25 Ekim 2017 Çarşamba

VALENSİYA



İspanya’nın Katalonya Bölgesinde yer alan Valensiya ismini Latince “güç” anlamına gelen “valetina”dan alıyormuş. İspanya’nın beşinci büyük şehri olan Valensiya aynı zamanda ülkenin meşhur pirinç yemeği “paella”nın da doğduğu yer ünvanını taşıyor.

Xativa
 

İstanbul’dan Valencia’ya yolculuk yaklaşık 3 saat sürüyor. Havalimanı, şehrin 8 km. kadar dışında. Ancak hemen havalimanının içinden her 10 dakikada bir kalkan 3 ve 5 numaralı metro seferleriyle yarım saatte şehir merkezine ulaşım mümkün. Eğer yer üstünden gitmeyi tercih ederseniz yine havalimanı çıkışından her yarım saatte bir hareket eden otobüsleri de kullanabilirsiniz. Metro ücreti gidiş-dönüş 5.5 Euro ve tren istasyonunun girişindeki gişeden bilet almak gerekiyor. Otobüs biletini ise otobüsün içinde satın almak mümkünmüş.


Biz de çok kalabalık olmayan Valensiya havalimanına vardıktan yaklaşık bir saat sonra metro ile otelimizin bulunduğu Xativa istasyonuna ulaşıyoruz. Burası, Belediye Binası ve tarihi Postane Binasının da bulunduğu Plaza del Ayuntamiento’ya en yakın istasyon ve Nord Estacion denilen Kuzey İstasyonu’na da yine buradan ulaşılıyor. 

Plaza del Ayutamiento
 

Valensiya’nın içinden eskiden Turia Nehri geçermiş ve eski şehir, bu nehrin güneybatısında kurulmuş. Ancak 1957de yaşanan bir sel felaketinden sonra nehir yatağının yönü değiştirilmiş ve eskiden nehir olan uzun bir park alanı elde edilmiş. Nehrin adıyla anılan parkın eskiden nehir üzerinde hizmet veren köprüleri de görülmeye değer. Turia park alanının sonuna yakın bir noktasında inşa edilen Ciudad de las Artes y Ciences (City of Arts and Sciences – Sanat ve Bilim Şehri) de altı modern binaya ev sahipliği yapıyor. Bunlar; L’Oceanografic (Akvaryum), L’Hemispheric (Gökyüzü Gözlem Evi), El Palau de les Arts Reina Sofia (Opera Binası), L’Agora (Konser Salonu), El Museu de les Ciences Principe Felipe (Prens Filip Bilim Müzesi), L’Umbracle (Sanat ve Bilim Kompleksi'nin ana girişi olarak da hizmet veren ve içinde büyük bir bahçenin de yer aldığı bölüm). Hemen bu kompleksin diğer ucu Menorca Caddesi’ne açılan El Pont de L’Assut de L’Or adındaki modern köprü ile sonlanıyor. 

Turia Bahçeleri

Turia Bahçeleri

Sanat ve Bilim Şehri

L’Umbracle
 

Şehrin eski bölümü ise Plaza del Ayuntamiento’nun biraz kuzeyinde ama nehrin güneyinde yer alıyor. Bu bölümde görülmesi gereken en önemli yapılar da, Katedral ve Miguelete denilen kulesi ile buraya çok yakın bir noktada yer alan Saat Kulesi. Bu iki yapı, Plaza de la Reina ve Plaza de la Virgen denilen ve hemen arka arkaya karşımıza çıkan iki ana meydanın etrafında toplanmış. Plaza de la Virgen’i mutlaka gece de ziyaret etmek gerek. Buradaki Turia Çeşmesi de şehrin sembollerinden biri olarak kabul ediliyor. Eski şehrin Barrio del Carmen denilen tarihi bölümüne de hemen bu meydanın etrafından açılan sokaklardan ulaşılıyor. Burada hepsi birbirinden renkli bol duvar çizimine rastlamak mümkün. Eski şehirde, Plaza Santa Cruz ve Plaza Manises gibi küçük ama görmekten zevk aldığımız birçok meydan karşımıza çıkıyor. Bu bölümün en kuzeyinde ise şehrin eski kapılarından biri olan ve Turia bahçelerine açılan Torres de Serranos Kapısı yer alıyor. Bu meydanın hemen önündeki Plaza Fueros da görülmesi gereken başka bir meydan.

Plaza de la Reina

Plaza de la Virgen

Turia Çeşmesi

Eski Şehir

Eski Şehir

Eski Şehir

Eski Şehir

Eski Şehir



Katedrale yakın bir noktadaki Mercado Central de kapalı bir pazar. Yemek-içmek için pek çok alternatifi burada bulmak mümkün. Bir şey almayacaksanız bile sadece renkli tezgahlarını fotoğraflamak için uğramaya değer. Mercado Central’in hemen yanında Santos Juanes Kilisesi ve onun hemen karşısında da UNESCO tarafından koruma altına alınan Lonja de la Seda (Eski İpek Borsası Binası) yer alıyor. Burayı gezmek için 2 Euro ödemek gerekiyor.

Mercado Central

Mercado Central

Mercado Central

Lonja de la Seda

Lonja de la Seda

Lonja de la Seda



Calle Colon (Colon Caddesi) yine şehir merkezindeki en önemli alışveriş caddelerinden birisi. Üzerinde pek çok mağaza var. Bu cadde, Xativa istasyonundan başlayıp şehir merkezinin güneybatı  sınırını oluşturarak Porta de la Mar’a kadar uzanıyor. Bu caddeye açılan Jorge Juan Sokağı’ndan devam edince de Mercado Colon adındaki ikinci bir pazar alanına ulaşılıyor. Burada daha çok hediyelik eşya ve aksesuar satan tezgahlarla kafe ve barlar yer alıyor.

Mercado Colon
 

Porta de la Mar ise El Palmar’a giden 25 No’lu otobüslerin kalktığı durağın da bulunduğu bir meydan. Valensiya’ya 12 km. uzaklıktaki El Palmar “paella”nın ham maddesi olan pirincin yetiştiği bölge ve Albufera gölü etrafındaki Milli Parkı içinde. El Palmar, oldukça küçük bir kasaba. Burada küçük bir nehir turu alabilir ve paella restoranlarının birinde, paella’nın başkentinde, meşhur İspanyol pilavının tadına bakabilirsiniz.  

El Palmar

El Palmar

El Palmar


Valensiya  şehir merkezine en yakın plaj, Malvarrosa plajı ve şehirden 32 no’lu otobüsle buraya ulaşım mümkün. Otobüs ve metroyu kullanmak için günlük kartların yanı sıra birden fazla kişinin kullanabileceği 10 kullanımlık kartlardan da almak mümkün. Toplu taşıma ücretleri tek biniş için 1.5 Euro, 10’luk kartlar ise 10.50 Euro. Bu kartları şehir içinde pek çok yerde bulunan büfe ve ‘tabacco’ adındaki tütün ürünleri satan dükkanlardan alabilirsiniz.

Malvarrosa

Malvarrosa
 

Gelelim Valensiya mutfağına... Dediğim gibi Valensiya paella’nın doğduğu şehir. Hem şehir merkezinde hem de o meşhur pirincin yetiştiği El Palmar’da pek çok iyi paella restoranı varmış. Biz El Palmar’daki Mornell’de yedik ve de hayli memnun kaldık. Malvarrosa’daki Casa Carmela da bu işi iyi yapanlardanmış. Ancak her saat açık olmuyor, o yüzden mutlaka rezervasyon yapıp saatlerini sormak gerek. Genelde öğle yemeği servisi 16:00 gibi kapanıyor ve kış sezonunda genelde akşamları kapalıymış.  Ayrıca bir İspanya klasiği tapas da, Valensiya da sıkça karşılaştığımız bir tat oluyor. Reina Meydanına açılan Saint Vicent Martir Caddesi üzerinde yer alan Orio da güzel bir tapas bar. Tezgahtaki tapas alternatiflerinden seçim yaparak istediğinizi yiyor ve seçtiğiniz tapas’ların kürdanlarını sayarak garsona hesabınızı ödüyorsunuz. Her tapas/kürdan 2.1 Euro :) Yine aynı caddenin güney ucunda  yer alan Taberna Antonio Manuel de hem bir tapas bar, hem de tavşan eti gibi yerel yiyecekleri de deneyebileceğiniz bir restoran. Ayrıca Valensiya’ya özgü “horchata” adındaki badem sütünün de tadına bakmak gerek. Şekerli ve şekersiz çeşitleri olan bu içeceği gelmişken tadın derim. Genelde “donut”a benzeyen ama daha hafif tatlı olan “fartons” denilen bir kek ile tüketiliyor.

El Palmar - Paella

Horchata & Fartons - Mercado Colon
 

Valensiya  aynı zamanda portakal ve narenciye ağaçları ile de ünlüymüş. Ancak orada bulunduğumuz Ekim ayında henüz portakal çiçekleri açmadığından o meşhur portakal kokularından nasibimizi alamadık. Valensiya, özellikle şehir merkezinde yer alan ihtişamlı binaları ile küçük ama bir o kadar da büyük ve görülmeye değer bir şehir olarak anılarımızdaki yerini aldı.

18 Ekim 2017 Çarşamba

KAZ DAĞLARI



En yüksek noktası  1774 metre rakımlı Karataş Tepesi olan Kaz Dağları, Balıkesir ile Çanakkale illeri arasında yer alıyor. Burası aynı zamanda bir milli park. Efsanelere konu olmuş Sarıkız Tepesi de 1726 metre yükseklikte. Buraya sahil yolundan ulaşım mümkün ve en yakın havalimanı da Edremit ya da Körfez Havalimanı olarak da bilinen Koca Seyit Havalimanı. Bu havalimanı,  Edremit Körfezinin doğusunda yer alıyor ve hem körfezin güneyinde kalan Ayvalık ve civarı ile daha kuzeybatıda kalan Altınoluk, Assos ve Kaz Dağları’na ulaşmak isteyenlere hizmet ediyor.

Yeşilyurt Köyü




Biz de THY’nin tarifeli seferi ile 40 dakikada uçakla havalimanına ulaşılıyor ve kiraladığımız aracımızla Kaz Dağları’nı keşfetmek üzere kısa turumuza başlıyoruz. İlk durağımız, havalimana yaklaşık 20 km. uzaklıktaki  Sütüven  ve Hasan Boğuldu Şelalesi oluyor. Buraya Zeytinli Köyü’nden geçilerek giidiliyor ve havalimanından 40 dakika kadar sürüyor yolculuk. Şelale, Kaz Dağları Milli Parkı içinde, parkın güneydoğu sınırında yer alıyor. Araçla giriş için 15 TL ödeniyor.  Araç park edilen yer, Sütüven Şelalesine çok yakın bir noktada, ancak Hasan Boğuldu Şelalesi için bir miktar yürüyüş yapmak gerek. Yürüyüş parkurunun başlangıcında yöresel ürünlerin satıldığı küçük bir pazar kurulmuş. Dönerken buradan alışveriş de yapabilirsiniz. Adı oldukça enteresan olan Hasan Boğuldu, kavuşamayan Hasan ve Emine’nin hikayesinden alıyormuş ismini.  

Sütüven

Pazar Yeri

Hasan Boğuldu
 

Buradaki ziyaretimizden sonra, konaklayacağımız Yeşilyurt Köyü’ndeki Erguvanlı Ev’e gidiyoruz. Otelimize yerleştikten sonra akşam yemeğine kadar geçen sürede bulunduğu Yeşilyurt Köyü’nü biraz tanımak üzere yaya olarak kısa bir yürüyüş yapıyoruz.

Yeşilyurt Köyü

Yeşilyurt Köyü

Yeşilyurt Köyü

Yeşilyurt Köyü

Yeşilyurt Köyü

Erguvanlı Ev
 

Kaz Dağları üzerinde sahilden biraz yüksekte milli park sınırlarına varmadan gidilebilecek pek çok köy var. Bunlardan en bilinenleri Adatepe, Yeşilyurt köyleri. Bu köylerde yer alan pek çok küçük butik otel var. Bunların hemen hemen hepsi vadi manzaralı, Kaz Dağları eteklerinde kurulu doğayla iç içe taş evler. Bizim kaldığımız Erguvanlı Ev de bunlardan biri. Kahvaltısı bir harika (gerçek serpme kahvaltı bu olsa dedik içimizden) ve tabi akşam yemekleri de doğal ürünler kullanılarak yapıldığından olsa gerek tadına doyum olmuyor.

Kaz Dağlarındaki ikinci ve son günümüzde önce Çamlıbel Köyü’ne gidiyoruz. Burası  Tuncel Kurtiz’in yaşadığı köy olarak biliniyor. Daha önce kendisi tarafından işletilen oteli, yakınları tarafından işletiliyormuş. Kendisinin mezarı da bu civarda. Çamlıbel’e yolunuz düşerse mutlaka Köyün Delisi’nin mekanını ziyaret edin. Burada hediyelik eşya ve yöresel ürünler satılıyor ve tabi kahve /çay içilebilecek bir kafe şeklinde hizmet veriyor. Ancak biz gittiğimizde ne yazık ki kapalıydı. Şirin dekorasyonunu fotoğraflamakla yetindik. Vadiyi biraz daha yukardan izlemek isterseniz Saklıbahçe’nin hemen karşısındaki çay bahçesine uğrayabilirsiniz. 

Çamlıbel Köyü

Çamlıbel Köyü

Çamlıbel Köyü

Çamlıbel Köyü

Çamlıbel Köyü

Çamlıbel Köyü



Çamlıbel’den sonra hemen yakınındaki Tahtakuşlar Köyü’ne uğruyoruz. Köy girişinde yer alan Alibey Kudar Etnografya Galerisi, Türkiye’nin ilk özel Köy Etnografya Galerisi imiş. Girişi 4 TL. Bir dağ köyünde böyle bir girişim görmek epey şaşırtıyor ve mutlu ediyor bizi. Burayı ziyeret ettikten sonra köyün merkezine gidiyoruz. Burada Tahtakuşlar Meşesi olarak bilinen anıt bir ağaç var ama ancak 2009 yılında kayda alınmış ve özel bir şekilde korunduğunu söylemek zor. Ağaç, 180 yıllıkmış. Tahtakuşlar Köyü,  kimilerine göre Şaman, kimilerine göre bir Alevi köyü ve aynı zamanda Tuncel Kurtiz’in vasiyetinde gömülmek istediği köymüş. Ancak mezarı bu köye çok yakın Çamlıbel Köyü sınırlarında.

Tahtakuşlar ziyareti sonrası biraz daha batıya gidip Adatepe Köyü yakınlarındaki Zeus Altar’ına ulaşıyoruz. Araba park edilen giriş noktasından Altar’ın bulunduğu noktaya 650 metrelik bir doğa yürüyüşü ile ulaşılıyor. Yürüyüş parkurundan Adatepe Köyü ve manzarasını izlemek ve kozalak kokuları içinde yürümek hayli zevkli. Yukarıya ulaştığımızda ise manzara bir harika ve yorulduğumuza değiyor doğrusu.  Zeus Altar’ından sonra hemen yakındaki Adatepe Köyü’ne gitmeden önce Taş Okul’u görüyoruz. Ne yazık ki gittiğimizde ziyerete kapalıydı ama burası hali hazırda bir okul değil, seminer ve atölye çalışmalarının yapıldığı bir mekan olmuş. 

Etnografya Galerisi

Anıt Ağaç

Zeus Altarı

Zeus Altarı



Adatepe, İlyada Destanı’nda adı “Gargaros” olarak geçen bölgeymiş. Türkiye'de eskiden kanalizasyon sistemi olan ender köylerden biriymiş. Köyün iç yolları ile sahile inen 4 km. uzunluğundaki yol zamanında taş kaplama ile döşenmiş. Ancak, eskiden bu kadar gelişmiş bir köyken, köye ulaşılan bu ana yol ancak 1999’da asfaltlanmış. Şimdilerde ise yeniden eski ihtişamlı günlerine dönme çabasında görünüyor ve hummalı bir renovasyon çalışması geçiriyor. Ancak köy içi yolları oldukça dar ve araç girmesi hayli zor. Burada yer alan evler taş işçiliğinin güzel örnekleriyle süslü. Mübadele ile Midilli ve Girit’ten gelen Türkler yoğunlukla bu bölgeye yerleşmiş. Bu köy, aynı zamanda dünyada oksijen yoğunluğunun en fazla olduğu noktalardan biriymiş. Ancak mimari olarak hala katedilecek çok fazla yolun olduğunu söylemek gerek. Biz de köye ulaşır ulaşmaz meydana aracımızı park edip hemen yakındaki Çınaraltı Kahvesi’nde gözleme yiyip yöreye özgü karadut suyu içiyoruz. Yine bu meydanda  Hurmalı Kahve adında soluklanılabilecek farklı bir mekan daha var. Biz de biraz soluklanıp köy sokaklarında yürüyerek dolaştıktan sonra sahile inip Adatepe Zeytin Müzesi’ni gezip Assos’a (Behramkale) doğru devam ediyoruz.

Çınaraltı

Hurmalı Kahve

Adatepe Köyü

Adatepe Köyü

Adatepe Köyü
 

En son çok yıllar önce gittiğim Assos’u (Behramkale'yi) tekrar görmek “uzun süredir görmediği bir arkadaşa kavuşmuş” hissi veriyor bana. Liman bölgesinde dolaşıp fotoğrafladıktan sonra sahilde bir mola verip bir şeyler içiyoruz. Sonrasında akşam yemeğini Yeşilyurt Köyü’ndeki otelimizde yemek üzere geri dönüyoruz.

Assos - Behramkale
 

Ertesi gün havalimanına dönüş yolunda kısa bir Akçay molası veriyoruz. Sahilde dolaşıp sabah kahvelerimizi içtikten sonra artık öğlen saatlerindeki dönüş uçağımıza yetişmek üzere havalimanına doğru yola çıkma zamanı geliyor.

Akçay