerinde yer alıyor. En çok dikkatimi çeken, içinde ayin yapılırken ziyaret etme fırsatı bulduğumuz Budist tapınağındaki şatafat ve zenginlik oldu.


Chinatown

Buddha Tooth Relic Temple

Buddha Tooth Relic Temple

Buddha Tooth Relic Temple

Jamae Cami

Sri Mariamman

Bu anlamda kendimi doğuda hissettiğim başka bir yer de, Little India ( Küçük Hindistan) ve Arab Street (Arap Caddesi) oldu. Ancak Little India’da çok ucuza satılan onlarca meyve çeşidi ağzımı sulandırmış olsa da açık havaya bile sinmiş keskin kokuyu duymak bana yetti. Little India’yı görmenin yeterli olduğuna kanaat getirdim ve acaba gitsem mi ki diye düşündüğüm Hindistan’ın bana göre olmadığına karar verdim. Diğer yandan burada bizdeki pasajlara benzeyen bir çarşıda satılan Hint kıyafetlerinin renkleri, parıltısı ve aksesuarların zenginliği  inanılmazdı.Yine Little India’da yerleri kuş pislikleriyle dolu Hindu tapınağına çıplak ayakla giren insanların inançları uğruna yerleri öpmelerine ne kadar şaşırdığımı anlatamam...

Renkli Hint kıyafetleri

Arab Street

Little India

Masjid Sultan

Arab Street

Gelelim Arap Caddesi’ne; bu bölge daha çok Müslüman izleri taşıyan ve Müslüman ülke tatlarını yansıtan restoranların yer aldığı bir bölge. Buraya özgü yağlı bir gözlemeye benzer “murtabak” adı verilen böreğini Singapore Zam Zam adlı restoranda tadabilirsiniz.
Singapur’un en önemli özelliklerinden biri de şehir içindeki muhtelif bahçeler ve parklar. Bunlardan en bilineni, içinde çok güzel bir Orkide Bahçesi’ni de barındıran Botanical Garden. Bence mutlaka görülmesi gereken bir yer. Türkiye’de yeşilin yağmalanmaya çalışıldığı bir dönemde havanın da etkisiyle yeşile ne kadar iyi bakıldığının çok güzel bir örneği burası. Bunların yanında, metroyla rahatça ulaşabileceğiniz Japanese & Chinese Garden (Japon ve Çin Bahçeleri) de yine kendinizi yeşille dinlendirebileceğiniz yerler. Ama size tavsiyem, buraya nispeten daha bulutlu bir günde veya sabah erken gitmeniz çünkü dolaşırken ağaçlar çok yüksek olmadığından güneş çok bunaltıyor.


Botanical Garden

Botanical Garden

Botanik Bahçe'sindeki Kuğulu Göl

Chinese Garden metro çıkışı

Chinese Garden - Konfüçyus Heykeli

Chinese Garden - İkiz Kuleler

Chinese Garden

Japanese garden - Bonsai'ler

Japanese Garden

Japanese Garden

Son olarak, benim de orada kaldığım 9 gün boyunca evim olan River Valley Road’a çok yakın ve Singapur’un ikinci büyük budist tapınağı olan Buddhist Lodge of Singapore’u ve yine buraya yakın Sri Senpaga Vinayagar Hindu Tapınağı’nı ziyaret edebilirsiniz.


Buddhist Lodge of Singapore

Singapore Buddhist Lodge

Singapore Buddhist Lodge - Kadın Buda

Sri Senpaga Vinayagar Temple

Singapore Buddhist Lodge'da ibadet eden bir kadın
Yemek konusuna önceki yazımda değinmiştim. Benim gibi doğu mutfağı konusunda önyargılı olan biri için bile doğru yerde yenilirse doğu lezzetleri bir harika:)